*Yazı ilk olarak https://www.istdergi.com/ internet sitesinde, Sevecen Tunç imzasıyla, "küçük, kırmızı valiz" balığıyla yayınlandı.
Bir gün Eleni'nin elleri geliyor
Bir sokaktan ilk defa deniz görünüyor.
İlhan Berk
Aydın Boysan yazılarından birinde İstanbul'un pek çok metropole kıyasla topoğrafik bir avantaja sahip olduğunu söyler. Yokuşları, bir daralıp bir genişleyen yolları, denizi, dereleri, tepeleri ile İstanbul, tüm keşmekeşine rağmen halen dinamik ve güzeldir. Dümdüz, uçsuz bucaksız bir coğrafyası olsaydı tekdüze ve sıkıcı hale gelmez miydi? Gelirdi elbet... İnsanların yaşam öyküleri de böyle. Aynı şehirde, aynı meslekte, aynı evde ve hep aynı rutinde tüketilmiş bir ömür, okur için nadiren cazip olabilir. Oysa yaşamları boyunca farklı kimlikleri bir arada taşıyabilmiş, iniş çıkışlarla farklı yükseltiler yaratabilmiş, yolculuklarla mekânsal katmanları derinleştirebilmiş insanların öykülerini okumak daha keyifli değil mi? Onların engebelerle, dalgalarla, uçurumlarla dolu topoğrafyasından dersler çıkarabiliyoruz.
Türkiye'nin ilk kadın spor fotoğrafçısı ve foto muhabiri Eleni Fotiyadu Küreman'ın da böyle zengin bir yaşam öyküsü var. Ömrünün kardiyosunu çekebilsek dalgalar arası mesafesi kısa, voltajı yüksek bir kalp grafisi ile karşılaşacağımız kesin... Ellili altmışlı yılların İstanbul'una giderseniz, Eleni'yi öğleden sonra Mithatpaşa'da bir futbol maçında görmeniz mümkündür; akşamında Amerikan Konsolosluğu'nda seçkin bir davette. Yeşilköy Havalimanı'nda İnönü ile sohbet ederken de bulabilirsiniz onu, Tarlabaşı'nda işlenen bir cinayet tahkikatını takip ederken de... Yangınlar, baskınlar, duruşmalar... Her türlü anın, olayın, insanın peşindedir Eleni. Yaşadığı dönemde onun kadar gezen, farklı ortamlara giren ve onunki kadar erkek egemen bir mesleğin içinde varlığını ortaya koyabilen çok az kadın vardır.
İz bırakan kadınların izini sürememek...
Eleni bir yol açıcı, bir öncü. Öncülerin öncüsü. İngiltere'nin ilk kadın spor fotoğrafçısı Hy Money mesleğine yetmişlerde başlamıştı. Enteresan yaşam öyküsü defalarca kaleme alındı. Hy dört çocuklu bir ev kadınıyken, Selhurst Park'ta izlediği bir maç sonrası spor fotoğrafçısı olmak istediğini anlamış; kadınların saha kenarında fotoğraf çekmesi dahi yasakken önemli bir hukuk mücadelesine girişerek Crystal Palace kulübünün resmî fotoğrafçısı olmayı başarmıştı. Hy Money tarihe attığı bu değerli imzayı kariyerinin otuz beşinci yılında yazdığı bir de kitapla (Hy at Palace/Saraydaki Hy) taçlandırmıştı. İngiliz meslektaşından yaklaşık yirmi beş sene önce kale ağlarının arkasından deklanşöre basan Eleni için ise değil bir kitap, derli toplu bir biyografi bile ortada yoktu.
Kadın tarihinin en zayıf noktası belki de bu: İz bırakan kadınların izini sürememek... Resmî tarihte ya hiç yoklar ya da "ilk kadın" unvanıyla başlayıp o unvana erişmenin zorlu mücadelesinin dahi anlatılmadığı kısa ve kuru biyografilerde yaşıyorlar. Onlara tarihin sayfalarında hak ettikleri yeri açabilmek için ihtiyaç duyduğumuz bilgi, belge, fotoğraf ve tanıklıklara ulaşmak da son derece zor. Dört başı mamur bir Eleni portresi çizebilmek için de elimizde yeterli kaynak yok. Onu tanıyan hemen herkes seneler önce bu diyardan göçüp gitmiş. Eleni, Türk basınında iz bırakan bir başka öncü; ilk kadın savaş foto muhabiri Semiha Es gibi içi belge ve fotoğraflarıyla dolu küçük, kırmızı bir valiz de bırakmamış geride... Oysa tüm kadınların kırmızı bir valizi olmalı. Kişisel tarihlerinin sandığı niyetine.
Eleni Küreman'ı daha yakından tanı(t)ma hevesim, bu yazıyı kaleme almadan kısa bir süre önce bir tesadüf eseri uzaklardan, Trabzon'dan gelen bir sesle karşılık buldu. Eleni'nin eşi Kayhan Küreman'ın yeğeni Yıldız Czerwinski, Eleni'ye ait birtakım fotoğrafları ve kişisel belgeleri benimle paylaştı. Bu malzemeler eşliğinde yeni bir Eleni Küreman portresi yazmak artık kaçınılmazdı...
Stavri, Sofia, Keti ve Eleni...
Beyoğlu Rum cemaatinin tanınmış tüccarlarından Stavri Fotiyadu ve eşi Bayan Sofia'nın küçük kızları Eleni 1921 yılında dünyaya gelir. Semtin Tarlabaşı, Kasımpaşa gibi mahallerine kıyasla zengin ailelerin yaşadığı Cihangir'de ablası Keti ile beraber geçer Eleni'nin çocukluğu. Yirmili yılların ortasında baba Stavri'nin vefatıyla Fotiyadu Ailesi'nin hayatında yeni bir dönem başlar. Anne Sofia evin yükünü omuzlamak için eski mesleği terziliğe döner, iki kız kardeşin çocukluğu ise kaydıraktan inerek varsıl bir hayatın zirvesinden yetim ve yoksul bir ilk gençliğe doğru hızla kayar.
Eleni Beyoğlu'ndaki Sainte Pulcherie Fransız Lisesi'nde ortaöğretimini tamamladıktan sonra Fener Rum Erkek Lisesi'nin yanında bulunan Yoakimyon Kız Lisesi'ne kaydolur. Bayan Sofia kızlarına iyi bir yabancı dil kazandırmak için dişinden tırnağından artırıp eve hoca çağırır, fakat iki kardeş, hocanın köpeğiyle oynamayı ders çalışmaya tercih ettikleri için bu macera fazla uzun sürmez. Nitekim Eleni'nin yetişkin dönem fotoğraflarına bakıldığında köpek sevgisinin izlerine rastlamak hiç de zor olmayacaktır.
2402 okul numarasıyla girdiği Yoakimyon Kız Lisesi'nin edebiyat kolundan 1941'de iyi dereceyle mezun olur Eleni Fotiyadu. Sonra eğitimine devam etmez. Ancak çalışmakta da pek gönlü yok gibidir. Ablası Keti annesine yardım etmek için liseden sonra iş hayatına atılırken, Eleni bir süre daha "hovardalık" edecektir.
Hovardalık dediysem, yanlış anlaşılmasın... Har vurup harman savuran değil, birtakım geleneksel dayatmalara meydan okuyan bir kadından söz ediyoruz. Erkenden çalışma hayatına atılmadığı gibi evlilik kurumuna da uzun yıllar karşı gelmiştir Eleni. Ablası Keti liseden sonra ünlü mimarlık dergisi Arkitekt'in de uzun seneler genel sekreterliğini üstleneceği Mimarlar Birliği'nde işe başlamış ve kısa bir süre sonra evlenerek Çapanoğlu soyadını almıştır. Eleni ise üç dil bilen bir lise mezunu olarak çok rahat iş bulabilecekken 1947 yılına kadar bu serüvene atılmayacaktır. Evliliğe de otuzlu yaşlarının sonlarına doğru "ikna" olacaktır.
Peki, Beyoğlu'nda doğup büyümüş sarışın ve oldukça alımlı bir genç kadın olarak, 1940'lar nasıl geçmiştir Eleni için? İkinci Dünya Savaşı ve Varlık Vergisi gibi utanç hatıraları hayal ufkumuzu sınırlasa da, kırklı yılların Beyoğlu'na hep beraber gidelim... Ben Eleni'yi Tokatlıyan Otel'de Türkiye'nin ilk barmeni Serkis Takesyan'ın hazırladığı kokteyli yudumlarken hayal ediyorum. Belki de şöhret dünyasının hızlı kadınlarından Cahide Sonku'yla yakın arkadaştı. Belki Lale Sineması'nda Cahide'nin başrol oynadığı bir filmi izliyor, belki Markis Gece Kulübü'nde dans ediyor, belki tramvayla Galata'ya doğru yol alırken eteği uçuşuyor rüzgârda... Belki de Boğaz'da toriklerin zebil olduğu bereketli bir İstanbul kışında balık pazarından aldığı nevalesiyle Cihangir'deki anne evine dönüyor...
Eleni gençlik günlerini nasıl geçirmiş olursa olsun, sanırım en iyisini Associated Press ajansında foto muhabir olarak çalışan Bay Nok'la ahbaplık kurmakla yaptı. Çünkü fotoğrafçılığa onun sayesinde adım attı. Bay Nok, Eleni'ye fotoğraf çekmeyi ve film banyo etmeyi öğretecekti. Nok, önemli bir iş için Türkiye'den ayrılmak üzereyken Eleni'yi ajansın Türkiye temsilcisi Bayan Donna'ya tanıtarak kendisi dönünceye kadar ajansta çalışmasını önerdi.
"Beni Amerikalı gazeteci sanmışlardı"
"O günlerde Türkiye'de sendikal faaliyetler yeni başlamıştı. Amerikalı sendikacılar da Türkiye'ye gelecek ve temaslar yapacaktı. Ajans bu heyeti takibe beni görevlendirdi ve böylece 1947 yılının 15 Mayıs'ında ilk foto muhabirliğine başlamış oldum. O yılın 19 Mayıs törenlerini takip için İnönü Stadına A.P. Ajansı'nın kartıyla girerken beni Amerikalı gazeteci sanmışlardı."
Eleni, Associated Press için bir süre daha fotoğraf çektikten sonra lisede edebiyat öğretmenliğini de yapan gazeteci Rasim Us'un kardeşleriyle beraber yönettiği Vakit ve Son Dakika gazetelerinde çalışmaya başlayacaktı.
O "uğursuz" kadın
Eleni, lise yıllarından sonraki uzun bekleyişin sonunda dört elle sarılacağı mesleğini bulmuştu. 1974'te basın şeref kartıyla taltif edilecek olan bu öncü kadın, Babıali'nin eril gazetecilik ikliminde pek çok açıdan fark yaratmayı başardı. Siyasi temaslardan futbol müsabakalarına gündemi takip etmekten asla kaçınmadı. Çalıştığı Son Dakika gazetesi polisiye olaylara ağırlık veren bir gazeteydi ve Eleni bu tip olayların hep içindeydi. Bir sabah şehri ziyarete gelen bir devlet başkanını karşılarken aynı günün akşamında soluğu bir kumarhane baskınında alabiliyordu. İsmet İnönü başta olmak üzere dönemin önde gelen siyasetçileri Eleni'yi kendilerini karşılayan gazeteciler arasında görmekten son derece mutlu oluyordu.
Eleni karanlık havalarda flaşsız fotoğraflar çekebildiği Leica marka makinesiyle dev flaşlar taşıyan eski kafalıları şaşırtmakla kalmadı, Associated Press'te öğrendiği fotoğraf kâğıdı yüzeyinde yapılan parlatma tekniğini Babıali'ye taşıyarak da bir ilki gerçekleştirdi. Üstelik spor fotoğrafçılığına getirdiği farklı bakış açısıyla da erkek meslektaşlarının hepsini ters köşede bırakacaktı:
"Spor muhabirliği yaparken herkes ünlü kalecilerin karşısındaki kalede beklerdi. Ben ise, gol yeme ihtimali az olan kalecinin arkasında dururdum. Erkek foto muhabirleri benimle dalga geçerdi. Ama en iyi fotoğrafları hep ben yakalardım. Çünkü iyi kaleci gol yediğinde bir tek Eleni bu fotoğrafı çekmiş olurdu."
Fenerbahçe'nin efsane file bekçisi Cihat Arman'ın plonjonlarının, kurtarışlarının ve dahi kalesinde gördüğü gollerin fotoğrafında çoğu defa Eleni'nin saklı imzası vardı. Sarı lacivertli takımın taraftarları saha kenarına inerken alkış ve tezahüratlarla karşıladıkları Eleni'ye Cihat gol yediğinde "Uğursuz kadın, çekil kalenin arkasından" diyerek kızıyorlardı. Neticede her zaman zayıf ihtimallerin peşindeydi Eleni. Erkeklerin dünyasında ancak "görülmeyeni görerek ve göstererek" bir fark yaratabilirdi.
O tarihlerde kadın foto muhabirlerin varlığı, ne yeşil sahalar ne de gazeteler için alışıldık bir durumdu. Zahir Güvemli anılarında Vakit gazetesine yolu düştüğünde Eleni ile karşılaştığından bahsediyor ve genç kadını "levent endamlı, erkek tavırlı, gayet güzel gülen bir hatun" olarak anımsıyordu. Zaten Eleni'nin adı da Yunan mitolojisine göre dünyanın en güzel kadını olan Truvalı Helen'den geliyordu.
Güzel Eleni Trabzon gelini
Eleni'nin çalışma arkadaşlarından biri de aynı tarihlerde Vakit gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yapan Kayhan Küreman'dı. İki gazeteci arasındaki arkadaşlık bir süre sonra aşka dönüştü. Ancak Kayhan'ın Eleni'yi evliliğe ikna etmesi pek kolay olmadı. Trabzonlu Küreman'ın ailesi de oğullarının Müslüman olmayan bir kadınla hayatını birleştirmesine pek sıcak bakmıyordu. Neticede Kayhan ve Eleni kimseye haber vermeden evleneceklerdi. İki insanın birbiriyle karşılaşmasının kadere, tanıştıktan sonra beraber kalmalarının gayrete bağlı olduğu söylenir. Keti Çapanoğlu'nun kız kardeşinin vefatından sonra anlattıklarına bakılırsa, Eleni ve Kayhan bu gayreti göstermiş olmalı:
"Zaten evlenmeye de aniden karar verdiler. İki şahit ve ikisi. Tabii bir de ben. Annem bile nikahtan sonra haberdar oldu. Belki güç evlendiler ama kumrular gibi bir ömür geçirdiler. Annem öldükten sonra yaz aylarında yanlarında kalırdım. Kayhan eve geldiğinde balkonda sabahlara kadar konuşurlardı. Uyur uyanır hâlâ onları oturur bulurdum. Yıllarca bu kadar ne konuştuklarını bilmiyorum."
Eleni Fotiyadu Küreman, evlendikten sonra mesleğine bir süre daha devam etti. Vakit ve Son Dakika'nın ardından Yeni Sabah ve Son Posta'da çalıştı. 1972'de Yeni Gün gazetesinden emekli oldu. 1974'te basın şeref kartını dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in elinden alan Eleni, 2000 yılında Gazeteciler Sosyal Dayanışma Vakfı'nda Türkiye'nin ilk kadın foto muhabiri olarak plaketle ödüllendirildi. Kariyeri boyunca Sabahattin Ali'nin öldürülmesi, Ali Ertekin'in Edirne'deki duruşmaları, Sütlüce'deki infilak, Veli Efendi Hipodromu yangını gibi önemli olayları çalıştığı kurumlar için takip etti. Kendisi fotoğraf tarihi araştırmacısı Seyit Ali Ak'a yazdığı biyografik notta fotoğraf çekmeyi evlendikten sonra, 1961 yılında bıraktığını söylese de eşi Kayhan Küreman 1964 yılına işaret ederek bu vedayı farklı bir şekilde anlatıyordu:
"Bir gün Veli Efendi Hipodromu'nun tribünlerinde büyük bir yangın çıktı. Bu yangın ve panik fotoğraflarını da bir tek Eleni çekebildi. Bir ara fotoğraf stüdyosundan ayrılmış. Geri döndüğünde karanlık odasının talan edildiğini ve içeride arkadaşlarının film aradığını görmüş. Bu olay onu çok kötü etkiledi. Arkadaşlarını hiç affetmedi. O gün mesleğe veda etti. Bir daha da asla fotoğraf makinesini eline almadı."
Eleni'nin gazeteciliğe bir süre daha devam etmesine rağmen çok sevdiği fotoğrafçılığı neden bıraktığını tam olarak bilemiyoruz. Ama eşinin ve ablasının anlattıklarından, fotoğraftan sonra bütün ilgisini mutfağa yönelttiğini öğreniyoruz. Mahir ellerini yine ustaca kullanmış olmalı...
Babıali âlemlerinde "sarı foto" olarak nam salan Türkiye'nin ilk kadın spor foto muhabiri Eleni Fotiyadu Küreman, 2001 yılının 16 Temmuz günü 80 yaşında aramızdan ayrıldı. 17 Temmuz günü Şişli Rum Ortodoks Kilisesi'nde yapılan törenin ardından sonsuzluğa uğurlandı.
Karanlık odada geçirdiği günlere inat, ışıklar yoldaşı olsun...
KAYNAKÇA
Eleni Fotiyadu Küreman Arşivi.
Ak, Seyit Ali. Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Fotoğrafçılığı (1923- 1960), Remzi Kitabevi, Ankara, 2001.
Alaçam, Sabih İzzet. "Bab-ı Ali (I. Kısım)" Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği, Taha Toros Arşivi, no: TT- 513610
Gezgin, Prof. Dr. Suat. Basında Fotoğrafçılık, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2002.
Güvemli, Zahir. 90'a Bir Kala, İstanbul, 2002.
Yavuz, Sevinç. "İlk kadın foto muhabiri", Hürriyet İnternet Sitesi, http://webarsiv.hurriyet. com.tr/2001/08/05/12060.asp, yayın tarihi: 5.8.2001, erişim tarihi: 20.9.2021.
Türk Basınında Kim Kimdir, Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Ankara, 1977.
"İlk Kadın foto Muhabiri Öldü", Cumhuriyet, 17.7.2001.
"Eleni Fotiadou Küreman", İstanbul Kadın Müzesi, http://www. istanbulkadinmuzesi.org/eleni- kureman, erişim tarihi: 1.9.2021.
(ST/AÖ)