Bir aşk doğar, ya da paraya acil ihtiyacı olan birisinin aniden karşısına bir şekilde zengin adamlar çıkar, ya da bir talihsizlik olmuştur, zengin mafya babasıyla, bir iftira sonucu düştüğü hapishanede tanışır, ahbap olur.....
Bazılarının yani zayıfların düşleri böyledir.....
Güçlülerse, her gece yaradana dua ederken "Allah'ım beni ele güne muhtaç etme" der.
Birinin umudu, ötekinin kabusudur.
Güçlü birinden yardım almayı içine sindiremez, gururuna dokunur. Kendisinin zayıf görünmesi yaşamında en nefret ettiği şeylerden biridir.
Kimse zayıfa bulaşmak istemez, fakat güçlüye, gücünü nereden nasıl alırsa alsın, nereden toplarsa toplasın güçlünün yanında olmaktan kıvanç duyarlar.....
Güce tapmanın, zayıfı lanetlemenin modasına direnmek kolay değil bugün...
İşte savaş halini yaşıyoruz.. Zayıfı reddediyor, güçlüye ise yaranmaya çalışıyoruz.....
Evet ortada capcanlı bir savaş var. Ve insanlar ölüyor. Sonucu belli değil. Aslında istenilirse savaş durdurulur. "Ben, ne için, neyin savaşını veriyorum" demek yeterlidir.
Ama bunu demek için insan olmak yetiyor.
Çocuklarımız çizgi film izler gibi televizyonda "gerçek" savaşı izliyorlar. Sanki çok normalmiş gibi, adam kabak çekirdeğini çıtlatıp, patlamış mısırını yiyor, çayını içiyor...
Acı duyuyor mu acaba, eminim o an küfrediyor biz fırsat kaçırdık, şimdi güçlünün yanında olmalıydık diye.....
Ne yazık ki yüzyılın savaşlarına canlı tanıklık ediyoruz. Bir tarihi yaşıyoruz. "Ben gücüm" diyen hastalıklı kafanın peşinde koşan tutumunu izliyoruz...
Biz de, biz de, bana da, bana da istekleri...
Ve Türkiye'nin düşürülmek istenilen durumu....
İşte eğitim sistemimizin düşünemeyen birey yetiştirmesi sonucu tıkanıp kalmanın sonucu...
Gereksiz bir sürü yığıntı bilginin gerçek hayatta aslında hiçbir işe yaramadığına tanık oluyoruz...
Düşünerek, uzağı görerek davranmamanın insana neler kayıp ettirdiğini görüyoruz...
Çok değil on, on iki yıl önceki hatanın bedelini Türkiye şimdi çok ağır ödeyebilir... On, on beş yıl önceki yanlışların acısını tüm toplum, yani halk çekiyor...
O zaman o yanlışları yapanlar ise neredeyse ikinci Atatürk olmuşlardı... Öyle kolay değilmiş Atatürk olmak....
Engin Ardınç'a bazen imreniyorum. Onun gibi sözcüklerle yazmak istiyorum, ama kaderin gözü kör olsun...
Ne diyelim...(NK/BB)