"Ne olmuşsa olmuş, olan biteni unuttuk. Yeni sayfa açalım" sözleri havada uçuşuyor. Sonuçlardan yola çıkarak bir okuma yaparsak, bu anlayışın bugüne dek birbirleriyle tahterevalli oynamayı alışkanlık haline getiren partilerle sınırlı kalmaması dileğimiz. Yani mevzu şu, bir miktar daha ete kemiğe büründürülerek, sorunların parlamentoda da çözümüne dair çabaların yürütüleceği bir platforma dönüştürüleceğinin "yeni açılmış 'ak' sayfaları" olmasına dairdir ettiğimiz kelamlar.
Anlayan, anlamıştır derdimizi. Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve geleneği, neredeyse 15 yıldır meclis dışına atılmıştı. Meclis dışına atılmakla kalınmamış mahpusa da tıkılmış; sonra da, adeta üzerinde genel mutabakata varılarak, zaman zaman mutabık muktedirlerin bir kesiminin de mağduru olmasına rağmen sorgulanmayan bir seçim barajı meclisin belirlenmesinde sabit bir faktör olmuştu.
Varsın olsundu! Kürtlerin, kimliği elinde çözümü kafasında siyasal temsilcileri parlamentoya girip o kutsal mekanı "karıştırmasın" da, dışarıda "ne halt" ederlerse etsindi. Dışarıdaki -meclis dışındaki- bir şekilde "hal" ediliyordu. Ama meclistekiler "halledilmeye" kalkışılınca, mesele en azından uluslararası hukuk ile medyatik manada zora giriyordu.
Ama anlaşılan, bu kez "oyun" tutmamıştı. Olan olmuş. Kürtlerin ve kimi sol, sosyalist, demokrat kesimlerin geç de olsa akıl başlarına gelmişti. Geç de olsa diyorum. Çünkü 1999 ve 2004 seçimlerinde de 2007 seçimlerindeki bağımsız model düşünülebilir ve bugün 2007 itibari ile tarihin çöp sepetine, yarın itibarı ile atılmaya aday baraj sistemi, bir ya da iki seçim önce terk edilmeye zorlanmış olabilirdi.. O günler için olmayan 2007'de tezahür etti.
Önce tek tek oy pusulaları genel oy pusulasına dahil edildi. Sonra karınca duası kabilinden yedi punto harflerle bağımsız milletvekili adaylarının adlarının adeta okunmaması için elden gelen tüm gayret gösterilerek oy pusulasına sıralandılar.
O da yetmedi! Seçmen bilgi kağıtları bir çok seçmene ulaştırılmadı/ulaşmadı. Allah'tan ki, kullanmayı bilenler için İnternet üzerinden Yüksek Seçim Kurulu'nun sitesi imdada yetişti. Gariban vatandaş ise seçim günü eskinin alışkanlıklarına binaen sandık sandık ismini aradı durdu. Zaten polemiğe ve yargı hükmüne alışkın vatandaş, çok haklı olarak "Neden bir ailenin, her bir ferdinin ayrı ayrı sandıklarda isimlerinin çıktığı, ya da çıkmadığı" sorusunu orta yere sordu.
Yanıtını da kendisi verdi. "Çünkü bir önceki seçimlerde yoğun olarak DEHAP -şimdi DTP- oyu olarak çıkan sandıklarda bu karışıklıklar bilinçli olarak yaratılmıştı." Bu yargı bile, başlı başına, vahametin daniskasıydı!
Bağımsız seçeneği ile meydanlarda ve sandıklarda siyasal tercihlerini seçmenleri ile buluşturmaya çabalayan siyasetçilerin, bütün siyasal mücadelelerine, bu kez oylar "heba" olmasın diye, seçmeni "eğitmek" görevi de eklenmişti. Sonuç da bütün engellemelere rağmen arzulanan başarılmıştı.
İşin sırrı, hiç okuma yazma bilmeyen yaşı yetmişe dayanmış bir Kürt kadınının, oy kullanma yerinde "Senin okur yazarın yok teyze, oyunu nasıl kullanacaksın" diye soran polise verdiği yanıtta gizliydi:
"Merak etme oğlum. Benim okumam yazmam yok ama sayı saymayı biliyorum. En alt sırada ve baştan da, sondan da dokuzuncu sıradaki adaya mührümü basacağım".
Yaşlı Kürt kadınının baştan ve sondan dokuzuncu sıra olarak tarif ettiği , Diyarbakır "Bin Umut adaylarından" bağımsız Akın Birdal'ın oy pusulasındaki yeriydi.
Neyse! Bütün engellemelere rağmen bağımsız olarak seçime giren DTP'nin desteklediği "Bin Umut Adayları" grup kurabilecek sayıyı yakalayarak en azından şimdilik parlamentonun kapısını aralamış oldular. Sadece Kürt siyasal temsilciler olarak mecliste temsil hakkını yakalayan vekiller olmakla kalmayıp, belki de enternasyonalizmin en haysiyetli duruşunu ispatlayarak ellerinin arasındaki kimi seçilme ihtimali yüksek yerleri -ki seçildiler- de Türk siyasetçilerle paylaştılar.
Aslında bu, belki de, Kürtleri her fırsatta "kaba milliyetçilikle" suçlayan kimi aklı evvel kerameti kendinden menkul "sol" şahsiyetlere de ince bir mesajdı. Ufuk Uras'ın İstanbul'dan, Akın Birdal'ın Diyarbakır'dan seçtirilip Ankara'ya gönderilmesi bu enternasyonalist paylaşımın nazik ve anlamlı örneğiydi.
Yoksa nasıl tarif edilecekti ki birlikte yaşamanın ve dayanışmanın ispatı. İşte bütün Türkiye'de Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) 52 bin oy alırken, Nin Umut adayı olarak İstanbul'un birinci bölgesinden seçime giren eski ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras 80 bin oyla meclise yollanıyordu.
Akın Birdal aldığı 54 bin oyla, Diyarbakır'daki dört adaydan en çok oyu alan ikinci aday oluyordu. Bu durum Diyarbakır'ın bir beldesinde, Bağlar'da yüzde seksenler civarındaki oyla yine bir Türk'ü, Yurdusev Özsökmenler'i belediye başkanı yapan halkın, hayatın içinde "birlikte yaşamanın, kardeşlik, barış ve dostluğun nasıl olacağı" sorusuna verdiği tarihe geçecek yanıtlardan akılda kalanıydı.
Aslında belki de orta yere sorulması gereken bir soru da şuydu: Akın Birdal'ın memleketi Niğde'den, ya da Yurdusev Özsökmenler'in memleketi Çanakkale'den, hiçbir şey yapmadan sadece Kürt asıllı olduğunu beyan ederek bir Kürt, muhtar adayı olmaya yeltensin, bakalım sonuç ne olacak! İşte Kürdün birlikte yaşamakta ısrar edişinin paylaşımı belki de bu anlamıyla önemli...
Baskın Oran olayında olduğu gibi şık olmayan tökezlemeler yaşansa bile, bu seçim Türkiye siyasetine Kürtlerin adına ciddi manada siyasal katkı sunmuş ve Türkiye demokrasisine tahmin edilenden çok daha fazla güç katmıştır. Bu emeğin ve gücün kadri kıymeti bilinerek bundan sonra bu yeni duruma uygun bir tarzı siyaset geliştirilmek durumundadır.
Türkiye, 1965 seçimlerinden 42 yıl, 1991 seçimlerinden de 15 yıl sonra yeniden sol, sosyalist, bir de adlarını bile telaffuz etmekten imtina edilen, varlıkları yok sayılan Kürtlerle yeniden "yüzleşecek". Hem de parlamentoda!
Yeni seçilmişlere bütün bu hengame içinde büyük sorumluluklar düşüyor. Yeni seçilen vekiller, geçmişte bir linç ve yargılamaya dönüşen davranışlara fırsat vermeden parlamentoda nasıl muhalefet yapılır, nasıl çözüm üretilir, nasıl siyaset yapılır göstermeli.
Özetle solsuz, Kürtsüz parlamentoya nasıl ruh kazandırılırın ağır yükünün sorumluluğunu bilerek, hissederek, taşıyarak, diplomatik ve ortak bir dilin politikasının yapılmasının gereği, Bin Umut Adaylarının boyunlarında borçtur.
Çünkü böylesine bir politika yapılmasının sözünü kendi halklarına açık yüreklilikle vermişlerdir. Şimdi o sözün, "Halkımıza Sözümüz Var" sözünün hakkını ifa etmenin zamanıdır. Haydi rast gele...(ŞD/EÜ)