İstanbul Bilgi Üniversitesi, Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü ve Turkije Instituut ortaklığı ile düzenlenen "Basın ve Sansür" konferansı Santralistanbul Kampüs'te gerçekleşti.
Türkiye ve Hollanda arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. Yılı kutlamaları kapsamında, Hollanda ve Türkiye'den gazetecilerin katıldığı konferansta basın, sansür, otosansür, ifade özgürlüğü ve tabu gibi birçok konu tartışıldı.
Eski Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu eşbaşkanı Joost Lagendijk'in moderatörlüğündeki konferansın açılış konuşmasında Hollanda konsolosu Onno Kervers Doç. Dr. Esra Arsan, Erdal Balcı ve etkinliğin fikir annesi Jessica Maas'a teşekkür etti.
''Para konuşur''
Konferanstaki üç oturum da Jessica Maas'ın iki ülkenin tarihiyle ilgili slayt gösterileri eşliğindeki bilgilendirmesiyle başladı.
Ragıp Duran, Rob Wijnberg, Frits Van Exter ve Yavuz Baydar "Para Konuşur" oturumunda ''Ekonomi ve Basın özgürlüğü'' üzerine konuştular.
Duran "Para Konuşur" (Money Talks) deyiminden verdiği örneklerden sonra "Artık para konuşmuyor, para bağırıyor" dedi.
"Sansür editöryal süreç dışındaki güçlerin müdahalesidir. Bu süreç dışında kim kalıyor: Patron. Gazetecilik ne kadar meslektir, ne kadar ticarettir? Reklam müdürleri, promosyon müdürleri, patron için ticaret; muhabir ve editör için meslek."
Oral Çalışlar, Iris Lundeker, Mustafa Akyol ve Adrew Finkel'in katıldığı ''İmparator'un Yeni Giysileri (Kral Çıplak)'' oturumunda politika, otosansür ve basın özgürlüğü tartışıldı. Akyol'un "90'larda gazeteciler öldürülüyordu, hiç olmazsa şimdi böyle şeyler yaşanmıyor" yorumu tartışmalara yol açtı.
Her iki ülkenin tabularının konuşulduğu oturumda Nazmiye Oral, Hans Jacobs, İrfan Aktan ve Banu Güven konuştular.
"Ne sağcı ne solcu, akılcı araştırmacı"
Hollanda doğumlu köşe yazarı Nazmiye Oral, ilköğretimin ilk dört yılını geçirdiğini anlattı.
O yılllardan tabu olarak aklında "Atatürk büstü önünde saygı duruşu yapmak ve istiklal marşı okunurken nerede olursan ol ayakta olmak" kaldığını söyledi.
"Öğleden sonra öyle kanepeye uzanmışım. İki yeğenim vardı. Televizyonda istiklal marşı çalmaya başladı ve hemen ayağa kalktılar. Sonra, 'Kız kalksana' dediler. Kendi evimde neden kalkayım ki, deyince 'Yoksa, öğretmene söyleriz' dediler. İşte o ruh halini düşünün..."
Oral, yetişme döneminde Hollanda toplumundaki akılcılık, doğruyu arama kavramının hayatının sonrasını çok etkilediğini anlattı.
"Hollanda toplumunda da aynı Amerika gibi, limitimiz gökyüzüydü. Kendime güvenli bir liman buldum gibi düşünüyordum. Hollanda'da yaşadığım toplum daha fazla çeşitlilik arz ediyor. Göç olsun, göçmenler olsun, bize sorun yaratan insanlar olsun, eskiden bunlardan bahsedemezdik. Tabuydu. :eşitlilik var, ama zenginleşme değil, yoksullaşma var. Medyada bir çeşitlilik var. Bu, hakikat olarak pazarlanıyor."
"Kraliyet ailesi ve mitleri"
Hans Jakobs Hollanda basını ve toplumunda kraliyet ailesinin doğrudan eleştiri yapılamamasını bir tabu olarak ortaya koydu, nasıl yıkıldığını da örneklerle anlattı.
''Hollanda'da devlet başkanına, kurucusuna hakareti yargılayacak özel yasa yok. Yasalar herkese hakareti yasaklıyor ama artık uygulanmıyorlar. Hollanda'da isteyen Kraliçe'nin çıplak karikatürlerini çizebilir. Pek güzel olmasa da kraliçenin çıplak görüntülerinin anahaber saatlerinde televizyonlarda sergilenebilir. Böyle bir durumda parlamentonun, 'bu güzel bir şey mi, sanat mı' diye sorma ihtimali olabilir. Bunun için kimse sizi hapishaneye göndermez. Belki böyle bir şey en az 35-40 yıl önce yaşanmıştır.
''1956 yılında kraliyet ailesinde yaşanan büyük bir kriz sonrası dönemin başbakanı bütün gazetelerin baş editörlerini, baş yazarlarını çağırıp 'sarayda bazı sorunlar yaşanıyor. Lütfen bu konular hakkında yazmayalım' dedi ve medya bu konuda haber yapmadı.
"Ancak prens bu durumdan hoşlanmadı. Yurtdışında İngiliz ve Alman gazetecilerle konuştu. Haberi yapan gazeteler yasak değildi ama 'öyle istendiği için' Hollanda'ya sokulmadılar. Bugün böyle birşey isterseniz, medya tam tersini yapar. Hala bir takım sorunlar var, Kraliçe arşivlerini açmıyor. Çünkü orada tarihi değiştirecek birçok şey olduğunu biliyor."
"Herkes bir hakaret çerçevesi çizer"
Ekspress dergisi muhabiri İrfan Aktan konuşmasında Türkiye'de bazı tabuların sarsıldığını, ancak yıkılmadığını, Kürt gazetecilerin üzerindeki baskılara ve yüzlerce yıla varan hapis cezalarına değindi.
"Her şeyi konuşabilirsiniz" deniyor. Mesela Tayyip Erdoğan'ı kedi olarak resmedersen cezayı alacaksın. Ama 'her şeyi konuşabilirsiniz' demiştiniz. 'Dedik ama hakaret edin demedik'. Peki bu hakaret mi? O zaman hassasiyeti olan herkes bir hakaret çercevesi çizer."
"Devlet elini kirletmek istemiyor"
Aktan, otosansürün tartışıldığı bölümde gazeteci Mustafa Akyol'un "Artık Türkiye değişiyor, 90'larda gazeteciler öldürülüyordu, şu an öldürülmüyor" sözlerine de değindi.
"Buraya gelirken, '90'larda gazeteciler öldürülüyordu ama en azından şu an öldürülmüyor' lafının edileceğini tahmin ediyordum. Bu değerlendirme çok kaba, nezaketten yoksun bir ifade. Temel hak ve hürriyetlere herkesin sahip olması gerektiğini düşünüyorsak, insanları ölüm ile yaşam arasında bir tercihe zorlayamayız.
''1990'larda gazeteciler öldürülüyordu şimdi niye öldürülmüyor? Türkiye demokratikleştiği için değil, devlet elini kirletmek istemiyor."
"Kürt gazetecinin not defteri"
Aktan, not defterlerini dinleyicilere gösterdi, defterlerin sürekli inceldiğini anlattı.
''Habere giderken daha önce Kürt meselesiyle ilgili not aldığım sayfaları kesip atıyorum. Siz buna 'sansür, otosansür, korku' ne diyorsanız diyebilirsiniz. İlk gözaltımı 1999'da öğrenciyken bir üniversite gazetesinde muhabirlik yaparken yaşamıştım. Sebebi defterimdeki polis şiddetiyle ilgili notlardı. Kürtseniz, muhalif basındansanız bir mitingde yakalanınca önce not defterinize bakılır. Büşra Ersanlı'dan biliyoruz. Bir röportaj ya da bir panelden tutulan notlar örgütün emelleri doğrultusunda tutulmuş notlar olarak adedip sizi hapihaneye gönderebilirler."
"Oğlum oku ama yazma"
Gazeteci Aktan, Yüksekovalı olduğunu, çocukluğunda babannesinin her fırsatta evdeki kitapları alıp, evin çevresindeki çeşitli taşların altına sakladığından söz etti.
"Akyol'un dediği doğru Türkiye'de bazı şeyler değişiyor. En son Yüksekova'ya gittiğimde babaannem 'Oğlum oku ama yazma' dedi. Babaannem de bu kadar değişti."
Gönlünden geçenin burada Özgür Gündem'den, Azadiya Welat'dan bir gazetecinin daha olmasından yana olduğunu belirten Aktan, bunun çok sorun olmadığını, çünkü kendisini onların çok dışında görmediğini vurguladı.
''Jack London, 'Martin Eden' isimli kitabında 'Editörler için dişli makinalar, yazıları mekanik bir yapı gibi kesip biçen mahlûkatlar,' diyor. Türkiye'de savcılar önce Kürt olup olmadığına bakıyor, sonra yazına bakıyorlar ve cezayı yapıştırıyorlar. Türkiye'de savcılar çok eğitimliler. Ekspres'te yazdığım bir makalede PKK'li bir militanla yaptığım görüşmeden alıntı yaptığım için hapis cezasına çarptırıldım. Bunu böyle ortamlarda söylemekten utanıyorum. Çünkü diğer Kürt gazeteciler, yüzlerce yıllık cezalara çarptırılıyorlar" dedi.
"Türkiye'nin durumu: Kişilik Bozukluğu"
Gazeteci Banu Güven, askeri vesayetin bugüne kadar hiç sorgulanmadığı kadar sorgulandığını, toplumsal ayrışmalar yaşansa da milliyetçilik ve militaristlik gibi geniş paydalarda buluşulabildiğini vurguladı.
Kürt meselesi gibi bazı konularda, iktidarın bugüne kadarki resmi politikanın dışına çıkmış gibi görüldüğü durumlar olsa dahi, bireyler olarak veya sivil toplum inisiyatifleri olarak, bu yollara girilmek istendiğinde engellerle karşılaşıldığını belirtti.
''Sıradan vatandaşlar, gazeteciler evlerinde bulundurdukları yasal yayınların bile içeriğinde neler olduğuna çok dikkat etmek zorunda. Bunlar iddianamede suç delili sayılabilir.
"Türkiye'nin durumuna bakıldığında, duygu durum bozukluğundan dolayı psikiyatrik terimlle ifade edeceğim, kişilik bozukuğu olarak adlandırabileceğim bir hal görüyorum. Askeri vesayet kalkmış olabilir, askeri vesayet bugüne kadar hiç bu kadar sorgulanmamış olabilir, ama hala 'halkı askerlikten soğutmak' gibi bir suçla karşı karşıyasınız. Vicdani ret ile ilgili birşeyden söz edip, iyi bir şey olduğunu anlatmaya kalkarsanız hemen bu kanun maddesi devreye girebiliyor hakkınızda."
"LGBT genel tabu"
''Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Basın Kanunu karması sonucunda terörist kabul edilen bir takım oluşumlarla organik bağınızın olabildiğinin göstergesi olarak, yüz kadar gazeteci, çoğu özellikle Kürt meselesi sebebiyle, özgürlüklerinden mahrumlar. Bir türlü aşılamayan tabulardan biri olarak anayasada da yerini bulmuş olan Türklük meselesinden çıkan bir sıkıntı olduğunu söylemek mümkün.
''Evrensel denilebilecek birtakım insani değerler, belirli bir kesim için söylenebilir, mesela Kürt halkı için, LGBT bireyler için söylenemez. Sadece Türkiye'de değil, dünya genelinde karşılaşılan en genel tabunun farklı cinsel yönelimlerle ilgili. Türkiye'de de birçok konu konuşulurken, hep en son sırada LGBT geliyor. Bu kadar dezavantajlı olduğu için de ilk sıralara alınmasının gerekli olduğunu düşünüyorum." (HA/HK)
* Fotoğraflar: Hüseyin Aldemir