İtiraf edeyim ki, her defasında yaşadığım şehrin binler yıllık Diyarbekir'in hemşehrisi olmak neden bunca gururlandırıyor beni diye bir kez daha düşünmeden edemiyorum. 6 gün sürdü Diyarbakır 2. Edebiyat Günleri. Sondan bir önceki gün sahnede İskender Pala konuşuyordu. Salon hınca hınç doluydu ve işte ilk sözleri İskender Pala'nın: "Bir şehrin edebiyat günleri düzenlemesi kolay rastlanır bir iş değil. Bu açıdan düzenleyenleri kutluyorum" Belki de hikayenin özeti bu sözlerde gizliydi.
6 gün boyunca 250 dolayındaki konuğu onlarca panel, söyleşi ve dinleti ile mekandan mekana taşımak ve 6 gün boyunca aynı ilgiyi kesintisiz diri tutmak kolay iş olmasa gerek. Her halde bu da Diyarbakır'a has bir iş olmalı diye düşünmeden edemiyorum. 6 gün boyunca şehir edebiyatla kalktı, edebiyatla oturdu. Boşuna değildi, elbette böyle olmalıydı. Osmanlı'nın son demlerinde yapılan bir araştırmayı Diyarbakır Salnamelerinde okumuştum sanırım. Nüfusuna göre en çok şair ve edip yetiştiren şehir unvanı varmış Diyarbakır'ın. Bu kadar namdar bir şehre böylesi bir edebiyat günü de yakıştı doğrusu.
Bundan nerdeyse 100 yıl kadar önce 1900'lü yılların başında Diyarbakır'da 4 ayrı dilde 4 ayrı dergi ve gazete çıkarmış."Küçük Mecmua", "Angah Dikris", "Şifuro ve Kevkeb dı Medinho" ve "Amid-i Sevda" gibi yayınlar Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Süryanice ve Arapça olarak yayınlanmış.Bugün aradan yüz yıl geçiyor. Ve Diyarbakır yeniden rönesanssını yaşıyor. Diyarbakır'dan dünyaya edebiyatın birleştiriciliği ile dillerle çağrı yapılıyor. Dört dille Kürtçe, Türkçe, Ermenice ve Süryanice "Edebiyat yaşamdır" diyor, Diyarbakır. Yedi dilde Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Arapça, Farsça, Lazca'nın tınıları birbirine karışıyor. Diller harmonisi yaşanırken bazen o dili bilmiyorsanız acaba konuşulan hangi dildeydi diye ilk anda kendinize sorabiliyorsunuz.
İşte o nedenle Diyarbakırlı usta yazar Mıgırdiç Margosyan diyordu ki; "50 yıl önce Surp Giragos kilisesinin papazı Dêr Arsen ikide bir kulağımı çeker 38 harfli Ermeni alfabesini öğrenmemi isterdi. Babam bu işin böyle olmayacağına kanaat getirdi ki 'Hadi oğlum git İstanbul'a anadilini öğren' dedi. 15 yaşında anadilimi öğrenmek üzere İstanbul'a gittim. Gittiğimde anadilimi bilmiyordum. Şimdi biliyor ve dilimde yazıyorum. 50 yıl sonra Diyarbakır'a geldiğimde gördüm ki elime tutuşturulan broşürde benim hemşehrilerim bak sen anadilini bilmiyordun ama işte biz senin dilinde 'edebiyat yaşamdır' diyoruz." İşte belki de Mıgırdiç ustanın görgüsüyle Diyarbakır budur.
Bu edebiyat günlerinin en kârlı kişisi ben oldum dersem bilmem abartı olur mu? Bana göre hayır. Bir çoğunu daha önceden telefonla ya da isim ve imzalarından tanıdığım bir dolu dostla yüz yüze görüşme şansım oldu. Bunlardan biri var ki mutlaka adını telaffuz etmem şart. Sarkis Seropyan. Edebiyat günlerinin o ciddi havasına renk katanlardan biriydi. Fıkrasıyla salonu kahkahaya boğdu. Hani bir çoğumuz Kürdün deniz görmüşüne Laz denir derdik yıllardır. Meğerse bunun bir de Ermenice tarifi varmış. Ermeniler biliriz kendi aralarında Ermeni'ye Hay der. Bu nedenle Ermenistan'ın bir diğer adı da Hayastan'dır. İşte Ermeni'nin Karadeniz'lisine "Haylaz" denirmiş. Sarkis ağabeyden öğrendik. Bu da edebiyata katkıdır eminim.
Yoksulluğuyla, şiddetin yarattığı olumsuzluklarıyla bu denli içiçe yaşamaya rağmen kültürle, sanatla, edebiyatla bu kadar haşır-neşir olmak demek ki Diyarbakır'a yakışıyor. Gelen konuklarıyla ve dinleyicileri, izleyicileriyle bu denli empatinin kurulması da ayrı bir farklılık gibi duruyor.
Hayatın alabildiğine ucuzladığı, televole kültürünün egemen olarak at koşturduğu bir dünyada Diyarbakır hâlâ edebiyat diyorsa bu sese kulak vermek gerek. Diyarbakır duruşuyla muhalif metropol, alternatif metropol bir şehir.
Ve edeple, edebiyatın verdiği güçle ses veriyor Diyarbakır;
Pir a Batman ê
Dîvar a Binyan ê
Deyr ê Axtirman ê
Beden ê Amed ê
Xirab nabe heta axir zeman ê *
*Batman-Malabadi Köprüsü, Pervarideki Bınyan duvarı, Van gölündeki Akdamar kilisesi Diyarbakır Surları dünyanın sonuna kadar ayakta kalacak.
(ŞD/YS)