Yolcusuz yollarında bu kentin
...
Toprak damlarında yatsak
Sokak taşlarına otursak bu kentin
İnadına yaşasak bu sokaklarda,
Ki hiçbir zaman unutmadık bu sokakları
Barışa ve özgürlüğe hasret bu kent
Diyar-ı Bekir'dir bilirsin."
Mahsum Öztek / Zûlâl
Dünyanın değişik yerlerinde, özellikle de Avrupa'da bir şekilde şehirler kuruluş günlerini kutluyorlar. Çoğunlukla da bu kutlamayı şehirlerinin kuruluşuna dair önemli bir olaya dayandırıyorlar. Şehirler ve ülkeler, bu kuruluş kutlamasını çok da önemsiyorlar.
Yakın zamanda İsveç'te Stockholm'ün kuruluşunun 750. kuruluş yılı etkinliklerini izleyip aktaran bir dosttan dinlemiştim. Stockholm Belediyesi elbette arkasına devlet desteğini de alarak bütçesinin önemli bir bölümünü bu kuruluş yılı anmasına ayırmış. Sadece bir günle sınırlı kalmayıp yıl içinde çok farklı kutlamalara, etkinliklere de yer vermiş. Eh 750 yıllık olunca kutlama da böyle oluyor demek ki! Osmanlının kuruluşunun 700'üncü yılı kutlamalarını anımsayalım isterseniz. Aslında Avrupalı sonu sıfır ve beş ile biten yıllarda daha etkili kutlamalar da yapıyor(muş). Mekânların da kuruluş yılı kutlamalarını ben biliyorum. Mesela Midyat'taki Mor Gabriel (Deyr-ul Umur) Manastırının bundan birkaç yıl evvel kuruluşunun 1600üncü yılı kutlanmıştı. Dünyanın her tarafından Süryaniler ve ilgi duyanlar bu kutlamaya katılmışlardı.
Tekrar Stockholm'e dönersek, Stockholm'ü dostum Mehmet Uzun'un rehberliğinde bundan birkaç yıl önce ben de gezip görmüştüm. En çok da benim şehrime (Diyarbakır'a) benzeyen daracık sokakları, parke taşlı yolları ve eski yapılarıyla Gamlastan'ı sevmiştim. İyi ki böyle şehirler var ve korunuyor demiştim.
Diyorum ki en çok birkaç yüz yıllık geçmişleri olan şehirler böylesine önemli bütçelerle var olduklarını ve de var olmaya devam edeceklerini ilan ededururken bizler neden kendimizi ya da geçmişimizi, hikâyemizi önemsemekten uzak duruyoruz.
Yoksa bu duruş, doğulu toplum olmanın sorunsalı mı? Olmasa gerek! Olmamalı diye düşünüyorum. Batılılar birkaç yüz yıllık tarihi eserlerini bile abartılı bir sahiplenmeyle gözleri gibi korurken, bizler önemsemez bir "Kabadayılık!" içindeyiz. Neden?
1995 yılında İspanya'ya gitmiştim. Madrid yakınlarındaki küçük bir şehre de uğramıştık. Adını anımsamıyorum. 300 yıllık yıkık bir kiliseyi adeta üzerine titreyerek bize göstermişlerdi. Hemen yanımdaki dönemin Diyarbakır Valisi Doğan Hatipoğlu'na "1700 yıllık Meryem Ana Süryani Kadim Kilisemiz var ve halen ayin de yapılıyor. Ama anlatmak için en küçük bir kıpırtımız yok," deyivermiştim.
Şimdi bu noktadan sonra bugüne dek yapılmamış bir işe el atmak ve tartışma ortamını yüksek sesle ateşlemek niyetindeyim. Aslında aydın olmanın gereği de biraz böyle çıkışlarda gizli gibi (mi).
Benim şehrim Diyarbakır'la ilgili tarih bilgimizi yinelerken hep 5000 yıllık bir geçmişten söz ederiz. Genellikle de Milattan Önce 3000'li yıllara kadar uzanır, Hurri şehir devletlerine sonra da Mittanilere gideriz. Huri-Mittani ismi de zaten birlikte telaffuz edilir.
Şehrin en önemli varlığı sayılan 5.5 kilometrelik eski Sur duvarları da o tarihlerden kalmış olarak kabul görür. Her ne kadar da Surlar, milat sonrası üç yüzlü yıllarda Roma döneminde önemli bir restorasyon geçirmiş olsa da asıl mevzuu 5000 yıllıktır.
Sonra ikinci nokta şu; Milattan Önce 1200'lü yıllarda Asur Kralı 1. Adad Nirari'den kalma bir kılıç kabzasında Diyarbakır şehrinin adı işlenmiş olarak bulunmuştur. Amida ismi işte o kılıç kabzasındaki işlemeli yazıdan kalmadır.
Şimdi tarih bilgimizi tetiklemenin ve bu şehrin de (Diyarbakır'ın) bir kuruluş günü olacak ise onu tartışarak oluşturmanın tam zamanıdır diyorum. Çünkü Avrupalıların aile örgütlenmesi içinde yer almamız olayı nedeniyle istedikleri, yerelliğimizi yok etmemiz değil. Aksine yerel varlıklarımızla ve de onları ifade edip sürdürerek dünya düzleminde yer almamızdır.
Şimdi soruyor ve tartışmayı başlatmak istiyorum Diyarbakır'dan.
Diyarbakır Surlarının ilk harcı bundan 5000 yıl evvel Huriler zamanında kadim nehir Dicle'ye karşı Fiskayası üzerinde şimdiki İçkale bölgesinde gerçekleşmiş ve de karılmış ise, kuruluşumuzu o tarihten başlatıp birkaç yıl içinde hazırlıklarımızı tamamlayıp Şehr-i Diyarbekir'in kuruluşunun 5000'inci yılını mı kutlamalıyız?
Yoksa bir başka tarih. Asur Kralı 1. Adad Nirari'nin kılıcının kabzasındaki Amida isminin şehirle anılmasının 3200'üncü yılını mı kuruluş yılı olarak kutlayalım.
Ya da son bir tarih. Yakın bir tarih. Milattan Sonra 349 yılında Romalılar, Surların bir bölümünü yıkıp bugünlere şu anki görkemli fiziki yapısı ile bıraktıkları tarih. Surların yeniden yapılmasını esas alarak, mesela önümüzdeki günlerde 1650'nci yılını mı kutlayalım.
İşte sizlere üç tarih. Üçü de şehrin varoluşu ve geçmişi ile ilgili üç tarih. Arzu edilirse üçü de farklı gerekçelerle kutlama programına alınabilir. Biri şehrin kuruluşu, ikincisi şehrin antik isminin konuluşu, sonuncusu da Surların şu anki halinin tarihine ait.
Bana sorulursa elbette gönlüm ilkinden, yani kuruluş tarihi olan 5000 yıldan yanayım derim. Ama üçünü de programa almaya, hayır demem.
Son bir yıl içinde Diyarbakır'da örgütlenen Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Komitesinin (Ki bu komitenin başkanı Vali, yardımcısı Büyükşehir Belediye Başkanı. Üyeleri de Rektör ve ilgili STK'larla bir kısım şahsiyetlerdir.) örneğin ilgi alanının başına oturtulup ilk gündem maddesi yapılarak tartışmaya açılabilir. Hatta kent kamuoyu da anketlerle bu tartışmaya çekilebilir. Basın, televizyonlar değerlendirilebilir. Ayrıca yakın zamanda Diyarbakır'da toplanacak olan Tarihi Kentler Birliği'ne de bu konuda bir sunum yapılabilir.
Şehrimiz anılmaya tarih istiyor. Ne dersiniz? (ŞD/BB)