Bu yazıyı Filistin’le dayanışma amacıyla yazıyorum. Bu blogda feminist bir oyunbozan olarak dayanışmamı kendi terimlerimle ifade ediyorum.
Nerede olursak olalım, Filistin’le dayanışmak bir oyunbozan olmak anlamına gelir. Kim için yas tuttuğumuz ya da nasıl yas tuttuğumuzla karşılarında duruyoruz, işaret ettiğimiz şeyle, İsrail devletinin şu anda Gazze’deki insanlara karşı uyguladığı sömürge işgalininin şiddetini görmezden gelmeyi reddederek problem haline geliyoruz.
Biz önlerine çıkmaya gönüllüyüz.
Bu yazıyı hayır demek için yazıyorum, dünyanın her tarafından binlerce kişiyle paylaşılmasından dolayı sesi daha da artan bir hayır, İsrail devletine hayır, İsrail devletiyle ittifak içinde olanlara hayır, Filistinlilere karşı uygulanan şiddeti meşrulaştıranlara hayır, kendi sömürge geçmişine sahip olan ve şiddetin görülmeyerek canlandırılıp meşrulaştırılmasına izin veren bu insanlıktan çıkarıcı retoriğe hayır.
Şiddeti görmek, onun nasıl görünmediğini öğrenmektir. Görünmeyen şiddeti görmek, iş başındaki bir oyunbozan olmak anlamına gelir.
Ben oyunbozanı sıklıkla bir sıfat olarak kullanırım: sadece bir şeyler yapan biri olma açıklaması olarak değil, yaptığımız şeyi tanımlamanın bir yolu olarak.
Oyunbozan Dayanışması: Karşılaştığımız şeylerle yüzleşirken olan dayanışma.
Oyunbozan Dayanışması: Karşılaştığımız şeylerle yüzleşmemiz için gereken dayanışma.
Böylesine bir dayanışma soyutlanmış ve güvenli olmamalı, insanın içini hiçbir şey yapmadan rahatlatmamalıdır. Dayanışma içinde olmamızın nedenlerini, şiddeti, acıların maddi gerçeklerini, süregelen sömürge işgalini ve devlet ırkçılığının vahşetini bilincimizin önünde tutan bir eylem ve dikkat çağrısı olmalıdır.
Bunu Audre Lorde’dan öğrendim: Bazen, şiddetin etkisini fark etmek için yaptığımız şeyi durdurmamız gerekebilir, şiddeti bir olay değil bir yapı olarak düşünmek için. Adrienne Rich ile yaptığı bir röportajda Lorde, arabasında radyoyu dinlerken ve siyahi bir çocuğu öldüren beyaz bir polis memurunun beraat ettiğini duyduğunu anlatıyor. Duygularını dışarı vurabilmek için arabayı durdurmak zorunda kaldığını söylüyor. Bu ifade “Güç” adlı bir şiire dönüştü. Lorde bunu içine attı, polisin şiddetini, beyaz üstünlüğünün şiddetini içeri attı, dışarı çıkarabilmek ve bize ulaştırabilmek için bunları içselleştirdi.
Aslında bugün başka bir şey yazacaktım. Ama yapamadım. Bunun yerine bunu, bu yazıyı, bu oyunbozan gerçeğini, Filistin’le bir dayanışma bildirisini yazmak için yaptığım işi bırakmak zorunda kaldım.
Bu açıklamayı, Pakistanlı Müslüman ailesi “Bölünme” adı verilen şiddetin ortasında kalıp evlerini terk etmek zorunda kalan, Birleşik Krallık’ta yaşayıp beyaz olmayan feminist ve eşcinsel bir akademisyen olarak şu an Filistin özgürlüğü ve hayatı için savaşanlarla oyunbozan dayanışmamı ifade etmek için yazıyorum.
Şu anda, bazılarımızın bunu yapması yasaklanmış olmasına rağmen çoğumuz protesto ediyoruz.
Hükümetlerimiz bizim toplanmamızı, sizinle dayanışmamızı ifade etmemizi, özgürlüğünüz için slogan atmamızı, bayraklarınızı dalgalandırmamızı engellemeye çalışıyor. Protesto etmek aynı zamanda bizi protesto etmekten alıkoymaya çalışanları, Filistinlilere uygulanan şiddete suç ortağı olanları da protesto etmektir.
Biz reddediyoruz. Birlikte. Biz buna hayır diyoruz
Benim için oyunbozan dayanışması The Feminist Killjoy Handbook’ta tanıttığım bir oyunbozan gerçeğidir. Bu, o kitaptaki son gerçektir.
Çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Daha fazlasına ihtiyacımız olduğunda, kaynak olmak için birbirimize ihtiyacımız var.
Ben aynı zamanda oyunbozan gerçeklerini yıpranmış bilgelikler olarak da adlandırıyorum: bunlar, sürekli karşımıza çıkan deneyimler sayesinde bildiklerimizdir. Bir şey hakkında duyduğumuz yorgunluk, onun hakkında çok şey bildiğimizin bir göstergesidir; deneyimlediğimiz zorluklar, bir yapıyı açığa çıkarma deneyimi olarak hizmet eder.
Oyunbozan gerçeği bilinmesi zor olandır, nelerden vazgeçmek zorunda kalacağımızı hissettiğimiz için bilmeye direnebileceğimiz bir şeydir. Şiddeti, bırakın başkalarına yönlendirmesini, bize yöneltildiğinde bile “göremememizin” pek çok yolu vardır. Şiddeti görememe yollarını miras alabiliriz; sözcükleri veya eylemleri küçük veya önemsiz olarak nitelendirerek görmezden gelebiliriz, ya da şiddeti açıklamaya çalışabiliriz: “O öyle demek istemedi, söyledikleri aslında o anlama gelmiyordu.”
Biz kapıyı açmak zorundayız
Beyaz olmayan bir kadınla yaptığım bir konuşmayı düşünüyorum. Amiri tarafından taciz ediliyordu. Bir bakıma neler olduğunu biliyordu: oyunbozan gerçekler genellikle önce iliklerimize kadar hissettiğimiz, bizi içten rahatsız eden şeylerdir. İçimizde hissettiklerimiz bize rehberlik edebilir.
Yani denetimler sırasında ofisin kapısını açık tutması gerektiğini biliyordu. Ama karşısındaki adamın ne yaptığını kabul etmek zordu. “Uyguladığı şiddeti kabul ederek kendini alaşağı edeceğinden” korkuyordu. İtiraf etmek, bir gerçeği kabullenmek ve bir fikrin içine girmesine izin vermek anlamına gelebilir. Şiddeti kabul etmek, kendi sevincinizi öldürmek, kendi ilerlemenizin önüne geçmek gibi gelebilir.
Bu yüzden, o gerçek bir kapıyı kapattı. Ama aynı zamanda bilincinin kapısını da kapatarak, adamın yaptığı şeyi dışarıda bırakarak durumu çözümlemeye çalıştı. Kapı kulpları çalışmayı bıraktığında gerçek devreye girer. Bu sarsıcı olabilir. Kapı sana çarpabilir. Görmesi daha uzun süren şeyleri görmek daha zordur.
Ve eğer bir şeyin gerçeğe dönüştüğünü kabul ederseniz, onun sebebinin siz olduğunuzu hissedebilirsiniz. Bu üzerinde çalışmayı da gerektirebilir: Durumu taciz olarak kabul etmek aynı zamanda içinde bulunduğunuz durumdan çıkmak için yapmanız gereken çalışmanın farkına varmaktır.
Oyunbozan gerçeği, kendinize itiraf etmek için çabaladığınız şey olabilir. Oyunbozan gerçekler, kurumların kendileri hakkında kabul etmeyi reddettikleri şeyler olabilir. Şikayet, kurumun yaptıklarını kabul etmesi, içselleştirmesi için yapılan bir çaba olabilir. Ancak sonra: kurumla karşı karşıya gelirsiniz. Ve çoğu zaman: sonunda kapı dışarı konulan sen olursun.
İşte bu hikayelerdeki tüm kapılar bu yüzden var. Durdurulanlar neyin kendilerini durdurduğunu görürler.
Kapılar, ve aynı zamanda panjurlar. Görüştüğüm başka bir kişi üniversitenin mimarisini anlattı: Kilitli kapılar, panjurlu pencereler, dar koridorlar. Gücün mimarisi. Bölüm başkanının tacizine uğrayan bir kadını düşünüyorum. Şikayet ediyor ama yaptığından aklanıyor. Nasıl? Raporda şiddet “el sıkışmayla eşdeğer” olarak tanımlanıyor. Eşdeğer, “Eşitlik sağlandı.”
Bir eylemin şiddeti, nasıl anlatıldığıyla ortadan kalkar.
Açıklamalar panjurdur.
Panjurlar kapalı olduğu için şiddeti göremiyoruz değil.
Şiddet görüldüğü için panjurlar iniyor.
Görünmeyen şiddet, şiddetin basitçe görünmediği anlamına gelmez. Görünmeyen şiddet bir eylemdir.
Bir şeyi gördüğünüz için görmemek zorunda kalırsınız. Şikâyet etmek, şiddeti görünür kılma, ortaya çıkarma çabası olabilir. Protesto da aynı zamanda şiddeti ortaya çıkarma, kamusallık yaratarak kamusallaştırma çabası olabilir.
Oyunbozan gerçeği: şiddetin kapalı kapıların ardında nasıl kaldığını, şikayet ettiğinizde veya protesto ettiğinizde neler olduğundan öğreniriz.
Bu gerçekleri sadece kendimizden çıkarmakla kalmayıp aynı zamanda kurumlardan çıkarmak için çalıştığımızda iş üstündeki “oyunbozanlar” oluruz. Eğer gerçek bir kurumun itibarına zarar veriyorsa, zarar verme konusunda istekli olmalıyız. Ben buna “oyunbozan taahhütü” diyorum.
Gerçeklerimizin, oyunbozan gerçeklerimizin, zaman zaman dosya dolapları olarak adlandırdığımız kurumsal dolaplara nasıl kapatılabilindiğini öğreniyoruz, kilitle ve anahtarla.
Ulusun da birçok dolabı vardır; Britanya İmparatorluğunun da öyle. İngiliz hükümetinin, kolonilerin arşivlerinden “Kraliçe Majesteleri’nin hükümetini utandırabilecek” veya “polis, askeri kuvvetler, kamu hizmetlileri veya diğerleri gibi polis ihbarcıları gibi kişileri utandırabilecek” koloni suçlarının kayıtlarını yok etme emri verdiği iyi bilinir.
Oyunbozan Gerçekleri: Ortaya çıkarmak istemedikleri şeyler.
Şiddetin kanıtlarını kaldırdılar. Bu ortadan kaldırma, kendisinin kanıtlarını da kaldırdığında başarılıdır.
Ben bunu bazen cilalama olarak adlandırırım, imparatorluğun dünyayı cilalaması, şiddeti yok ederek anlatılan cilalanmış bir hikâye olarak imparatorluk…
Belki de bu yüzden hikâyelerimiz çok önemli. Kanıtlar biz oluruz. Bedenlerimiz, anılarımız, hikâyelerimiz, koloni arşivleri. Ve bu yüzden bizi kontrol etmeye, kendimizi ifade etmemizi engellemeye çalışırlar. Oyunbozan gerçeklerimiz: onları ifade ederek, kalıplarımızı paramparça ediyoruz.
Devlet şiddeti ve koloni şiddetlerinin görünürlükten kaybolabildiği, görünmez hale getirildiği birçok yol vardır.
Panjurların indiğini görüyoruz. Nasıl göremediklerini görüyoruz.
Kariyerime beyaz olmayan bir akademisyen olarak tekrar baktığımda, nasıl görüldüğümü gördüm; görülmeyeni gördüm. El kitabında bu hikayeyi paylaştım: Kadın Çalışmaları profesörü olarak ilk yılımdı. Kampüsteki en şık binanın en üst katındayım. Büyük bir dikdörtgen masanın etrafında oturuyoruz.
Toplantı, yeni derslerin onaylanması için. Ben de oradayım çünkü Cinsiyet, Irk ve Kolonizasyon üzerine yeni bir dersim değerlendiriliyor. Diğer derslerin çoğu fazla tartışma olmadan onaylanır.
Benim dersim gündeme geldiğinde, başka bir bölümden bir profesör beni sorgulamaya başlıyor ve devam ettiği sürece daha da sinirleniyor. Ve devam ediyor. Oradaydım, onunla aynı masada oturan genç bir kadın, bir azınlık, odadaki tek kahverengi kişi. Onun bu tepkisini tetikleyen, ders müfredatındaki nispeten tartışmasız “ima etmek” kelimesiydi. Ona göre bu kelimeyi kullanmam benim sömürgeciliğin kötü bir şey olduğunu düşündüğümün bir işaretiydi.
Ardından, bana kolonizmin iyi bir şey olduğunu, kolonizmin modernite olduğunu, demir yolları, dil ve hukuk gibi mutlu hikayesini anlattı ki bu hikaye daha önce duyduğumuz için çok tanıdıktır. Bunu bir oyunbozan karşılaşması olarak düşünüyorum, söylediklerine geri yanıt verdiğim için değil, vermedim, ama tepkisinden yaptığım şeyin zaten cevap vermek olduğunu anladığım için, o mutlu hikayeyi, emperyal hikayeyi anlatmayı reddettiğim için.
Bu hikayeyi, bu mutlu hikayeyi anlatmamak, sadece mutluluğu değil, tarihi çalan olarak konumlandırılmaktır.
Burada olmamıza neden olan şiddeti, bizi buraya getiren şiddeti göz ardı etmemiz gerektiğini biliyoruz. Broşürlerinde gülümseriz; gülümseyen, mutlu, parlak kahverengi yüzler.
Ya da yapmamayı seçebiliriz. Burada olmayı zorlaştıran şiddetleri göz ardı etmediğimizde nasıl karşılandığımızı öğreniriz. Öğrendiklerim doğrultusunda, belki pek şaşırtıcı olmasa da, kurumdan çıktım.
Oyunbozan gerçekleri, kurumlar tarafından dışarıda bırakılır. Kendileri hakkında ifşa edilebileceklerden dolayı…
Doğruları anlattığımız için dışarıda bırakılabiliriz
Bu nedenle, gerçekleri ortaya çıkarmak için toplanıyoruz. Doğruyla ortaya çıkıyoruz. Doğrularla beraber çıkıyoruz. İşte bu yüzden kapıyı kapatıyorlar. Onlar bunu böyle görmüyorlar.
Bunu tanımlamak için kelimeleri kullanmazlar – Nakba, soykırım, etnik temizlik – sanki ne olduğunu tanımlayan kelimeler olmadığında hiçbir şey olmuyormuş gibi… Biz Nakba, soykırım, etnik temizlik kelimelerini kullanıyoruz, çünkü bunlar gerçekleşiyor.
Kilitli bir kapı
Gerçeğe açılan.
Başka neler kapatılıyor? Başka kimler?
İsrail devleti tarafından Filistin halkına yönelik gerçekleştirilen şiddetin üstünü kapatmak aynı zamanda diğer şiddetlere kapıyı kapatmak demek, sadece mevcut hükümetlerin değil, geçmiş hükümetlerin de suç ortaklığına kapıyı kapatmak demek.
Filistin ve Gazze’ye yönelik şiddetten bahsetmemek için verilen emir, Britanya sömürgeciliğinin şiddetinden bahsetmemek için verilen emirle aynıdır, çünkü bu tarih hâlâ süregelir. Biz burada yaşayan ve çalışan, aileleri eski İngiliz kolonilerinden gelenler olarak, bu yasağı tanırız, çünkü bu yasağı yerine getirmediğimizde neyin takip edeceğini biliriz.
“İma etmek” kelimesinin kullanımında “hayır” tepkisini işiten profesörü hatırlıyorum. Biz hayır tepkisini işimizin iması haline getiriyoruz.
Biz buna hayır diyoruz. Onu çıkarıyoruz.
Bizim resimdeki cilayı çıkarmamız gerekiyor, resimdeki cila haline gelmememiz gerekiyor.
Biz geçmişe atılan cilayı ondan çıkarıyoruz. Birleşik Krallık’ta yaşayan ve çalışan çoğumuza, okullarda Filistin’de ve Filistin’e olup bitenleri belirlemede İngiliz emperyalizminin rolü hakkında eğitim verilmediğinden şüpheleniyorum.
Muhtemelen hükümet yetkilileri tarafından yapılan, Filistin halkının tamamen göz ardı edilmesine dayalı geçmiş anlaşmaları, 1916 tarihli Sykes-Picot anlaşması ya da 2 Kasım 1917’de imzalanan Balfour deklarasyonu gibi, bize öğretmiyorlar. “Göz ardı” kelimesini başkalarından alıyorum.
Filistinli gazeteci Ramzy Baroud, Gazze’deki mülteci kampında büyürken Balfour adını nasıl duyduğunu anlatır, çünkü deklarasyonun yıldönümü bir ortak protesto günüdür.
O şöyle bir sonuca varır: “Balfour kısa ama kötü ünlü mektubunu ilettiğinden bu yana Filistinlilere başlarına gelen tüm talihsizliklerin sorumlusu olamaz, ancak onun ‘vaad ettiği’ fikir – yani Filistinli Arap halkının arzularının tamamen göz ardı edilmesi – bir nesil İngiliz diplomatından diğerine geçer, tıpkı Filistinli direnişinin de kolonizasyona karşı nesiller boyunca yayıldığı gibi.” Filistinli düşünür Edward Said, Balfour Deklarasyonu’nu şöyle tanımlar: “Avrupa gücü tarafından… Avrupa olmayan bir toprak hakkında… o toprakta bulunan yerli çoğunluğun varlığını ve dileklerini tamamen göz ardı eden bir yaklaşımla yapıldı.” Said, “Kurbanlarının Bakış Açısından Siyonizm” yazısında bu tarihi bize karakteristik keskinlikle özetler: “Emperyalizm, dünyanın kullanılmayan topraklarını ve atıl kaynakları işe yaramaz, düzensiz bir biçimden Avrupa metropol toplumunun kullanışlı yeni versiyonlarına dönüştürmenin teorisidir, sömürgecilik ise uygulamasıdır. Bu bölgelerde israf, düzensizlik ve sayılmamış kaynaklarla ilgili her şey, üretkenlik, düzen, vergilendirilebilir ve potansiyel olarak geliştirilebilir zenginlik haline getirilmelidir.” Said, Siyonistlerin “Arap Filistin yerlileri” hakkındaki tavırların, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından bu yana Filistin’in sömürülmesine ve yönetilmesine resmi olarak dahil olan İngiliz bilim insanlarının, yöneticilerin ve uzmanların tutum ve uygulamaları sayesinde fazlasıyla hazırlıklı olduğunu” belirtir.
Artık Filistin halkından nasıl aşağılanarak bahsedildiğini duyduğumuzda duyduğumuz şey tarihtir, bizim tarihimizdir. “Onlar hayvandır.” “Bu insani bir kriz değil.”Bu etnik temizlik değil,” çünkü onlar “insan değiller.” “Sivil değiler.”
Hedef olarak bir halk.
Hamas’ın uyguladığı şiddet barbarcaydı. Bu eylemlerden üzüntü duyuyorum; çalınan hayatların yasını tutuyorum.
Ancak bu eylemlerin vahşeti, onları takip eden şiddeti ve o vahşetin zaten soykırıma karşı savaşan bir halka karşı daha fazla şiddeti haklı çıkarmak için nasıl kullanıldığını gölgelemek için kullanılamaz.
Devam eden yerleşimin ve işgalin vahşetinin ve Filistin halkının şiddet kullanılarak nasıl yerlerinden edildiğinin tarihinin üzerine panjurlar kapatılmasını önlemek zorundayız. Gazze’deki açık hava hapishanesinin, çitlerin, sınırların ve polisin şiddetini görmemiz gerekiyor. İhtiyacınız olan şeylere, yiyeceğe, suya, elektriğe, tıbbi malzemeye sahip olamamanın şiddetini görmemiz gerekiyor.
Bombalar düştüğünde gidecek hiçbir yerin, sığınacak yer bulamamanın şiddetini görmemiz gerek.
Ya da eğer görmüyorsak, görmemiz gerekeni görmüyorsak, kendimizi öğrenmeye adamalıyız, dayanışma, dikkat gerektiren şeylere odaklanmayı gerektirir, yani sömürge işgalinin şiddetini.
İnsanların şiddetten kaçınma şeklindeki şiddeti, sonuçlarına katlananlardan nasıl uzaklaştığını görüyoruz. Biz arkamızı dönmeyeceğiz. Dayanışma aynı zamanda, şiddet içeren sömürge tarihlerinin mevcut tuttuğu en sert, en acı gerçeklere kapıyı açmaya devam etmeye istekli olmak anlamına da gelir.
Bu yazıyı Filistin halkına, direnişinize ve gücünüze derin bir hayranlık duyarak ve bunu talep eden dünyaya karşı öfkeyle yazıyorum.
2023 Filistin-İsrail Savaşı
(EMK)