Çizim: Ercan Altuntaş
Kobanî davasının 31. duruşma periyodunun 1. oturumu, Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.
TIKLAYIN-Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
TIKLAYIN - “Mahkeme, iktidarın çizdiği sınırdan çıkamıyor”
TIKLAYIN - “Kobanî davasında mahkeme, kendi yarattığı hukuku uyguluyor”
“Bu dosya duruşma salonundan ibaret değil”
MA’nın haberine göre, duruşmada söz alan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, Avukat Nuray Özdoğan, 193 aydının imza kampanyasını anımsattı.
TIKLAYIN - 193 aydın, sanatçı ve gazeteci: Kobanî davası hukuksuzdur, karşısındayız
Duruşma hakimi, buna ilişkin itirazda bulunarak, “Bu şahısların dosyayla ilişkileri nedir, dosyayı nerde okudular?” diye sordu.
Özdoğan, “Sizin yüzünüzden bu dosya duruşma salonundan ibaret değil. Bu kampanyada, AİHM büyük daire kararlarına değiniyorlar. Hukuk çağrısı bu ülkede yaşayan herkesin hakkıdır. Siz AİHM kararını kabul etmiyorsunuz, bunu mu kabul edeceksiniz. Ama ben bunu sormak zorundayım…”
“Savunma hakkını gözetmeniz gerekir”
Ardından söz alan Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, dosyada “Dernek adı altında bazı hukuk örgütleri” tanımını hatırlatarak, şunları söyledi:
“Zayıf olan mütalaalar veya iddianameler algılarla yürütülür. Avukatlar olarak duruşma salonuna geldiğimizde, savunmayı temsil pozisyonu için buradayız. Diyarbakır’da 207 kişi yargılanıyordu. Oradaki heyetle de duruşma takviminin günlerini belirlerken uyumu kaybetmedik. 1 hafta duruşma yapıldığı da oluyordu ama 2-3 aylık aralar verilmek kaydıyla. O yargılamalarının olduğu hiçbir dosyada mahkeme başka dosya almamazlık etmezdi.
Bu dosyada avukatlar birden çok dosyaya bakıyor. Sizlerin savunma hakkını da gözeterek tarih belirlemeniz gerekir. AİHM savunma hakkını hem sanık hem da müdafiler açısından yeterli zamanın tanınması olarak tanımlıyor. Bunu ihlal ediyorsunuz.”
Mütalaa 5 bin, iddianame 3 bin sayfa
Siyasetçi Ayla Akat Ata, gelen evraklara dair aleyhe olan hususları kabul etmeyeceklerini söyledi.
Duruşmalara katılamayacağını söyleyen Ata, tutuksuz yargılanan sanıkların savunmaları bittiği takdirde savunma yapacaklarının altını çizdi:
“5 bin sayfalık bir mütalaa, 3 bin küsur sayfalık bir iddianame var. Eklenen dosyalarda sadece aleyhte deliller toplanmış, 669’ncu klasörden 662’nci klasöre kadarki iddialara cevap olabilmek için çalışıyoruz.
Biz bu sürece denk düşen esas hakkında savunma yapma arayışı içerisindeyiz. Ben burada duruşma takip edemiyorum. Bizimle dalga geçer gibi diyalog kurmayın. Okudunuz mu diye sormayın.
Burada bizim özgürlüğümüz yargılanıyor. Bu dosya demokratik çözüm sürecinin intikam dosyasıdır. Bizler de bu sürecin yürütücüleri olarak karşınızdayız.”
“Kriminalize edilmeye çalışıldık”
Şırnak Baro Başkanı Dilsiz de söz alarak avukatlık yasası kapsamında toplumsal davaları takip ettiklerini söyledi:
“Barolar, bu kapsamda bir denge ve denetleme mekanizması kullanmak zorundadır. Bizler ise bu dosyada kriminalize edilmeye çalışıldık. Bu dosyanın esasına ilişkin yaptığımız savunmalarda adil yargılanma hakkına atıfta bulunduk. Kürt siyasetçilerin yargılandığı dosyalarda inanılmaz bir çelişki söz konusu.”
“Devletin Kürtlere karşı yürüttüğü bir dava”
Verilen aranın ardından tutuklu siyasetçi Sebahat Tuncel söz aldı:
“Bu dava devletin Kürtlere karşı yürüttüğü bir dava. Siz de bir bağımsız muhakeme yapmak yerine devlet adına görev bilmişsiniz. Üzerinizdeki cübbe adil ve bağımsız bir yargılama yaptığınız anlamına gelmiyor.
“Maddi gerçeğin açığa çıkarılmasını istemiyorsunuz, isteseniz bu dava böyle sürmez. Savcı Beye laf bulamıyorum, mütalaasında bir düşman hukuku var. Duygusunu katmış, onun duygusuyla karşılaşıyoruz. Bunların hepsi suyu bulandırmak için. Burada Kürtleri ve dostlarını yargılıyorsunuz tüm mesele bu.
Yeni adli yıl için Erdoğan, adil yargılanma dedi. Barış Anneleri sokağa çıkamıyor, insanlar çıkamıyor. Ama çeteler dışarıda. Yargı reformu dediğiniz şey nedir? AB uyum sürecinde iyi yasalar da çıktı, şimdi hepsini geri aldılar. İstanbul Sözleşmesini iptal ettiler, şimdi 6284 Sayılı Kanunu kafaya takmışlar. Her gün iktidarın küçük ortakları kadınlara dair beyanlarda bulunuyor. Kadınlar sokaklara çıkamıyor, her gün kadın katliamı var. Bu durum Kürt sorunundan bağımsız değildir. İktidar toplumu çürütüyor.
“Fail biz değil, iktidar”
1 Eylül’de insanlar sokağa çıkarak barış istediler. Kürt sorunu çözülmeden yargı bağımsızlığı olamaz. Anayasa, yasa, parlamento askıda, işlemiyor. 1 Eylül’de insanlar toplumsal barış olsun derken, demokratik düzenin yolunu da gösterdiler. 38 kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyoruz ve barış diyoruz. Buna inanıyoruz.
Kürt halkının statüsünü talep etmesi cezalandırılamaz. Tek adam demokratikleşme diyor ama hiç de öyle değil. İkinci cumhuriyeti kurmak istiyorlar ve bir kez daha Kürtlersiz yapmak istiyorlar. Kürt kadınlarını önlerinde engel olarak görüyorlar. Çünkü biz itiraz ediyoruz. Bu onların işine gelmiyor.
Bu dava da tam da bunun için açıldı. Maddi deliller ortaya çıkarıldığında 6-8 Ekim olaylarının faillerinin biz değil iktidar olduğunu çok iyi göreceksiniz. Davutoğlu sağda solda konuşuyor, neden bu süreci konuşmuyor? Hakan Fidan bölge bölge geziyor ama bu davanın sorumlularından biri de odur.
“Abdullah Öcalan’a dönük tecrit suçtur”
Temel hak ve özgürlüklerimizi kullanmamız dosyada suç olarak sayılmış. Tecride karşı açlık grevine girdiğimiz için suç demiş. Tecrit insanlık suçudur, Sayın Öcalan ile yapılan diyalog süreci tüm Türkiye’ye nefes aldırdı, şimdi İmralı kapısını kapattılar, Türkiye tecrit altında. Sayın Öcalan üzerindeki ağır tecrit suçtur, mutlak izolasyon suçtur.
Bunlara itirazımızı suç olarak ele almış Savcı. Neden barış istediğimi, neden Kürt halkının statüsünün tanınması gerektiğini düşündüğümü savunmamda açıklayacağım. Düşüncemi beğenmiyor olabilirsiniz ama Kürtler bunu söyleyince ‘Terörle Mücadele Kanunu’ devreye girer. Kerkük’te Kürtler ve Arapları kışkırtıyorlar, farklı oyunlar dönüyor. Bunlar için mücadele edeceğim.
“O Kürdü dövdürtmeyecektiniz”
Örgütlenme hakkı ve konuşma özgürlüğü elimizden alındı. Kürt belediyesine kayyım atandı sonra İstanbul için aynı tehditte bulunuldu. Siz o Kürdü dövdürtmeyecektiniz. Kürde bu yapıldığında ses çıkarılacaktı.
AİHM bir karar vermiş, hukuksuzluk demiş. Keşke bu hukuksuzluğu herkes görse. Biz konuşamıyoruz ama başkaları bizi krimalize ederek konuşuyor. 2015’ten bu yana bu ülkede zulüm politikası var. Aydınların bunu bilmemesi mümkün mü? Gezi Davasında yargılananlar cezaevinde, kadınlar cezaevinde, Yeni Yaşam gazetesi ile insanlar dayanıştı diye cezaevinde. Bu ülke yaşanılamaz hale geldi. İnsanlar öldürülüyor, kadınlar ölüyor, taciz ve tecavüz artıyor. Tüm bunlar güvenlikçi politikaların sonucu.
İnsanların cenazeleri ailelerine kutuda veriliyor. Bu, iktidarın çürüdüğü noktadır. Bu ülkenin eski içişleri bakanı -ki şimdikinin de faaliyetleri farklı değil- sarı torbalarla övünüyor.”
“Bizimle kişisel husumetiniz mi var?”
Sözü mahkeme başkanınca iki kez kesilen Tuncel, “İki yıldır sizinle bu durumu yaşıyoruz. Bize özel bir yaklaşımınız var. İki buçuk yıldır bu kürsüye her geldiğimde sizinle kavga etmek zorunda mıyım? 8 yıldır özgürlüğümü elimden aldınız, gül cemalinizi görmek için gelmiyorum. Bizimle kişisel bir husumetiniz mi var? Ben değil siz tavrınızı düzeltin. Lehimize olan taleplerimizi soruşturdunuz mu? Reddettiğim bir heyet karşısında konuşuyorum farkında mısınız? Derdimiz var, Türkiye halklarına anlatıyoruz, size değil onlara anlatıyoruz. Ben bir siyasetçiyim, nerede olursa olsun siyasetimi yapacağım” dedi.
Mahkeme heyeti Tuncel’e “Burası siyaset yapma yeri değil” diye karşılık verdi. Tuncel, heyetin “Buna çok gülerim” diye yanıt verdi.
“İthamlarınızın hiçbiri somut değil”
Tuncel’in ardından tutuksuz yargılanan siyasetçilerden Sibel Akdeniz’in Zazaca gönderdiği yazılı savunması avukatı Kenan Maçoğlu tarafından okundu:
“Demokratik bir sistemde yaşamıyoruz, demokratik bir zihniyetle şekillenmiş bir mekanizma tarafından yargılanmıyoruz. Tam tersine yasaların bugün alenen çiğnendiği, bunu size durmaksızın hatırlattığımız bir süreci yaşadık yaşıyoruz. Sizin bize ithamlarınızın hiçbiri somut değil, delile dayalı değil. Aksine siyasal geçiş süreçlerindeki yaklaşımlarınıza bakılırsa ne yazık ki niyetsel.
Aslında tamamen niyetselsiniz. Niyetsel olmanız için de Kürt olmamız, iktidarın hedefinde olmamız yeterli galiba. Mesela benim davranışımdan dolayı arkadaşımı yargılayabiliyorsunuz. Biri yurt dışına gitti diye herkesi bundan sorumlu tutup tutukluluk gerekçesine dönüştürebiliyorsunuz. Ancak ben buradayım bir yere gitmedim, buna niyetim de yok. Bunu lehte değerlendirecek misiniz?
“İnsanın kalbi nasıl taşlaşır?”
Her şeyi bıraktık, kimlik tespiti yapmadan şu aşamaya gelmiş olmanızı kendiniz nasıl değerlendiriyorsunuz? Irkçı, ayrımcı, bir halkı ve onun temsilcilerini hor gören insanların kalplerini merak ediyorum. Kapkaraymış gibi geliyor bana. Evet, rengi kara olmalı. Yargısız infaz edebilecek kadar insanların gözü nasıl döner, aklı nasıl tutulur, kalbi nasıl taşlaşır? Bu nasıl olur bilmiyorum.
Bizi bölücülükle, parçalamakla suçluyorsunuz. Bu akıl almaz! Ben yurtsever bir insanım. Ama savunduğum yurtseverliğin kesinlikle milliyetçilik gibi algılanmasını istemem. Ülkemi, yaşadığım toprakları seviyorum. Kadın-erkek eşitliğini savunuyorum, tüm dini ve etnik yapıların ve halkların kardeşçe ve özgürce yaşamalarını savunuyorum.
“Vardık, varız, özgürce var olacağız”
Kürdüm, Kürdistan kültürünü seviyorum. Vardık, varız, özgürce var olacağız. Kürt halkı olarak muazzam bir tarihimiz, inançlarımız, kültürümüz ve tüm baskı ve yasaklara rağmen lehçeleriyle çok zengin bir dilimiz var.
Dilimizi, kültürümüzü, adımızı seviyorum. Suç mu? Bu yaklaşım ve bakış açısı neye göre bölücülük oluyormuş? Biz insanlar, eninde sonunda kocaman evrende bir toz parçasıyız. Nedir bu öfke, bu kin, nedir bu başkasını yönetme, ezme, baskı altına alma isteği? Bu eril akıl önlenemez hataları da beraberinde getiriyor. Bakın bu ülkenin yöneticileri ve onlara kul köle olmuş olan sizler, IŞİD terör örgütünü yenilgiye uğratan ruhu ve iradeyi yargılıyorsunuz. Böyle vahşi bir çeteye karşı tepki gösteren halka ve onu temsilcilerine en ağır cezaları vermek istiyorsunuz.
“Siz seçimin tarafı oldunuz”
Halklar olarak en büyük acıları yaşadık ve biz tüm bunlarla birlikte en ağır cezalarla yargılanmaktayız. Onlarca Kürt çocuğu zırhlı araçların çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Türk ırkını yücelten bir türküyü söylemedi diye kalbinden bıçaklanarak öldürüldü bir müzisyen.
Kadınlar katledildi, küçük kız çocukları zorla evlendirilmeye devam etti. Taciz tecavüz giderek arttı. Bu ülkenin partili cumhurbaşkanının dediği gibi asrın felaketi olan büyük bir depremi yaşadık, yüzlerce iş cinayeti yaşandı.
Kalbi delinen Kürt gençlerinin, ekmek kavgasında iş cinayetine kurban giden işçilerin, katledilen kadınların, yakılan Cudi’nin, kesilen Akbelen ağaçlarının, Deniz Poyraz’ın, Dedeoğulları ailesinin acılarını yüreklerimizde yaşadık.
Bakın bizler deprem bölgelerinde gönüllü çalışırken asrın felaketi tanımlamaları yapanlar, vergilerini ödeyen yurttaşlara yardım etmedikleri gibi halkın yardımlarına da kayyım atadılar. Kendilerinin yapamadıklarını halk başarmıştı çünkü. Kendi yaralarını kendi sarıyordu çünkü. Ne oldu hop kayyım atandı ve yardımlar adeta engellendi.
Enkazdan param parça olmuş kollar bacaklar sarkarken, ilk işleri yeni ihalelere kapı aralamak oldu. İçeride tutuklu yargılanan kaç arkadaşımızın kaç yakını yaşamlarını yitirdi? Mazeretlerini bile dinlemediniz bazen. Nedir bu öfke ve kininiz? Ve arkadaşlarımız AHİM'in tahliye kararlarına rağmen ceza almadan rehin tutuluyorlar.
Bakın ilk defa ikinci tura kalan bir seçim yaşadı ülke. Bu ülkenin yöneticileri halkta adeta travmalar yarattı. Halkı ikiye bölmek için her şeyi yaptılar. Üstelik siz de bir tarafı oldunuz seçim sürecinin. Bu davanın iktidar tarafından kullanılmasına izin verdiniz.
Alelacele henüz savunma yapmayan arkadaşlarımız olmasına rağmen iktidarın baskısı ve söylemlerine uygun olarak mütalaayı okudunuz. İktidarın idam söylemleri, bu davayı toplumu kutuplaştırmak için kullanması asıl bölücülük değil mi? Bence bölücülük aranacaksa halkta bu kutuplaşmayı yaratanlarda aranmalıdır.
“Kobanî direnişini kim provoke etti?”
Bir önceki seçimde mütalaayı okuttular, şimdi ise yerel seçimlerden önce yeni bir kutuplaştırma dalgası için bu dava hızlıca karara bağlanarak bir haliyle gündeme sokulacak. Özcesi bu dava boyunca ben kendimde çok şey anladım. En çok da iktidar için davamızın misyonunu anladım.
Gerçekten haklı Kobanî direnişini kimler provoke etti, kim bu derin güçler, bir anda nasıl oluyor da onca insan öldürülüyor? Bu ortaya çıkarılsın. Ben de biz de başından beri bu davada bunu dile getirdik. Niye bunun için çabalamıyorsunuz? Yasin Börü kim, diğer yaşamını yitirenler kim?
Neden diğer yaşamını yitirenlerin adı hiç geçmiyor? İçlerinde HDP’li olanı var mı? Ne oluyor? Davanın seyrine hukuki bir araştırmadan ziyade ideolojik yaklaşımınız yön veriyor. Buradan doğru sonuçlar çıkarılarak esas suçluların bulunacağını hiç sanmıyorum.
“Davaya son verin”
IŞİD muazzam bir direnişle yenilgiye uğratıldı. Türkiye devletini yöneten iktidar ve ortakları, bu mahkemeyi yöneten sizler IŞİD’in yenilgiye uğramasından rahatsız mısınız? Bunu bir türlü kavrayamıyorum. Kısacası IŞİD’e karşı durmak bölücülük, vatanın birliğini ve bütünlüğünü bozmak anlamına gelemez; aksine paha biçilmez bir yurtseverliği, insan, tarih ve doğaseverliğini ifade ediyor.
İddialarınızın hiçbirini kabul etmiyorum. Kesintisiz bir şekilde devam ettirmeye çalıştığınız bu davaya bir an önce son vermenizi, tüm arkadaşlarımızı berat ettirmenizi istiyorum. Periyotlar boyunca özellikle tutuklu olan arkadaşlarımıza yaşattığınız işkenceye artık son vermenizi istiyorum.”
Bir sonraki duruşma 7 Eylül’de görülecek. (AS)