Teslimiyet Sendromu’ndan ilk defa, Netflix’te yayınlanan ‘Life Overtakes Me’ (Hayatın Tutsakları) belgeselini izledikten sonra haberdar olmuştum.
Çeşitli savaş bölgelerinden ve iltica etmeyi gerektirecek sebeplerle aileleriyle birlikte kaçarak İsveç’e sığınan çocuklar, ülkeye vardıktan bir süre sonra zihinsel komaya giriyorlardı. Sığınma talepleri kabul edildiğinde ve tehlike altında olacakları ülkelerine geri gönderilmeyecekleri belli olduğunda bu koma halinden çıkıyorlardı.
En çok göçmen alan ülkelerden biri olan İsveç’te de yüzlerce çocuk haklarında verilecek kararı bekliyor. İsveç’te kalabilecekler mi, yoksa geri mi dönecekler? Tehlike altında yaşamaya mı devam edecekler yoksa aileleriyle birlikte normal, güvenli bir hayata sahip olabilecekler mi?
10 Nisan 2024’te Avrupa Parlamentosu, AB’nin sığınma ve göç politikasına ilişkin kapsamlı bir tasarı onayladı. Bu tasarıya göre sığınmacıların profilleri ve başvuruları hızlı bir şekilde incelenerek karara bağlanabilecek.
İnsanların bir anda mülteci statüsüne sahip olabildikleri ve mütemadiyen hak ihlallerine uğradıkları böyle bir dönemde, ne güzel ki Save the Children (Rädda Barnen) gibi sivil toplum kuruluşları çalışmalarına devam ederek mültecilerin hayatlarına dokunabiliyorlar.
116 ülkede faaliyet gösteren Save the Children, 1919 yılında İngiltere’de kuruldu. Çocuk hakları konusunda çalışan ve 'Region Syd' olarak adlandırılan Malmö Şubesi’nde de 50’den fazla çalışan ve 5000’e yakın üye bulunuyor. Proje yöneticisi Matilda Regell ve faaliyet sorumlusu Rami Jaafar ile Malmö’deki mülteci çocuklarla yaptıkları çalışmalar hakkında konuştuk.
"İsveç’teki ilk gerçek işim"
Merhaba, öncelikle biraz sizden bahsedelim. Mesela, ne okudunuz ve nerelerde çalıştınız?
Matilda: İki farklı konu üzerinde eğitim aldım; biri insan hakları ve diğeri istatistik olmak üzere iki lisans derecesi tamamladım. 15 yaşımdan beri çeşitli kurumlarda gönüllü olarak çalışıyordum. Kızıl Haç’tan Operation Dagsverket’e[1] kadar. Uluslararası Af Örgütü’nün de bir nebze de olsa içerisindeyim. Herkesin eşit değere sahip olduğuna inandığım için hep insan hakları alanında çalışmak istedim. Buradaki işime girmeden önce bir restoranda çalışmıştım. Çalışmak istediğim ilk gerçek iş de bu şimdiki işim.
Nerede doğdun?
Matilda: 1995 yılında, Stockholm’de.
Peki ya sen, Rami?
Rami: 1991 yılında Suriye’nin Şam şehrinde doğdum. Şu anki yaptıklarımla pek alakası olmayan bir bölüm olan Arkeoloji Fakültesi’ni bitirdim.
Peki hiç arkeolog olarak çalıştın mı?
Rami: Hayır, hiç. 2011 yılında zaten Suriye İç Savaşı başlamıştı. Daha sonra savaş sırasında ihtiyaç duyulan alanlarda gönüllülük yaptım. Aynı yıl Kızılhaç’ta gönüllü olarak çalışmaya başladım. Bu, 2015 yılına kadar sürdü. Bu çalışmalarım neticesinde kriz müdahalesi konusunda oldukça fazla deneyim kazandım. Daha sonra 2015 yılında sığınmacı olarak İsveç’e geldim ve başlangıçta yaşadığım Ystad’daki İsveç Kızılhaç’ında çalışmaya başladım. 2016 yılından bu yanaysa Save the Children’de çalışıyorum. Yani bu benim İsveç’teki ilk gerçek işim diyebilirim.
İş bulmakta sıkıntı yaşadın mı?
Rami: 2016’dan beri aynı kurumda çalıştığım için böyle bir şey yaşamadım. Yani başka bir iş de aramadım çünkü yaptığım işten keyif alıyorum.
Yani gönüllülük işi nedeniyle işe alınmak konusunda pek fazla problemle karşılaşmadın?
Rami: İşe alınmakta değil de çalışırken zorlandım çünkü başlarda İsveççe bilmiyordum, İngilizce biliyordum. Bu beni biraz zorladı. Dolayısıyla kursa gitmeden önce kendim İsveççe çalışmaya başladım. 2015’te gelip 2016’da çalışmaya başlayan biri için geçirilen o sürede, iltica başvurusu henüz sonuçlanmadığı için okula gitmek mümkün olmuyor. İşe başladığım o dönem benimle aynı sıkıntıları yaşamış ve aynı süreçlerden geçen insanlarla çalıştım. Suriye’den gelenlerin çoğunun ciddi desteğe ihtiyaçları vardı. Ve öyle bir durumdaydım ki, hem başkalarına destek vermeye hem de bana destek verilmesine gereksinim duyuyordum.
"İsveç’in her yerinde aynı metodolojiyle çalışıyoruz"
Panolarınızda da yazdığı üzere Skåne bölgesindeki birçok şehirde mültecilere yönelik yüzme kursu, ev ödevi yardımı, yeni gelenler için psikososyal destek, güvenli ortamlar yaratmaya yönelik faaliyetler, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı çalışmalar ve çok daha fazlasına dair faaliyetleriniz var. Çalışmalarınız hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Ayrıca Skåne ile İsveç’in diğer bölgelerinde yürütülen faaliyetler arasında bir fark mı? Demek istediğim; Skåne bölgesinin özelliklerinden kaynaklanan farklar var mı?
Matilda: Öncelikle, her yerde faaliyet yürütüyoruz. Save the Children’in faaliyetlerini iki ana grup yürütüyor. Bir tanesi, sadece gönüllülerden oluşan üyelik hareketi ve gerçekten harika bir iş çıkarıyorlar. Bir de benim ve Rami gibi ücretli çalışanların yürüttüğü çalışmalar var. Ama bazen aynı işi beraber yapıyoruz; mesela Jägersro’daki İsveç Göç İdaresi’nde bulunan çocuk odasındaki faaliyetleri hem gönüllüler hem de çalışanlar beraber yürütüyorlar.
Benle Rami sadece Malmö’de çalıştığımız için sorduğun mekânsal farklılıklar üzerine pek bilgi ya da deneyim sahibi değiliz ama bence İsveç genelinde bahsedebileceğimiz en büyük fark, şehirde yaşamakla kırsalda yaşamak arasındaki farktır. Mesela Skåne’de iyi bir yerel trafik var ve bu bile mültecilerin durumunu etkiliyor. En azından ulaşım konusunda rahat ediyorlar. Skåne’ye yerleştirilen çok sayıda sığınmacı var, çünkü burası aynı zamanda mültecilerin ülkeye ilk ulaştıkları yerdir. Örneğin Ukrayna savaşından sonra Skåne’de birçok feribot terminali oluşturuldu. Birçok mülteci Avrupa’ya en yakın nokta olan Kopenhag’dan geliyor. Yani evet, bu anlamda Skåne’deki sığınmacı nüfusu diğer bölgelere nazaran çok daha yüksek. Bir de, mültecilerin hareket serbestisinin çoğu zaman kısıtlı olduğunu söyleyebilirim. Örneğin ülkenin ortasında, Hässleholm’daysanız bir yere gitmeniz oldukça zordur. Ancak Norrland’a göre daha kolaydır. Mesela Norrland’da, ormanın ortasında bir mülteci konaklama merkezine yerleştirilirseniz, orası her yere uzak olur. Ama eğer bir şehirde yaşıyorsanız birçok yere ulaşma imkânınız var sonuçta.
Rami: Şunu da eklemeliyim ki bizim gönüllü veya çalışanlar olarak çalışma yöntemlerimiz tamamen aynı. Yani sorunuza cevap vermem gerekirse, evet, İsveç’in her yerinde aynı metodolojiyle çalışıyoruz diyebilirim.
Merkezlerdeki mültecilerin ihtiyaçlarını nasıl tespit ediyorsunuz? Bunun için kullandığınız metotlar, yöntemler var mı?
Matilda: Elimizden geldiğince mültecilerin kararlara katılım göstermesini sağlayarak çalışıyoruz. Katılımı sağlamanın en kolay yolu, mültecilerin önerilerini yazıp içine attıkları bir öneri kutusu tabii ki. "Fika[2] için elma istiyorum" ya da "Dans etmek istiyorum" gibi. Yani öneri kutusu. Bu en basiti. İkinci adımda, mültecilerle direkt konuşup onlara soru sorarak ihtiyaç tespiti yapıyoruz. Üçüncü durumda da henüz projeye başlamadan, bir referans grubu oluştururuz. Mesela Jägersro’yu örnek alalım. On kişilik bir mülteci grubuna katılıp katılmak istemediklerini sorar, kabul ettiklerinde o iş ya da faaliyeti hep beraber geliştiririz. Buna çocukları da dâhil ediyoruz. Güvenlik riski içeren faaliyetlerin olması durumunda ebeveynler farklı bir şekilde dâhil oluyorlar. Örneğin yüzmek gibi tehlike içeren bir aktivite ise çocuklarla çalışmak, yetişkinlerle olduğundan çok daha büyük bir sorumluluk.
Rami: Mesela senin de bulunduğun Jägersro’daki mobilyaları orada kalan mülteci ailelerle birlikte yerleştirdik. Çocuklar boyamamıza yardım etti. 2017’de Jägersro’da çalışmaya başladığımızda merkezimizi de beraber yaratmış olduk.
"İltica sürecinden geçen her insanın farklı bir geçmişi var"
Çalışmalarınızı sürdürürken stresli ya da endişeli hissediyor musunuz? Zira insan haklarına ilişkin çalışmalar oldukça politik ve can sıkıcı konularla ilgilendirmeyi gerektiriyor.
Matilda: İltica sürecindeki insanlar söz konusu olduğunda her zaman endişeleniyorum. Bu çok hassas bir konu ve sizin de söylediğiniz gibi siyasi ortamla bağlantılı. Mülteciler, siyasi tartışmalarda kolaylıkla kullanılabilecek hassas bir grup. Asıl problem, insanların mültecilerden aynı sorunları yaratan bir grup birey olarak bahsetmesi. Oysaki hiç de öyle değil; iltica sürecinden geçen her insanın farklı bir geçmişi ve apayrı koşulları var. Pek tabii ki iltica kararı bekleyen insanların herkes gibi güvenli bir yaşam hakkına sahip olmasını, vesayet altındaki tüm kişilerin eşit haklara sahip olmasını arzu ediyorum. Ancak ne yazık ki bugün, tüm bu savaşların ve çatışmaların sürdüğü dünyamızda durum böyle değil. Örneğin evsizlerin, evsiz oldukları için bile sığınma hakkı alabilmeleri gerekir ki bu, iltica sebepleri arasında bile sayılmıyor.
Rami: Benim çalışırken en çok odaklandığım şey, biz oradayken onların iyi hissetmeleri. Yani mülteci aileler merkezde bizimle beraberken biraz olsun başka bir şeyler düşünüp kafalarını dağıtabiliyorlar. O anki aktiviteye yoğunlaşıyorlar. Ama aslında Matilda’nın dediği gibi ben de çok endişeleniyorum. Zor bir durum. Bazen şahsi fikirlerimiz hakkında sorular alıyoruz. Ama biz tarafsızız. Biz taraf tutmuyoruz. Biz sadece onların kendilerini iyi hissetmeleri için oradayız. Ve mesela Göç İdaresi’nin bir kararıyla ilgili kişisel fikrimiz sorulduğunda, dinliyoruz, anladığımızı hissettiriyoruz ve yapabileceğimiz bir şey varsa harekete geçiyoruz.
Matilda: Mesela biri İsveç Göç İdaresi’nden ne zaman cevap alacağını sorduğunda zorlanıyoruz çünkü biz de bilmiyoruz. Bu durumda yardım etmek adına yapabileceğimiz hiçbir şey olmuyor. Zira bu bir idari süreç ve konunun muhatabı da bir kamu otoritesi.
Rami: Ve böyle durumlarda çok fazla bir etkimiz olamıyor.
"Kanuni süre 30 gün ama uygulamada böyle değil"
bianet okurları için süreci biraz anlatır mısınız? Göç İdaresi’ndeki konaklama merkezine ulaşan mülteciler açısından süreç nasıl işliyor? Bir yere yerleştirilene kadar ne kadar kalıyorlar burada?
Rami: Buna İsveç Göç İdaresi karar veriyor. Maksimum 30 gün içinde yerleştirme yapılacak deseler de uygulamada çok daha fazla bekleniyor. 30 günlük kanuni sürenin konuluş amacı, çocuklar bir an önce okula başlasın diye. Çünkü İsveç’te Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi her çocuğun eğitim hakkını güvence altına alan bir yasa var. Süre ne kadar kısa tutulursa yaşayacak yeni bir yer bulunması da hayatların kurulması da o kadar erken gerçekleşmiş olur. Dediğim gibi uygulamada böyle değil. Bunun nedenlerinden biri, mesela kalabalık ailelerin daha büyük dairelere ihtiyaç duyması.
Süre açısından bir değişiklik var mı?
Matilda: Hayır, hala 30 gün. Mesela bekâr yetişkinlerin toplu konutlara yerleştirilmeleri mümkün olabilir. Ancak çocuklu ailelerin kendilerine ait özel bir daireye sahip olmaya ilişkin öncelikleri var ve İsveç Göç İdaresi bu aileleri apartman dairelerine yerleştirmeye çalışır. Bu nedenle de daha uzun sürüyor.
En çok ne kadar?
Matilda: Altı ya da dört ay gibi.
Rami: Bazen ailelerin konaklama merkezinden çıkarak bir yere yerleştirildiklerini ve sonra geri getirildiklerini gördüm. Belki de gittikleri yerde çok az fırsata sahip oldukları için merkeze geri döndüler. Mesela bu şekilde iki kere gidip gelen bir aileye de rastlamıştım.
"İlk temel desteği biz veriyoruz"
İnsanları belirli şehirlere yerleştirme eğilimi var mı? Mesela Türkiye’de büyük şehirlerde kapasitenin dolması nedeniyle artık yerleştirme yapılamıyor. İsveç’te işler nasıl yürüyor?
Matilda: İsveç Göç İdaresi çeşitli özel kiralama şirketleriyle anlaşmalar yaptı. Göç İdaresi’nin de birkaç farklı yerde kendi daireleri var. Hem şehir merkezlerinde, hem banliyölerde, hem de kırsal kesimlerde. Bazen birbirinden tamamen farklı yerlerde, ya da ormanlık bölgelerde. Sığınmacıların geldikleri yere göre de bir yerleştirme yapılmaya başladı. Mesela Ukrayna’dan gelenler İsveç’teki her belediyeye yerleştirildi. Çok sayıda geldikleri için daha eşit bir şekilde dağıtılmış oldular. Ama normalde bu böyle değildir. Bir belediyede kalacak yer varsa herkes oraya gönderilir.
Konaklama merkezinde kalanların ruh hallerini tanımlamanızı istesem nasıl tarif ederdiniz?
Matilda: Merkezde yeni gelenlerle sık sık karşılaşıyoruz. Bence ilk başta bir tür sakinlik ve biraz da kalabalık oluyor. Günler ilk başta, yeni gelenler için oldukça hızlı geçiyor ama ilk geldiğinizde yapacak, uğraşacak pek de bir şeyiniz olmuyor. Bir odaya yerleştiriliyorsunuz. Sonra günler geçmeye başlıyor. Ne yapmalıyım, ne kadar süre burada kalacağım, iş bulabilecek miyim, çocuklarım ne zaman okula başlayacak gibi sorular endişe ve stres yaratmaya başlıyor. Aileyi ve arkadaşları terk etmenin de yarattığı bir miktar suçluluk duygusu var. “İsveç’e gelmeyi başardım ama sevdiklerimden ayrıldım” duygusu. Biraz karışık duygular sanırım.
Rami: Bir de şu var ki; aynı zamanda, aynı yerde, aynı durumda olan diğer ailelerle karşılaştıklarında stres ve endişe artıyor. Daha çok stres yaşıyorlar. İçlerinden birinin başvurusu reddedildiyse, mülakata hala girmediyse mesela, bunlar hep stres kaynağı oluyor. Bu yüzden konaklama yerinde olmamızın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu ilk temel desteği biz veriyoruz. Mesela başvurucular kardeş olup aynı anda gelmiş olabilirler. Aynı hikâyeye sahip olmalarına rağmen, haklarında farklı kararlar alınabiliyor. Hiç bilmedikleri ve anlamadıkları bir dilde yazıldığı için aldıkları tüm kâğıtlar, dilekçeler, mektuplar büyük stres yaratıyor. Bazen gelen sadece bir reklam broşürü oluyor oysa.
"İsveç Göç İdaresi ile temasa geçmek çoğu zaman zor"
Son sorum ise 2022 seçimlerine dair... Sağ blok partilerinin oldukça yüksek oy almış ve hükümet kurmuş olmaları İsveç Göç İdaresi ile olan ilişkilerinizi etkiledi mi?
Matilda: Öncelikle şunu söylemeliyim ki İsveç Göç İdaresi ile temasa geçmek çoğu zaman zordur. Telefon yoluyla ulaşmak da e-postalara yanıt almak da oldukça uzun sürer. Ayrıca şunu da söylemeliyim ki kamuoyuna yapılan açıklamalarla mültecilerin yaşadıkları arasında çok büyük farklar olabiliyor. İletişim kurmak oldukça zor, çünkü bu bir kamu otoritesi ve otoriteler sivil topluma kıyasla çok daha hantal. Mesela Malmö Göç İdaresi’nden bir başka oyun odası ayarlamalarını talep ettiğimizde 'evet' ya da 'hayır' cevabı alabilmemiz için hem birçok adım atmamız gerekiyor hem de gerçekleşmesi altı ay sürebiliyor. Genel olarak kamu kurumlarıyla olan ilişki hep böyle yavaş. Tek bir talep bir sürü yöneticinin masasından geçiyor. Onlarla çalışmak kamu kurumuyla değil de özel bir kişiyle çalışmak gibi bu anlamda. Göç İdaresi de bizimle iletişim kuruyor. Gözlemlerimizi veya yararlanıcıların genel olarak nasıl hissettiklerini soruyorlar mesela. Bununla birlikte seçimden bu yana hiçbir şeyin değiştiğini düşünmüyorum. İşlerin biraz yavaş olmasının bir nedeni de, yanlış bir karar vermekten kaçınmaları ve bir karar verilmeden önce birçok farklı güvenlik kontrolünden geçilmesi. Ama bu bizim işimizi çok fazla etkilemiyor. Sığınma talebinde bulunanları etkiliyor.
Ama seçimler en azından STK’lere aktarılan fonların azalmasına neden olmadı mı?
Matilda: Evet, hedef gruba giden daha az fon var artık. Bu da sığınma sürecindeki insanlara giden paranın kısılması demek oluyor. Ancak İsveç Göç İdaresi’yle olan ilişkilerimizi etkileyen bir durum değil bu. Mesela sağlık hizmetlerinde de kısıntıya gidildi.
Rami: Fikrime göre Göç İdaresi ile iyi bir iletişimimiz ve diyaloğumuz var. Zaman alması dışında bir problem yaşamadık.
Çok teşekkür ederim, eklemek istediğiniz başka şeyler var mı?
Matilda: Bütün bu yeni gelen insanlarla tanışmanın çok eğlenceli olduğunu düşünüyorum. Sayelerinde çok şey öğreniyorsunuz. İsveç hakkında kendi başınıza hiç düşünmediğiniz sorular gelebiliyor. Neden bu kadar çok kahve içiyorsunuz? Neden fika bu kadar önemli?
Rami: Konaklama merkezindeki çocuklardan çok şey öğrendim. Aynı dili konuşmamalarına rağmen çok iyi arkadaş olabiliyorlar. Birbirleriyle iletişim kuruyorlar, birbirlerini anlıyorlar.
Matilda: Dil olmadan konuşmakta çok iyiler.
Rami: Kesinlikle!
Dipnotlar:
[1] 1960’larda kurulan ve özellikle İskandinavya’da aktif çalışan Operation Dagsverket, öğrenciler arasında dayanışma sağlamayı hedefleyen bir gençlik örgütlenmesi olarak tanımlanabilir. Belirlenen operasyon gününde (Dayanışma Eylem Günü) öğrenciler, bir gün okula gitmek yerine kendi seçtikleri bir işte çalışıp kazandıkları bu bir günlük yevmiyeyi dünyadaki çeşitli gençlik projelerine bağışlıyorlar.
[2] İsveçlilerin çok önem verdikleri fika günde birkaç kez tekrarlanan ve arkadaşlarla sohbet edilerek geçirilen molalar olarak tanımlanabilir. Hem isim hem de fiil olarak kullanılır (att fika). Kahve molalarına tutkulu bir şekilde sahip çıkan İsveçliler bu hallerine kendileri de gülüyorlar. İşverenler de işyerlerinde bu fika molalarına saygı gösteriyorlar.
(SVA/VC)