23 Mayıs Cuma günü Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kuruluşunun 20. yılı nedeniyle bir etkinlik yapıldı. Bu etkinlikte Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı tarafından düzenlenen Satı Atakul Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları Makale Yarışmasının sonuçları açıklandı.
Kadın Çalışmaları yüksek lisans programının ilk öğrencilerinden olan Satı Atakul çok erken yaşta kansere yenik düşmeden önce kadın hakları alanında birçok çalışma yürütmüştü.
İranlı Sanam Vaghefi’nin “Devlet ve Diaspora Çıkmazında Feminizm: Türkiye’de İranlı Sığınmacı Kadınların Toplumsal Dışlanma ve Gündelik Direniş Deneyimleri” başlıklı makalesi birinciliğe layık görüldü.
Etkinlikte makale yarışmasının 2015 yılı için Hatice Can’a ithaf edileceği ve temalı olarak düzenleneceği, temanın “Toplumsal Mücadele ve Direnişte Anne Olarak Kadınlar” olacağı belirtildi.
*
Satı Atakul KSGM’de çalışıyordu ve sevgili dostumuz Hatice Can ile de yakın arkadaştı. Bizler, 1994-1999 yılları arasında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nde Kadın İstihdamının Geliştirilmesi (KİG) projesinde beş yıl Hatice ile aynı ofiste çalışmıştık. Daha ilk rastlaştığımız gün bize uzun yıllardır tanıdığımız birisi gibi gelmişti. Soyadıyla uyumlu, sevecen, içten, ‘can’ bir insan…
Birlikte çalışırken de o KSGM’nin görevlisi, bizler ise projenin bağımsız uzmanları olmamıza karşın hiçbir uyum sorunu yaşamadık.
Küçük bir mutfağı da olan, kendi getirdiğimiz kilim, tablo vs. eşyalarla donattığımız proje odası evimiz gibi olmuştu.
Hatice, öğrenmeye meraklı, bildikleri ile yetinmeyen, yaptığı işi sorgulayan, ayrıntılarını bilmek isteyen, titiz çalışan, başkalarının haklarını da düşünen ve koruyan, mesleğine, çalıştığı işe ve birlikte çalıştığı kişilere saygı ile yaklaşan bir kişi idi.
Mesleki birikimi, çalışma disiplini, kadın hakları konusundaki çalışmalardaki deneyimi ve birlikte çalıştığı kişilere yaklaşımı ile Hatice’nin sadece KİG projesine değil, KSGM’de çalıştığı yıllar boyunca içinde yer aldığı bütün projelere ve kurum çalışmalarına ciddi bir katkısı oldu.
Kadınlar yararına olacak birçok yasa taslağının hazırlanmasında aktif rol aldı, bu süreçte TODAİE’de yüksek lisans yaptı ve 2002’de “Küreselleşme Sürecinde Esnek Çalışma ve Kadın Emeği” başlıklı tezi yazdı.
Hatice çocuklarına çok düşkündü ve onları özgür, onurlu, iyi eğitimli ve çok yönlü bireyler olarak yetiştirdi. Bunun için de çalışan ve işine düşkün bir kadın olarak fedakarca çaba harcadı.
Ama o, kendisi ve çocukları için istediklerini her zaman başkaları ve başka çocuklar için de isterdi. Ülkemizin bitmek bilmeyen sorunlarını konuşurduk sıklıkla; tam gün çalıştığı bir işi, iki küçük çocuğu olduğu için sivil toplum kuruluşlarına, toplantılara, etkinliklere fazla zaman ayıramadığından yakınırdı. SES üyesi olduğu için işyerinde çeşitli baskılara uğradı.
*
Hatice’nin canına kıydığını duyduğumuzda inanamadık… Oğlu Onur Yaser Can’ın poliste maruz kaldığı işkence ve cinsel tacizden sonra intiharının yol açtığı büyük acının ondaki derin izlerini bilmekle birlikte yaşama ve insanlara olan sevgisi onu ayakta tutar diye düşünmüştük.
Ama ne yaşam sevinci, ne de Onur’un ardından 3.5 yıldır sürdürdüğü hukuk mücadelesi yetmemişti onu yaşatmaya. Belki de ülkemizde bu kadar çok acı, bu kadar çok hukuksuzluk, ‘kim vurduya giden’ çocuklar, kadın cinayetleri, işkence ve benzeri sayısız hak ihlalleri olmasaydı, Hatice oğlu için direnişini sürdürebilirdi.
Ama eminiz onun acılı yüreği her gün duyduğu, bildiği, öğrendiği başka haksızlıklar, vicdansızlıklar ve başka ölümler için de yandı. Belki de uykusuz gecelerinde Robotski’de yitirdiklerimiz, Gezi olaylarında kaybettiğimiz gençler hepsi, oğlu Onur ile birlikte onun karabasanı oldu.
Haksızlıklara karşı devletin mağdur olanlara değil, suçlulara arka çıktığı, hak arayanların suçluya ve suç örgütlerine dönüştürüldüğü bir ülkede, hukukun işlemediği koşullarda güven duygusunu yitiren insanın yaşamla olan bağları da anlamsızlaşmaz mı? Sanırız bütün bunlar Hatice’nin de umutlarını gün be gün yitirmesine ve kendi varlık nedeninin gitgide anlamsızlaşmasına yol açtı.
Oğlunun ölümünden sonraki 3,5 yıl içinde Hatice ile çok fazla bir araya gelememiştik. Ancak her birlikte oluşumuzda onun büyük acısına rağmen yine aile fertlerini kendinden daha çok düşündüğüne, özellikle kızı Ezgi’ye ve eşi Mevlüt’e destek vermek için çaba harcadığına tanık olmuştuk.
Başkalarını düşünme, insanlara yardım elini uzatma, zor durumda olanların derdine çare arama, yani diğergamlık Hatice’nin önemli bir özelliğiydi.
Hatice’nin geçen yaz genç yaşında kaybettiğimiz sevgili Satı Atakul’un eşine ve iki küçük çocuğuna da yakın ilgi gösterdiğini, onlara moral verdiğini, hatta çok yakın bir zamanda evlerine gidip çocuklarla oynadığını duymuştuk. Bunu duyduğumuzda ‘insanın sevecen bir Hatice teyzesi olması iyidir’ diye düşünüp, hem çocuklar, hem de Hatice adına sevinmiştik.
Hatice’nin cenazesinde kendisinin son fotoğraflarından biri kullanılmıştı. Fotoğraftaki kadın sanki başka birisiydi, özellikle de gözleri Hatice’nin canlı, cıvıl cıvıl gözleri değildi. O fotoğrafa umudunun tükenmişliği, acısı ve yalnızlığı yansımıştı sanki… Hatice’yi yeterince sarıp, sarmalayamadık mı diye düşünmeden edemedik.
Günümüz toplumunun ekonomisi, siyaseti, toplumsal ilişkileri ile insanı yıpratan, güçsüzleştiren, birbirinden koparan, yalnızlaştıran acımasız koşullarında acaba bunu yine de yapabilir miydik? Bundan sonra bu güzel ailenin geride kalan iki ferdi için ne yapabiliriz?
*
Yapabileceklerimizden biri, Satı Atakul Makale Yarışması’nın 2015 yılı için temasının “Toplumsal Mücadele ve Direnişte Anne Olarak Kadınlar” olarak belirlenmesi ve Hatice Can’a ithaf edilmesi oldu. (FK/GT/AA/YY)