Bir buçuk hafta evvel; iktidarın ‘dezenformasyon yasası’ olarak adlandırdığı, kamuoyunda ise ‘sansür yasası’ olarak bilinen 40 maddelik kanun teklifi sivil toplumun ve muhalefetin tüm itirazlarına rağmen TBMM’den geçti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne gitmesi ise birkaç günü buldu. Salı günü Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla da yasalaştı. Ancak yasaya karşı itirazlar devam ediyor. Ses yükseltenlerden birisi de İnsan Hakları Ortak Platformu yani İHOP.
Kurumun Genel Koordinatörü Feray Salman "Her şeyin bittiği nokta" diyerek nitelendiriyor yasayı. Sonrasında da yasanın hükümetin çıkardığı diğer yasalardan farklı olmadığını söylüyor.
Sivil toplum kuruluşlarına kayyım atanmasının önünü açan ‘Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun’u hatırlatıyor. "Nihayetinde bütün mesele toplumun sesini kısabilecek, onu kontrol altına alabilecek bir yasayı oluşturmaktı" diyor.
Sansür yasasını da benzer şekilde 'ses kesme faaliyeti' olarak tanımlıyor. İktidarın "Kamusal alan ne söylüyor? Sivil toplumun şikayeti ne? Niye bu yasaya karşı çıkıyorlar?" diye sormadığını söylüyor.
"Erdoğan 'kader' dedi, hükmü kurdu"
Salman ayrıca bunun bir tamamlayıcı yasa olduğunu anlatıyor. "Yukarıdan, tek elden kontrolü o kadar yükseltiyor ki bu yasa, geri kalan yasaların hepsinin boşluklarını tamamlıyor" diye konuşuyor. Bunun da hükümetin çıkardığı diğer yasalardan farklı olarak hapse girmenin önünü açmasıyla yapıldığını aktarıyor:
"Benim bir vatandaş olarak haberler arasında muhakeme yapma hakkımı tümüyle ortadan kaldıran bir yasadan söz ediyoruz. Birisinin 'Bu yalandır' dediği haberi yalan kabul ettiren bir yasa. En son örnek Bartın’dan. 41 kişinin öldüğü maden kazasının -insan eliyle gelen- ardından Sayıştay raporları ortaya çıktı. Buna dezenformasyon dediler.
"2008’de çıkarılan 5651 sayılı internet yasasıyla problematikleştirilen durumu şimdi bu yasayla daha da problematik hale getirdiler. Evet, hükümetin ifade özgürlüğünü içine alan diğer yasalarından çok uzakta değil bu yasa. Ancak ‘hapis cezası getirmesiyle’ şimdiye kadar çıkartılan tüm yasalardan çok daha farklı ve ağır bir konumda. İfade özgürlüğünün bütünüyle kısıtlanmasını sağlayacak bir şey üretilmiş durumda şu an.
"Bartın’daki maden kazasına dönüp baktığımızda bu yasa diyor ki; 'tartışamazsın'. Yani sen hipotez üretemezsin. Bunlar önlenebilir diyemezsin. Çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çıktı buna 'kader' dedi. Neyin yalan, neyin dezenformasyon, neyin doğru olduğuna kişinin kendisi yerine başka birisi karar verdi, hükmü kurdu."
"Çözüm hapis değil, medya okuryazarlığı"
Bu noktada Salman, ifade özgürlüğünün dezenformasyonunu da kapsadığını belirtiyor. Dezenformasyonla mücadelenin hapis cezasıyla mümkün olamayacağını, bunun hak ihlali olduğunu anlatıyor. Dezenformasyonun önüne sadece doğru bir medya okuryazarlığı eğitiminin geçebileceğini söylüyor:
"Medya okuryazarlığı Avrupa Konseyi de tavsiye ediyor. Yani bu yasadaki gibi cezalandır, hapse at demiyor. Dezenformasyonla bu tür girişimlerle baş edilebileceğini söylüyor. Sivil alanı kısıtlamıyor. Doğruyla yanlışı ayırt edebilmeyi kişiye bırakıyor. Araştırabilmenin, muhakeme edebilmenin önünü açıyor."
"Avrupa'da dezenformasyon değil, nefret suç"
Salman Avrupa’daki yasalardan örnekler vererek bunun tek başına suç olmadığını bilgisini paylaşıyor. Avrupa’daki yasaların nefret suçuyla birleştiğinde cezaya dönüştüğünü söylüyor. Türkiye’deki yasanınsa çok muğlak bırakıldığını belirtiyor:
"Bizde dezenformasyonun bir tarifi yapılmamış. Neye dezenformasyon denecek, neye yalan haber denecek belli değil. Haberle kamusal barış nasıl bozulur tanımlaması yok.
"Ama Avrupa ülkelerinde yasalara baktığımızda durum böyle değil. Zaten dezenformasyo suç da değil. Sadece nefret suçuyla birleştiğinde ceza doğuyor. Örneğin ‘Aleviler saldırgandır’ diye bir haber yaparsanız ancak o zaman nefreti kışkırtan bir haber olarak değerlendirilir yazınız. Dolayısıyla kamusal barış da ancak o zaman bozulur. Bir tür ırkçılığa varan, ayrımcılığı teşvik eden haberler, yazılar dezenformasyon olarak değerlendirilir. Ancak bu Türkiye’deki yasada yok."
İlk etkilenecek gazeteciler ve hak savunucuları
Salman yasadan ilk olarak yolsuzlukları araştıran gazetecilerin ikinci olarak da hak ihlalleri üzerine çalışan sivil toplum kuruluşlarının etkileneceğini söylüyor:
“Yolsuzlukla ilgili haber yapan, veri/bilgi toplayan ve kanıtsal değeri olan veriler/bilgiler üzerinden yorum yapan gazetecilerin ilk olarak hedef alınacağını düşünüyorum.
İkinci olarak da insan hakları ihlalleri ortaya koyan kuruluşların. Hak örgütleri ortada herhangi bir ihlal olduğu düşündüğü zaman araştırma yapar. Bunu raporlaştırır ve sonrasında kamusal alana yayar. Yayar ki duyulsun, baskı yaratılsın, kamuoyu oluşturulsun ve ihlalin sonuçları ortadan kaldırılsın. Yasayla birlikte bunun da önünün kesilmesinin amaçlandığını düşünüyorum.
"Eskisinden çok sorumluluk düşüyor"
Salman, bu kadar muğlak olan, bağımsızlığını kaybetmiş bir yargının eline bırakılan, hukukun üstünlüğü prensiplerinin ortadan kalktığı bir noktada bu yasanın iktidarı ve gücü elinde bulunduranı daha güçlü yapacağını söylüyor. “Sadece sisteme hizmet edecek” diyor. “Maalesef bizler için tehlikeden başka bir şey de getirmiyor” diye de ekliyor.
Sivil toplumun hak ihlallerini araştırmaya ve soruşturmaya, gazetecilerin de yazmaya ve konuşmaya devam edeceğinden bahseden Salman “Bu noktada bizlere eskisinden daha çok sorumluluk düşüyor” diye konuşuyor.
Şimdiden sonra sivil toplumun medya okuryazarlığının yaygınlaştırılması için çalışması gerektiğinden bahsederek “İnsan hakları temelli habercilik nedir, bunu tekrar tekrar kamusal alanda anlatmamız lazım” diyor ve ellerindeki tek gücün bu olduğunu söylüyor.
TIKLAYIN - Gazeteciler 'dezenformasyon yasasına' neden karşı çıkıyor?
TIKLAYIN - Gazeteciler yasa tasarısına karşı eylemde: Basın tarihinin en ağır sansürü
(HA)