Sayın okurum buraya takılmış. Bana attığı mesajda; "Bu kesin yargı doğru değil. 1965 yılında Türkiye' de 'Ulusal Artık' yöntemiyle seçim yapılmıştır. Bildiğim kadarıyla dünyanın hemen hiçbir ülkesinde bu sistem(in) bizdeki biçimiyle uygulanmamıştır. Sizin 'Demokrasi' ve 'Demokratik Seçim' den ne anladığınızı doğrusu pek net olarak bu yazınızdan anlamadım. Ancak, size herhangi bir konuda kesin yargılı yazmadan önce biraz araştırma yapmanızı öneririm" diyor.
Kendisine de özel mesaj yazıp hem teşekkür ettim, hem de sorularını yanıtlamaya çalıştım ama böyle bir soru başka okurların da aklına gelir diye bu haftaki "karşıdan bakınca"yı da aynı konuya ayırmayı gerekli gördüm. Çünkü anlaşılan o ki yazımda derdimi iyi ifade edememişim.
TİP'i Meclise taşıyan Milli bakiye
Öncelikle bana mesaj atsa da atmasa da okurlarıma teşekkür ediyorum. Tabii ki yazdığımı düşünen, bir mesaj atarak konuyu tartışanlara daha büyük teşekkürler. Hele hele bu mesaj içinde bazı olumlu öneriler de taşıyorsa bu benim için çok daha değerlidir.
Okurumun önerdiğini elimden geldiğince yapıyorum. "Milli Bakiye" sistemini de doğrusu biliyorum. Üstelik ben de 1965'deki uygulanışının, Türkiye İşçi Partisi (TİP) gibi bir partiyi 15 milletvekili ile meclise taşıması açısından çok önemli buluyorum.
Yine bir seçim döneminde seçim sistemleriyle ilgili hazırladığım ve yayınlanan bir çalışmada bu yöntemin değişik bir biçimini de önerimin içine katmıştım.
Şimdi okurumun yanıtlamamı istediği sorulara yanıt vermek istiyorum:
"Sadece seçmen tercihi" meselesi değil
Ben "demokrasi" deyince bir toplumda insanların herhangi birinin aklına gelen ve başkalarının da öğrenip kabul etme ve üzerine yaşamı inşa etme gizilgücünü (potansiyelini) taşıyan her düşüncenin öncelikle serbestçe ifade edilebilmesini, örgütlenebilmesini ve herhangi bir temsil platformunda tüm benzerleriyle birlikte ve "doğrudan demokrasi"ye yakın oranda bir temsil edilmesini anlıyorum.
Demokrasinin temeli bana göre her türlü düşüncenin ifade ve kendini gerçekleştirme özgürlüğü ve katılımcılıktır. (Bu noktada "laik"lik ve "şiddet" konularında gelecek "itiraz"ları görüyor ve tartışılabileceğini kabul ediyorum. Ancak bu başka bir yazının konusudur.)
"Demokratik seçim"den anladığım işe en doğrudan tanımıyla şudur: Temsili bir demokrasi modelinde temsil etmeye aday olanların, onların temsil edeceği kesimlerin oylarıyla belirlenmesi, herhangi bir müdahaleden bağımsız ve tam demokratik bir seçim sürecinin yaşanması, yani propaganda ve kamuoyunu etkilemede tam bir eşitliğin sağlanması, seçmenlerin de kendilerini temsil edeceği kişileri doğrudan ve özgürce seçebilmelerine olanak tanınması, bu bağlamda hiç bir düşüncenin seçimin tümü göz önüne alındığında temsilcisiz kalmaması bir seçimi "demokratik" kılan unsurlardır.
Başka bir deyişle benim anladığım anlamda "demokratik" bir seçimde; yalnız, seçmenlerin tercihlerinin seçilenlere aynen (ya da yaklaşık) yansıması seçimin demokratik olmasını sağlamaz.
Bir seçimin demokratik olabilmesi için bir adayların belirlenme sürecinin bir de seçim sürecinin (propaganda ve toplumu etkileme aşaması) olabildiğince eşit ve demokratik olması da gerekir.
Adayların belirlenmesi
Bizim ülkemizde sol ya da sağ partilerde "lider sultası" söz konusudur. Ön seçimle aday belirlemek, hele hele o partinin yandaşlarının, yani seçim olduğunda o partiye oy atanların istek ve arzuları hemen hiç dikkate alınmaz. Çünkü bizim ülkemizde "demokrasi" yalnızca "biçim"dir. Kimse seçmene ve onun kararının doğruluğuna inanmaz.
Oysa adayların belirlenmesi sürecinin "demokratik" olması gerçekten önemlidir. Bu noktada da bence yalnız parti içi demokrasinin işlemesi, yani adayların ön seçim ya da üye yoklaması biçimiyle yapılması da yetmez.
Herkesin aday olabilme özgürlüğünün ve olanağının (başvuru-adaylık harcı alma vb. koşullar adaylığı sınırlayıcı unsurlardır) olması yanında; aynı zamanda o partilere destek verenlerin de adaylar hakkında düşünce beyan etmeleri, dahası tercihlerinin oylarına yansıması önemlidir.
Dolayısıyla hem genel parti yandaşlarının eğilimlerini belirleyen anketler ve benzeri yoklamalar, hem de seçim sırasında adaylar üzerinde tercih kullanılması yöntemi pek benimsenmez. Oysa bunlar demokratik temsiliyetin en önemli unsurları arasındadır.
Adayların "ön seçimle" değil, "merkez yoklaması"yla belirlenmesi yalnız sağ partilerde değil, "sol", hatta kendisine "demokratik" diyen partilerde de benimsenen bir yöntemdir.
Burada "Dünyanın hiç bir yerinde adayların parti üyeleri değil 'seçmen' tarafından belirlenmesi gibi bir 'yöntem' uygulanmamıştır" denilebilir. Ama bence böyle olması, böyle olamayacağı anlamına gelmez.
Son seçimle ilgili bir çok yerde seçimden önce belirlenen adaylarla ilgili bir çok insanın destekledikleri partilerin belirlediği adaylarla ilgili olumsuz değerlendirmelerine tanık oldum.
Seçim sonrası da bu değerlendirmelerin karşılıkları kanımca sandığa belirli oranlarda yansıdı. Bazı seçmenler salt gösterilen aday nedeniyle partilerine oy atmadıklarını belirttiler. Pek çok seçmen de seçim öncesinde kendi partisinin adaylarını kendisini yansıtmadığını ifade ediyordu.
Propaganda/Etkileme süreci
Bir seçimi "demokratik" kılan ikinci önemli unsur seçim öncesinde seçmeni etkileme, yani propaganda sırasında ortaya çıkar. Bizde alışılagelen tutum çoğunluğun düşüncesine daha çok olanak vermek tanımaktır.
Radyo konuşmaları, sokaklardaki afişlerin konulduğu yerler ve yaygınlık alanları, seçim dönemlerinde yapılan harcamaların şeffaflığı, iktidarda bulunanların iktidarın olanaklarını kullanmaları, yaygın medyanın tutumu, kamuoyu yoklamaları, herhangi bir "meşru" ya da "meşru" olmayan "erk"in etki ve müdahalesi, vb. tüm unsurlar parası olana, güçlü olana, iktidarda olana, olanağı önceden bulunana hizmet eder ve seçimin "demokratik"liğini ortadan kaldırır.
Tersinin olabileceğini düşünmek de "ütopya" olarak görülür. Doğrudur. Bir "ütopya"dır. Bu insan soyuna en yakışır bir dünyanın yaratılma sürecindeki bir "ütopya". Ama bu "ütopya"nın halen "ütopya" olması da yaşadığımız örneklerin neden "demokratik" olamadığını ortaya koymaya yeter de artar bile.
Tam temsiliyet-Gerçek seçim
Bu ülkede gerçek "sol", gerçek "emekçi" kesimin neden demokratik arena da temsil edilmediğini sorgulayanlar önce buralara bakmalılar. Eğer burada yaşanan eşitsizlikler düşünülürse; örneğin seçim giderlerinin emekçi sınıfların bir seçimde diğerleriyle aynı koşullarda meydana çıkamadığını düşünülürse ülkemizde yapılan seçimlerin hiç birinde "demokrasi"nin hemen hiç söz konusu olmadığı sanırım herkes tarafından kabul edilecektir.
Gelelim seçim aşamasına: 28 Mart'ta bu ülkede seçim yapıldı. Sonucu hep birlikte gördük: yüzde 42-45'lik bir çoğunluk oyu ülkenin yüzde 85-90'ına yani neredeyse tümüne egemen oldu. Başka bir deyişle çoğunluk olanın dışındaki tüm düşünceler beş yıllığına dolaplara, dosyalara, kitlendi. Şimdi onlar yapabildikleri oranda "keskin muhalefet" yapacaklar. Oysa yaşam "muhalefet" ederek üretilmez. İnsan soyu bir "erk"e sahip olarak yaşama müdahale eder. Müdahale girişiminin engellenmesi, ket vurulması, diğerini etkileme olanağını yitirmesi "demokrasi"nin yitmesi demektir.
"Demokrasi"ler herkesin kabul ettiği gibi "uzlaşma" modelleridir. Hele hele yerel demokrasiler yaşama dair tüm uzlaşmazlıkların, uzlaşma yollarının, arandığı, denendiği yerlerdir. Orada akıl ve bilime dayanan"ortak yarar", tutkulara, isteklere, inançlara, kanılara egemen olur. O nedenle uzlaşmaz sanılanlar yerelde, yani hayatın içinde daha kolay uzlaşır. O nedenle "yereller" demokrasinin gerçek anlamda "beşiği"dir.
Benim mahallemde seçimin galibine seçmenin yüzde 58-60'ı karşı. Bu kesim beş yıl boyunca bu yerelde söz sahibi olamayacak. yüzde 40-42' lik azınlığın "diktatörlüğü" benim yerelimi yönetecek. Oran yüzde 80-20 de olsa aynı şeyi söyleyecektim. Bütün mesele yüzde 20'nin ya da herhangi bir "farklı" düşüncenin temsilcilerin bulunduğu arenada düşüncesini aktaramaması ve dahası kendi yaşamı hakkında söz sahibi olup olamadığıdır. En azından getirdiği, önerdiği çözümleri konusunda diğerlerini etkileyebilme gücünün elinden alınmasıdır.
Düşüncemi yineleyeceğim: Yalnız seçimlerin demokrasinin sınırlarını zorlayacak, tüm tercihlerin temsilcilerini seçmeye olanak tanıyacak yöntemlerle yapılması demokrasiyi var kılmaz.
Benim düşünceme göre demokrasi "doğrudan demokrasi"ye yakınlığı anlamında gerçekten "demokrasi" olur.
Herhangi bir seçim de bunu sağladığı anlamda "demokratik" bir seçimdir.
Bu ülkede demokrasi en çok uygulandığı zamanda bile "yarım", hatta "çeyrek"tir.
Hiç bir şeyin yarısı o "şey" değildir.
Benim düşünceme göre "Yarım demokrasi" de ne yazık ki "demokrasi" değildir. (MS/NM)