Koçali: Linççi siviller de, gizli savaş örgütü de Şemdinli halkından ders almalı
Sosyalist Demokrasi Partisi Genel başkanı Filiz Koçali, üçüncü kez gittiği Şemdinli'yi şöyle anlatıyor:
"Bölgedeki baro başkanlarının çağrısıyla Şemdinli'ye gittik. Bu, önce Umut Kitabevi'nin bombalanmasının hemen ardından, sonra Newroz'da olmak üzere, benim üçüncü gidişimdi.
"Değişmeyen şey, yollardaki aramalardı. Beş kez arama noktasında durdurulduk. Bizim için oluşturulmuş arama noktaları da vardı sanıyorum. 3 kez kimliklerimiz toplandı. Yıpratıcı bir yolculuktu. Yollarda askeri hareketlilik dikkat çekiciydi. Çok fazla sayıda askeri araç o güzergahta bir sevkıyat yapıyorlardı sanırım. Son arama noktasında, çok fazla sayıda asker, iki sıra halinde dizilmişti; hepsinin elleri tetikteydi."
Koçali, Şemdinli halkının bombalama sonrasında çok önemli bir ders verdiğini düşünüyor.
"Bombalamada ve daha sonra tutanak tutulurken halkın üzerine ateş açılmasında öldürülenlerin aileleri bizi karşılayanlar arasındaydı. Halk coşku içindeydi. Özellikle Haluk Gerger ve Baskın Oran'ın konuşmalarında belirttiği bir şey çok önemli. Şemdinli halkı suçüstü yakaladıklarını, çok da güvenmedikleri adalete teslim etti. Bundan ders alınması gerek.
"Kendi hukukunu kendisi yaratan gizli savaş örgütü Seferi Yılmaz'ı ve oradakileri kendi anlayışlarıyla cezalandırıyorlardı. Defalarca bombalamaya ve suçlamaya maruz kalmış halk, failleri adalete teslim etti. Önüne geleni linç etmeye çalışan siviller de, gizli savaş örgütü güçlerinin de Şemdinli halkına bakması gerek."
Alataş: Namlular üzerimize çevrilmişti
İnsan Hakları Derneği genel Başkanı Yusuf Alataş da, yolculuk boyunca yaşadıklarının bir "askeri güç gösterisi" olduğu kanısında.
"Şemdinli'ye giderken iki amacımız vardı. Birincisi, devlet içindeki yasadışı örgütlenmelerin ortaya çıkmasına katkı sunan, failleri yasadışı bir yola başvurmadan, linç etmeye girişmeden adalete temsil eden, bir şekilde geçmişle hesaplaşmanın ilk adımını atan Şemdinli halkına teşekkür etmekti. İkincisi de, oradaki patlamalar dolayısıyla, Şemdinlililer başta olmak üzere, insanların insan hakları, demokrasi anlamında yanında olduğumuzun mesajını vermekti.
"Van'la Şemdinli arasında beş altı kez durdurulduk, kimliklerimiz toplandı. Bekletildik. Bazen 10, bazen 30 dakika sürdü. Yol, bir eziyete dönüştü. Arama ve kontrol noktalarında aşırı bir güç gösterisi vardı. Tam teçhizatlı askerler dizilmiş, namluları bize çevrili duruyorlardı.
"Gerçekten tümüyle güvenlik amacını aşan, gövde gösterisine, baskıya dönüşen bir uygulama var orada. Bölge halkı sürekli bu baskı altında. Bu uygulamalar giderek halkla devlet arasındaki uçurumun büyümesine, kinin yerleşmesine neden oluyor."
"Kimsenin çocuğu ölmesin"
Ziyaretle birlikte Şemdinli'de yaşayanların ve yerel yöneticilerin son derece memnun kaldığını, yalnız olmadıklarını hissettiğini söyleyen.Alataş, Umut Kitabevi'nin bombalanması sırasında ölen Mehmet Zahir Korkmaz'ın eşiyle ve annesiyle görüşmüş.
"Korkmaz'ın annesi ' Benim çocuğum öldü, başka çocuklar da ölüyor. Kimsenin çocuğunun ölmesini istemiyorum Yeter artık. Çabalayın bu sorun çözülsün' dedi.
"Her şeye rağmen halkta sağduyu egemen. Bu mutlu edici. İntikamcı yaklaşım yok. Keşke bütün anneler bu tavrı ortaya koysalar. Kimin çocuğu olursa olsun ölmesine karşı çıksalar; o zaman sorunun çözümü çok daha kolay olur."
Bilgen: Şemdinli'de bir yanda capcanlı bir birlikte yaşama arzusu, bir yanda kaygı var
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Genel başkanı Ayhan Bilgen de, Van-Şemdinli yolunda yaşadıkları için "Bu ülkedeki sanatçı yazar, sivil toplum örgütü temsilcisi, siyasi parti temsilcilerine karşı hâlâ ciddi bir önyargının, güvensizliğin olduğunu gösteriyor" diyor.
"Aslında ülkede gerçekten bir toplumsal barışın tesisinin önünde ciddi bir engel bu."
Bilgen, Şemdinli'de iki duygunun aynı anda egemen olduğuna dikkat çekiyor.
"Halkın hâlâ oldukça dinamik, umutlarının diri, birlikte yaşama arzularının capcanlı olduğunu hissettim. Bu sevindirici.
"Öte yandan, özellikle yaşanan askeri hareketlilik, bir sınır ötesi operasyon, İran'a ya da Irak'a yönelik askeri yığınak olarak algılanmasını normalleştirecek kadar yoğun. İnsanlarda ister istemez tedirginlik, endişe var. Türkiye'nin bölgesel çatışmanın içine sokulması, Türkiye'nin iç barışını da tehlikeye sokacaktır. Yaşayan insanlar bunları tedirginlikle takip ediyor."
Bilgen, Şemdinli davasının sonucuyla ilgili de benzer bir durumun olduğunu söylüyor.
"Şemdinli'ye ilk gittiğimizde de iki duygu birden vardı. Birincisi 'hiçbir şey çıkmaz, üstü örtülür' gibi karamsar bir bakış. İkincisi de, 'bu bir fırsattır, bir açılım olacak, Türkiye insanların barış içinde yaşadığı bir ülke olma yolunda adım atacak' beklentisiydi.
"Sanıklara verilen ceza, Savcı Ferhat Sarıkaya'nın maruz kaldığı muamele, her iki duygunun da birlikte devamına neden oldu. Davadaki temyiz talebi, hakimin çekilmesi, Yüksek Askeri Şura'dan çıkan sonuçsa, olumsuz eğilimi biraz güçlendirdi sanki. Böyle bir izlenim edindim."
Oran: Askeri hareketlilik değil, savaş durumu var
Prof. Dr. Baskın Oran, Şemdinli halkının "kendilerine uzatılacak bir el aradığını" söylüyor; ama "devletin onlara ne kadar el uzattığının" göstergesi olaraksa kendi yolculuklarını örnek veriyor.
"Daha önceden yetkililere bildirerek çıktığımız 3,5 saatlik Van Şemdinli yolunu 7;5 saatte aldık. 5 kez durdurulduk. 3 kez kimliklerimiz toplandı" diye anlatıyor yolculuğu.
"Bütün bunları, hiçbir biçimde Olağanüstü Hal'le veya PKK mayınlarıyla izah etmek mümkün değil. Kim olduğumuz, niçin gittiğimiz bilinirken bunların yapılmasının amacı, Şemdinlilileri bizden tecrit etmek, bizi yıldırmak."
Oran bu tecrit politikasının köklerini ve bugününü anımsatıyor.
"1925'ten beri süren bu tecrit politikası ne netice vermiştir, bunu yetkililerin değerlendirmesine bırakırım."
Emekli general Altay Tokat'ın "ben de birkaç bomba attırdım" sözlerini de anımsatan Oran, "Bana göre, bu politika insanların Türkiye'ye entegre olmasına engel olmuştur. Bunun adı Mareşal Fevzi Çakmak politikasıdır ve hâlâ sürüyor" diyor.
Bölgede "askeri hareketlilik falan değil, düpedüz bir savaş durumu olduğunu" söyleyen Oran, Şemdinli'deki coşkuyu da şöyle aktarıyor.
"İnsanlar büyük şehirdeki insanların kendi sıkıntılarını paylaşmaya gelmesine müthiş sevindiler. İki yanlı dizildiler. Alkışladılar. Umut Kitabevi önünde toplandılar. Şemdinli'nin epey dışına kadar minibüsle geldiler. Şarkılar söylediler, danslar ettiler.
"Van'a dönmeden önce Yüksekova'da geç bir akşam yemeği yemek zorunda kaldık. Yemekten sonra halk upuzun bir sıra yapmış. Lokantanın çıkışından otobüsün kapısına kadar her birinin elini sıka sıka otobüse girdik. Sanki ihtiram kıtasıydı."
Gerger: Birini getirip "Burası Gazze Şeridi" desek inanır
Doç Dr. Haluk Gerger de, yaşadıklarını anlatmaya bir karşılaştırmayla başlıyor.
"27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü gördüm. 1978'de faşist Falanjist Lübnanlıların İsrail'le birlikte işgal ettiği Güney Lübnan'a gittim. Ben hayatımda bu kadar, asker, tank, panzer, top tüfek görmedim. Büyükanıt bölgeyi Filistin yapmak istiyorlar, demişti. Bir yabancıyı oraya getirsek, 'burası Gazze Şeridi desek' inanır. Bir savaş alanından, büyük bir askeri operasyon alanından söz ediyoruz."
"Toplumsal patlamayı kışkırtıyorlar, patlamaya karşı şiddet makinesini hazır tutuyorlar"
"Bizi yol boyunca sürekli taciz ettiler. Makineli tüfekleri gözümüze sokar gibi tutuyorlardı. Bu kadar askeri hareketlilik herhalde 5-10 sivil için değil. Bu kışkırtıcı bir durum. Halka eziyet ediliyor. İnsanlar sürekli olarak bir askeri ortam içinde aranıyor, durduruluyor, gözaltında, şiddet ortamında tutuluyor.
"Büyük bir toplumsal patlamayı kışkırtan bir yapı bu. Toplumsal patlama ve onun kaçınılmaz sonu olan şiddet sarmalı mı geliştirmek isteniyor, diye şüpheye düşüyor insan.
Bizim görevimiz, hoşa gitmese de, uyarmak. Genelkurmay'ı da hükümeti de uyarmak gerek. Bu kadar askeri hareketlilik ve baskı bir felaketle sonuçlanır."
"ABD'nin İran macerasına katılmaya mı hazırlanılıyor?"
Gerger, bunca askeri hareketliliğin başka bir anlamı olmasından da kaygılı.
"Açık, görünür, sistematik, bilinçli askeri baskının yanında, 'acaba bu kadar hareketlilik İran'ı ya da Kuzey Irak'ı da ilgilendiriyor mu? ABD'nin İran macerasına katılımın öncüsü mü, Irak Kürdistan'ına yönelik maceranın göstergesi mi' diye düşünüyor insan. Bunları makul bir gelişme olarak yorumlamak mümkün değil.
"Yaşamları şiddetle örülmüş insanların umudu var; söndürmek için her şey yapılıyor"
Gerger, Şemdinli'de yaşayanların içinde bulunduğu genel durumu da şöyle özetliyor.
"Hayat orada yaşayanlar için gerçekten çekilmez hale getirilmiş. Zaten müthiş bir yoksulluk var. 15 yıllık savaşın bütün maddi, manevi yıkıntısı insanların üzerine çökmüş. Bir de bunun üzerine böylesi bir devlet terörü içinde yaşamak var."
"Oradaki insanların bütün yaşamları şiddetle örülmüş. Kimsenin buna hakkı yok" diyor Gerger.
"İnsanlar umudu var. Bu umudu söndürmek için her şey yapılıyor. Bu kadar çıkışsızlığı parçalayacak bir demokrasi, barış umudu sönerse, ortadan kaldırılırsa, bu sefer gerçekten bir toplumsal patlama meydana gelir. Korkum şu: Bu patlama kışkırtılıyor, bu patlamaya karşı da bir şiddet makinesi hazır bekletiliyor.
Bunun dışında, başka hiçbir şey, ekonomik, sosyal faaliyet yok. Türkiye'de eldeki tek aracın bu denli şiddet olduğu bir dönem hiç yaşanmadı." (TK)