Irak'ta yaşanan savaş suçlarını ve insan hakları ihlallerini hangi uluslararası yargı organı yargılayacak? Ya da Lübnan-İsrail çatışmasında kimi yargı önüne çıkarmalıyız? Afganistan ve Irak'ta işlenen savaş suçlarından sonra Filistin ve Lübnan halkının karşılaştığı barışa karşı ve insanlığa karşı işlenen suçlardan sorumlu olan politikacılar yargı önüne çıkarılmadan savaşların sona ermeyeceği anlaşılıyor.
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin öngördüğü durumlar dışında "silahlı kuvvete başvurulması", uluslararası adalet önünde bir davanın oluşmasına neden olmaz mı?
12 Temmuz 2006 günü Lübnan'da yerleşik Hizbullah örgütüne mensup militanların bir İsrail askeri birliğine baskın yapması, iki askerin kaçırılması ve bazı İsrail askerlerinin ölümünün ardından İsrail'in Lübnan'a saldırısı ve savaşın başlaması...12 Temmuz 2006 tarihinden itibaren 11 Ağustos 2006 tarihine kadar süren savaşı Birleşmiş Milletler durduramadı. Birleşmiş Milletler'in karar almasını ABD ve İngiltere sürekli engelledi. Bir aylık süre içinde her iki tarafın sivilleri öldü. Yüzlerce ölü ve yaralının acısı, isyanı ve enkaz altından çıkarılan ağzı emzikli çocukların fotoğrafları yüzyılın utancını dünyaya yaydı.
Lübnan-İsrail çatışmasındaki temel sorun Birleşmiş Milletler'in en önemli sorunudur. Bir devletin kuvvet kullanma gibi ağır bir yönteme başvurması için aranan koşulların ilki; ancak ve ancak o devletin "meşru müdafaa" halidir. Kuvvet kullanılacaksa bile, belki sadece barışın ve güvenliğin sağlanmasına kadar kullanılabilir... Meşru müdafaa dışında, kuvvete başvurma hali, savaş suçu ya da insanlığa ve barışa karşı suç işlendiğini göstermez mi?
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararı ile "savaş" durmuş görünüyor. BM aldığı kararda; yüzlerce ölü ve yüz binlerce kişinin yerinden edilmesine neden olan düşmanca ve hasmane hareketlerin sürmesinden endişe duyduğunun altını çiziyor. Acaba İsrail; Lübnan topraklarında yürüttüğü askeri harekât ile saldırıların dozunu artırarak Birleşmiş Milletlere göre "sözde meşru müdafaa" hakkını kullanmış mı oldu? Bir ay süren çatışmanın sorumlularını saptamadan kalıcı bir barış için alınan kararlar; ölen sivilleri ya da çocukları geri getirir mi?
ABD, İngiltere ve İsrail bu savaşın sorumlusudur. Bush, Blair ve Olmert barışa karşı işledikleri suçun sanıklarıdır. Kitlesel cinayetlerden, çocukları bilerek ve isteyerek ve tasarlayarak öldürmek suçlarından yargılanmalıdırlar. Sadece "politikacıları" sorumlu tutmak bile yeterli değildir. Artık herkes savaşa karşı tutumunu ve barışın korunması için tavrını belirlemelidir. Devlet yöneticilerinden, sivil ve askeri personelden tutun da "savaşı" önlemekte adım atmayan bilim adamları, medya ya da aydınlar ya da sıradan yurttaşlar bile sorumludur.
Savaşa karşı barışın savunulması için herkes üzerine düşen sorumluluk kadar suçluluğunu ortadan kaldıracak eylemleri yaratmalıdır. Suç faillerinin suçuna iştirak etmemeli ve karşı çıkmalıyız. Yoksa insanların ölümü sürecek. Kitlesel katliamlar "meşru müdafaa" adı altında sürecek.
Neler gördük... İkinci Dünya Savaşının acıları dışında, insanlar akla gelmeyen savaşlar ve katliamlar yaşadı. Hepimiz katliamların tanığıyız. Anımsayın... İki büyük insanlık trajedisinden biri Avrupa'nın orta yerinde Yugoslavya'da, diğeri ise Afrika'nın göbeğinde Ruanda'da yaşandı. 1994 yılında Ruanda'da çıkan iç savaşta, Birleşmiş Milletler özel raportörüne göre bir milyondan fazla insan katledildi.
Medya; savaşa karşı olmalıdır. Kitle iletişim araçlarının ve gazetecilerin en önemli fonksiyonu kamuoyunda "tartışma" yaratmaktır. Bu tartışmaların amacı ise, insanlığın gelişimi ve daha yaşanılır bir dünya yaratmak içindir. Gazeteciler barışı savunmalıdır. Barış bir hayli tehlikededir. Kamuoyu ve dünyayı, gazeteciler barışın korunmasına hazırlamalıdır. Savaşın bütün olasılıklarına karşı halkı uyarmalıdır.
Gazeteciler her türlü şiddete karşı çıkmalıdır. İşleri, savaş karşıtı olmaktır. Barışın hizmetindeki gazetecilerin yazıları, haberleri ve yorumlarıyla savaşlar önlenebilir. Hükümetler ve hükümetlerin savaş yanlısı olma politikalarının kaç insanın ölümüne neden olacağını kamuoyuna gazeteciler anlatmalıdır. Barışın yanında ve savaşa karşı tutumlarıyla barışı koruyacak olan gazeteciler; kendilerini bu görevi yerine getirmeye mecbur saymalıdırlar. İşte bu yüzden; bu görevleri nedeniyle "tarafsız" değildirler. İşte bu yüzden sadece "haber yazmak" la yetinemezler. Asıl işleri, barışta ve savaşın içinde ürettikleri haberlerde savaşa karşı olmak ve barışın hizmetinde görev yapmaktır.
Kitle iletişim araçları savaş karşıtı yayınlara yer vermeli. Barışın kurulması için çaba göstermeli. Gazeteciler uluslararası gerilim ve bunalım dönemlerinde çok ağır görevleri yanında taşıdıkları sorumlulukları nedeniyle; barışı savunmalı savaşa karşı durmalıdır. Gazeteciler haberleri, yorumları ve fotoğraflarıyla dünya devletlerini savaşla yüzleştirmelidir. Savaşa karşı yaşama hakkı korunmalıdır. İnsanlığın yüzyıllardır çektiği sıkıntı, acı, gözyaşı ve kanla elde ettiği "barış", devlet yöneticilerine bırakılmayacak kadar kutsaldır. (Fİ/TK)