Kurgu böyle olduğu için en son söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim: Bu seçim benim seçimim değil!..
Yerel yönetimler, yönetilenin yönetime daha kolay katıldığı; bir anlamda "demokrasinin varlığının" kanıtlandığı yerler olarak sunulagelir. Bizde ise "yönetime katılma"dan daha çok ortaya çıkan "rantın paylaşımına katılma" olarak şekilleniyor.
Bunun için seçenler değil, seçilmeye aday olanlar daha çok "meydan"dadır. Vaatler yapılır ve yönetilenler tavlanmak istenir. Hatta bu amaçla doğrudan "rüşvet" de dahil bir dolu "alış-veriş" yaşanır.
"Kaz" ve "Tavuk" meselesi
Ne de olsa "kaz" gelecek yerden "tavuk" esirgenmez. Bu durumda seçmen "kaz" mı oluyor, "tavuk" mu orası pek belli değil.
Eğri oturup doğru konuşalım ki seçmen de bu role çoktan hazırdır. Çünkü "demokrasi"yi bilenimiz bir avuç. Bilmeyen ise alabildiğince çok. O "çoğunluk" denen topluluğun ise ne yapacağı hiç bir zaman belli olmaz. Çünkü akıl yerine "duygular", doğrular yerine "çıkarlar" belirleyicidir.
Bu seçime "sol" ve "demokrasi" den yana olanlar büyük bir "hezimet"e uğrama korkusu yaşıyorlar. Kamuoyu yoklamalarında seçimin "galibi"nin çoktan belli olduğu, şimdi "skor"un ne olacağının tahmini yapılıyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yüzde 65'i bulursa, ülkenin geleceğini "kökten" değiştirecek projeleri ortaya atacakmış.
Tartışılan bu!
"Fişçi"ler ve "fişli"ler
Kimsenin "demokrasi"den, "demokrasi"nin üstünlüğünden söz ettiği yok.
Yani hiç kimse, benim dert ettiğimi dert etmiyor. Oysa bu seçim de tüm öncekiler gibi "yönetilenin yönetime katılması"nın bir aracı olabilir. Böylelikle hepimiz "demokrasi"yi daha bir öğrenme ve yaşama yolunda önemli bir adım olabiliriz. Ama bu kimsenin umurunda değil!..
Aslında bizim ülkemizde ve insanımızın kafasında "demokrasi" yalnız bir yönüyle var: Yönetecek olanın "seçimi" konusunda düşünce belirtme.
Burayı özellikle bir kere daha vurgulamak istiyorum: "Yönetecek olanı seçmek" değil, seçilecek olan hakkında düşünceyi belirtmek. Hem kendimiz hem de her fırsatta "demokrasiye müdahale etme" hakkını kendisinde görenler, toplumun "esenlik ve selameti" için toplumu "kategori"lere ayırıp, bunları bir yerlere kaydedenler, ya da kaydetmeyi planlayanlar, kısacası "fişçiler" ve "fişli"ler böyle olmasını yeterli görüyorlar.
Çünkü bizim ülkemizde "yönetecek" olanlar başka yerlerde belirleniyor, seçiliyorlar.
Ülkenin 80 yıllık geçmişine bir bakın. gerçekten "demokratik" kuralların egemen ve geçerli olduğu bir seçim olmuş mudur? İster tek partili, iter çok partili, ister cunta, isterseniz küresel demokrasi döneminde hiç bir zaman "demokratik" bir seçim yaşanmamıştır bu ülkede.
Dahası bu ülkede seçilenlerin "yönetme becerisi" olması da gerekmiyor. Şu anda aday olanların belirlenme yöntemlerine ve kim olduklarına bir bakın. Bunu çok iyi anlayacaksınız. Herhalde hiç bir seçimde bu seçimde olduğu kadar demokrasi, insan hakları karşıtlarının, hatta "kuralları" olan bir topluma itiraz edenlerin, "yasadışı" olanların aday olduğuna tanık olmamıştık.
Kadınlar ilk kez bu seçimde
Dahası hiç bir seçimde adayın niteliği ve seçilme yöntemi, bu kadar amacının dışında belirlenmemiştir.
En uç örneği vermek istiyorum. Bu ülkede kadınlar "ezilen" sınıflar dışı bir "sınıf"tır. İlk kez bu seçimde kadınlar "kendi kaderlerini tayin etmek" gibi çok temel bir amaçla aday oldular.
Ama bu aday oluştaki amaç da ne "yerel"i yönetmek, ne de "demokrasi"yi var etmekti. Amaç "kadınların varlığıydı". Eğer bir seçim amacının dışında bir nedenle gerçekleştiriliyorsa oradan demokrasinin üstünlüğü çıkmaz, çıkamaz.
Diğer yöne de bakalım: Egemen parti de bu seçimi ülkenin geleceği üzerinde ne kadar söz hakkına sahip olacağını belirleme aracı için kullanıyor. Yani amaç yine aynı.Kendisine "sol", "demokrat" diyen partiler bile böyle adayları belirlediler.
İşte bu belirlenenler hakkında seçmen şimdi "düşüncesini" belirtecek. Seçimi en çok oyu toplayan kazanacak. Tabii ki demokrasinin "çoğulculuk" olduğuna inananlar kaybedecek.
"Kazanırsam, birlikte" diyecek biri
Tüm seçim süreci boyunca hep birisi ortaya çıkacak ve şöyle diyecek diye bekledim:
" Eğer ben kazanırsam, sizlerle birlikte yöneteceğim. Benim yönetimim döneminde farklı her düşünceyi dinleyecek ve tüm uygulamaları uzlaşarak yapacağım.
Ben de sizlerden birisiyim ve seçilmem demek yalnız 'yönetime katılmam' anlamına gelecek. İşte ben sizin sizi yönetmenizi kolaylaştırmak için adayım.
Beni seçmek demek kendinizi seçmek demektir.
Beni seçmek demek çoğulculuğu seçmek demektir.
Beni seçmek demek bütün renklerin oluşturduğu güzel bir resmi birlikte yapmak demektir.
Ben yalnız beni seçenleri değil, seçmeyenlerin de yönetime katılmalarını sağlayacağım.
Bu 'yerel'i düşünenlerle, herhangi bir düşüncesi olanlarla, ortaya çıkan herkesle birlikte yöneteceğiz. Aslında biz 'Yöneten' sizler 'yönetilen' değilsiniz. Yöneten 'Hepimiz' olacağız.
'Yönetilen' ise daha iyi, daha güzel, daha yaşanası bir 'yerel'de yaşayabilmemiz çözümlenmesi gereken sorunlarımız, onların çözümü için
gerekli olanaklarımız, çözümleri engelleyen zaaflarımız ve onları kolaylaştıracak olan üstünlüklerimizdir. Çünkü 'hepimiz' aynı geminin içindeyiz.
Ancak böyle bir yaklaşımla daha iyi bir dünyada, daha iyi bir 'yerel'de yaşamı yeniden kurabiliriz. "
Ben "yerel" seçimlerin daha yapılmadan büyük bir "kayıp" olduğunu düşünüyorum. Sizce çok mu kötümserim.
Daha iyisi çıkarsa siz kazanırsınız. Ya benim dediğim çıkarsa! İsterseniz bir düşünün ve pazar günü oyunuzu ona göre verin. (MS/NM)