Rakamların soğuk dünyasına çocukların da adı karıştı. 2004'te 11 bin 606 olayda, toplam 15 bin 273 çocuk adli işlem görmüş. Söylenen o ki, çocukların bin 50'si hırsızlık, yağma suçlarından ceza almış... İnsanın "bayram bizim neyimize?" diyesi geliyor.
Bir 23 Nisan'da daha onlar bir günlüğüne koltuklarda oturma telaşı yaşarken, yuvarlak masada "çocukluk durumunu" ele aldık. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Fatma Gök, Türkiye Çocuk Hakları Koalisyonu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Serdar M. Değirmencioğlu ve Avukat Seda Akço ile çocukları konuştuk....
Uluslararası sözleşmelerdeki tanımı bir yana, Türkiye'deki "çocukluk" durumu başka şeyleri anlatıyor gibi.
Akço: BM Sözleşmesi'ndeki tanımıyla 18 yaşın altındaki bireye çocuk deniyor. Öte yandan her toplum çocukluğa kendisine göre farklı bir anlam da yüklüyor. Türkiye'de bunu görmek mümkün. Avrupa merkezli görüşe göre, yani endüstri toplumu sonrası belirmeye başlayan, "çocuklar korunmaya muhtaçtır, gözetime ihtiyaç duyarlar" ve "onlar masumdur" mitine dayalı bir anlayış var. Geleneksel toplumlarda böyle olmadığı söyleniyor. Türkiye'de kimi çocuklar fanus içinde, yetişkin yaşamından ayrı tutularak yetiştirilirken, bazılarının yetişkin yaşamına katılmaları makul görülüyor. Türkiye'de birden fazla çocukluk anlayışı olduğunu düşünüyorum. Üstelik aynı gruplarda, aynı anda farklı anlayışların varolduğunu da.
Gök: Evet, bir çocuk çok korunurken, öbür çocuk sokakta çalışıyor. Biz ise bütün bunlarla beraber yaşıyoruz. Bir an bu çocuklar nereden geldi diye düşünürken sonra unutup gidiyoruz. Meseleye iki taraflı bakmak lazım. Birincisi, endüstri toplumu sonrasından, ilk dönemde bütün çocuklar ve kadınlar işçilik yapmak üzere sokağa çıkmışken, daha sonra gelişen dönemlerde çocukların bir kısmı hayattan, gündelik hayatın zorluklarından tamamen koparıldılar. Orta sınıf üstü bir kesimdi bunu yapan. İki uca da bakmak lazım. Biri tamamen korunan, diğeri hiç korunmayan çocuklar. Korunanlar da çok yapay bir şekilde yetiştirilip, yaşadıkları toplumu, kültürünü ve hayatı anlamaları zorlaşabiliyor.
Şu anda kendimizi bile koruyamadığımız sokakta, çocukların rahat olabileceğini düşünmek çok mu gerçekçi?
Değirmencioğlu: İnsan yavrusu ilk iki yıl içinde en çok korunmaya gerek duyan canlı. Tam da bu nedenle bizim bir organizma olduğumuzu anımsamakta fayda var. Yine bu nedenle Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin de dikkat çektiği üzre, insanların çocukken korunma, gelişme ve yaşama hakkı vardır. Sokakların çok tehlikeli olduğu ve hayatının buna göre düzenlenmesi düşüncesine katılmıyorum. Özellikle çocukların sıkıştığı ve engellendiği yerler çocuk dostu olmayan çok büyük kalabalık kentler. Öte yandan, hepimiz de bir çocukluk yaşadığımız için, kendimizi nasıl koruduğumuzu ve kolladığımızı biliriz. Korunmayla ilgili birçok şeyi aslında çocuk kendisi yapar. Ama bakışımız İstanbul gibi çocuğa yer açmayan büyük kent merkezli olursa sıkıntı yaşarız.
Gök: Çocukların fiziksel olarak korunması çok önemli. Fakat onun bir adım ötesine geçtiğimizde "Çocukların gelişimi için gerekli şartların sağlanması" konusu da önemli. Çocukların en hızlı geliştiği 0-4 yaş arası. Bu dönemde çocuğun yaratıcılığının geliştirilmesi için zihni ve entelektüel uyarımların mutlaka sağlanması lazım. Bunun formülleri de biliniyor artık. Örneğin Türkiye'de hâlâ bir kreş-yuva sorunu var. Ben çocukların potansiyellerini geliştirici yuva-kreş-anaokulu açılmaması için hiçbir neden göremiyorum.
Paris Belediye Başkanı Bertrand Delanoe'nun da göreve gelince ilk işi otoparkları kreş ve yuvalara çevirmek olmuş.
Akço: "Çocukluk geçici, yetişkinlik esas dönem olarak kabul ediliyor. Çocuklara "büyüyünce" de giysin diye alınan büyük elbiseler ve ayakkabılar meselesi gibi. Yani, "çocukluk" nasıl olsa geçecek bir dönem. Oysa yetişkinlik durumunun da değişmesi lazım. Koruma ile katılım birbirine ters düşen şeyler değil. Mesela, çocuğu istismardan korumak için önerilen en etkili yöntemlerden biri, çocuğun sürece katılmasıdır. Eğer çocuk sürece katılmazsa, en iyi koruma politikaları bile yetersiz kalır. İşte Çocuk Haklan Sözleşmesi'nin maddeleri de buna dayanmakta. Peki Türkiye nerede duruyor dediğimizde ise durum pek parlak değil. Sadece uygulanmasında değil, mantığı açısından bile.
Sözleşme, çocukların dernek kurabileceğini söylüyor. Türkiye'ye bakınca durum komik biraz. Hiç çocuk derneği var mı?
Değirmencioğlu: Evet yeni kuruldu. Aslında bu biraz demokrasi pratiği meselesi. Bilinçaltı gibi argümanları da dikkate almıyorum. Makul bir toplum hangi yaşta olursa olsun, "özel durumu olan" bireye özen gösterir. Çocukluk da özel bir durumdur. Örneğin dünyada engelli hakları sözleşmesi gibi bir şey belki yok, ama bu toplum bu konuda ortak akıl yürütemiyor demek değildir. Çocuk meselesi de aslında bir "birlikte akıl üretme meselesi"dir. Sözleşme, kurduğunuz okulun nasıl çalışması gerektiğini söylemez, veya milliyetçilik çocuğa zarar verir demez. Çünkü aklı olan bunu görür zaten. Modern toplumlara baktığımızda, özellikle kamu yönetiminin işleyişinin sıkıntılı olduğu ve hamaset yoğun durumlarda, çocuğun unutulması söz konusu. Ben buna, "çocuğun gözden ırak olması" diyorum. Çocuğun hakkı meselesi aslında bir demokrasi mücadelesidir.
Yasalarda durum nedir?
Akço: Yeni TCK, mevcut durumu daha da geriye götüren düzenlemeler içeriyor. Çocuğu ceza adalet sistemi içine sokuyor. Halbuki uluslararası anlaşmalarda "Çocuklar olabildiğince ceza adalet sistemi içine sokulmasın" denir. Çünkü bu sistem, damgalayıcıdır ve iyileştirici müdahaleler içermez. Avrupa'da birincil olarak "çocuk gelişmekte olan ve yönlendirilebilen bir bireydir, kendine yeterli sosyallleşme olanağı verilmediği için bu tip problemler ortaya çıkar. Ona uygun imkânlar tanınmalıdır. Adalet sistemi buna yönelik çalışmalı ve çocuk ceza-adalet sistemi dışında tutulmalıdır" denir. Peki nasıl tutulmalıdır? Bunun yollarından biri "öyle bir yaş sınırı belirleyin ki ceza sorumluluğu olmasın". Bu, çocukluk durumunun çok önemli bir özelliği. Mesela Medeni Hukuk'ta çocuklar sözleşme, borçlandırıcı işlem, vs., yapamazlar. Medeni Hukuk'ta çocuğa "Sen bir dükkana gidip bisiklet satın alamazsın. Çünkü bunu anlayacak durumda değilsin" diyorsun, e o zaman çocuk dükkandan o malı izinsiz aldığında "sen başkasının malım gidip onun rızası olmadan alırsan seni cezalandırırız" diyemezsin. Çünkü bunu derseniz hukuk çelişkiye düşer.. Uluslararası sözleşmeler sorumluluk yaşını da zorunlu eğitim yaşını dikkate alarak belirleyin der. Bizde 11 yaş ceza sorumluluğu yaşı. Ama Medeni Hukuk'ta bu yaş 15. Zorunlu eğitim çağı yaş sınırı ise 14. Yeni TCK'da da ceza sorumluluğu yaşı 11'de kaldı.
Öte yandan, yaşadıkları hayat şartları yüzünden, sokakta ve evde ağır istismar, şiddet ve yoksunluğa maruz kalan çocuklar var. Eğitimden, sağlık hizmetinden yoksun...
Gök: Dünyada 18 yaşından küçük 300 milyona yakın çocuk, ekonomik olarak faal durumda, çalışıyor. Biz de dahil pek çok toplum "eğitim hakkının en temel insan haklarından biri olduğunu ve çocuklara sağlanmasını" düşünür. Ancak burada eğitimden ziyade, "hangi eğitim?" demek gerekli. Bütün sorunların sonunda, çözüm olarak söylenen "eğitim şart" ifadesi bir klişedir. Nasıl bir eğitim meselesine ise çok fazla kafa yorulmaz. Öbür tarafta ise eğitime katamadığımız çocuklar var. Türkiye'de 1 milyona yakın çocuk eğitimden yararlanmıyor. Diyarbakır'a gittiğimde şok olmuştum. Burada da yaşıyoruz benzerlerini, ama orada gözle görülen bir gerçek var: "çocuklar sokaklarda". Yoksulluğun ve göçün getirdiği büyük bir yıkım var. Bu tabii en çok çocukları ve kadınları vuruyor. Bunca yoksullukla, eşitsizlikle yaşama savaşı verilirken, müdahale edecek durumda değiliz. Düzeltilmesi de ancak toplumdaki diğer şartlarla birlikte mümkün. Sosyal refah politikalarının Türkiye'de de kabul gördüğü dönemler oldu. 1980 sonrasında ise, zaten yetersiz olan bu haklar, tamamen terk edildi. Ben şimdi çok daha kötü şeyler bizi bekliyor diye düşünüyorum. Bu sonuçlar sürpriz olmadığı gibi, hepsi ortaya çıkmış durumda bile değil.
Değirmencioğlu: Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde "çocuğun yararı" diye bir kavram vardır. Çocuğun yararının üstte tutulması ve buna da toplum tarafından öncelik verilmesi meselesi var. Eğitim, Türkiye'de bir tahakküm alanı olarak görülüyor. Özellikle koalisyon hükümetlerinde Milli Eğitim Bakanlığına kimin getirileceği tartışmalarına şahit oluyoruz. İşte bunun gibi bazı gündemlerin, çocuğun yararının ve genel olarak insan hakkının önüne geçtiğini görüyoruz.
Akço: Şunu gözden kaçırmamak lazım. Çocuklar sadece yoksulluğun olduğu yerlerde risk altında değiller. Yoksulluk risk faktörlerinin etkisini artıran bir durum. Ancak çocukların risk altında oldukları ve suça itildikleri durumlar bir tek yoksulluğun olduğu yerler değil. Bir ülkede yaşayan tüm çocukların ihtiyaçlarını görebilecek bir sistemin ve bütün çocuklara yönelik politikaların olması lazım. Bu aynı zamanda riskli bir işaret. Tıpkı, suçu tinerci çocuklar işler gibi anlayıştır. Yoksul ailelerin çocukları, suç işler gibi bir noktaya varılmamalı.
Değirmencioğlu: "Her şeyin başı ekonomidir şeklindeki ekonomist bakış açısı yani. Ekonomi düzeltilirse, sanki her şey düzelir şeklindeki yaklaşımı reddetmek gerekir.
Milli Eğitim Bakanı Çelik, yoksul öğrencilerin bir kısmını özel okullarda okutmayı önermişti. Bunu iyi bir çözüm gibi anlatmıştı.
Gök: Genel olarak Türkiye toplumu seçkin bir toplum. Tek partili dönemde de öyleydi, Herkesin eşitliğini sağlarız, ancak iyi not almışsa onu ödüllendiririz. 2 milyona yakın çocuk, liseyi bitirip sınava giriyor ve bunlarda 4 yıllık lisansı kazanan yalnızca 200 bin kadar. Bunu nasıl izah ederiz o çocuğa? Bu haksızlığı toplumun kabul edebilmesi inanılmaz bir şey. "Hakkımıza razı olalım çünkü ben dershaneye gidemedim, ben iyi hazırlanamadım" yanıtlarını nasıl kabul ederiz? Bir ME Bakanı kalkıp "bu eğitim sisteminde hayır yok. En azından 10 binini kurtarayım" bunlar da iyi not alan öğrenciler... Bu bir iflas noktasıdır ve üstelik bu bakan hâlâ başımızda.
23 Nisan'ın çocukluğunuzda nasıl bir izi var?
Değirmencioğlu: Ben kortejleri hatırlıyorum. Çok hoşlanırdım. O renkli kortejlerin geçişi etkileyiciydi. Ama, özellikle 1980 sonrasında stadlarda yapılan, kutlamalara gitmedim. Bence bunların kaldırılması lazım.
Akço: Çocukken bir ameliyat geçirdiğim için 23 Nisan kutlamalarına katılamıyordum. Bana cazip gelen yönü, katılan çocukların çok güzel kıyafetler giymesiydi. Bizim okulun kızlarına papatyalı elbiseler diktirmişlerdi. Çocuk bayramının olması güzel ama ben her şey bu kadar netken, bayramlık bir durumda olunduğunu düşünmüyorum.
Gök: Benim hatıralarım gerçekten hoş. Küçük bir Anadolu kasabasında ilkokulu bitirdim. Babam da oranın tek öğretmeniydi. 23 Nisan gerçek bir şenlik havasında olurdu. Oğlum İstanbul'da okula gittiğinde, onun hiç de bu şekilde yaşamadığını gördüm. 23 Nisan bana büyüklerin ikiyüzlülüğünün en iyi gösterildiği zamanlar gibi geliyor.
En temel sorun nedir?
Değirmencioğlu: Çocuğun gözden ırak olması, çocukla temasın azalması. En son ne zaman bir çocukla konuştunuz?
Akço:Çocukla ilgili alanda işlemeyen bir sistem var. Bir kaos alanı aslında. En büyük problem de bu. Çözüme gelince; yasa çok önemli. Pek çok ülkede Çocuk Koruma Kanunu var. Bizimkinin de adı öyle ama alakası yok çocuk korumayla. Sistemi iyi tarifeden, eşgüdümü öngören bir mevzuatın acilen hazırlanması gerekiyor.
Gök: 23 Nisanlarda çocukları koltuklara oturtup, demeçler veriyorlar. Çocukların durumuna baktığımızda ise ortada acil politikaların oluşturulması gereken bir gerçek var. Okul otoriter bir yer, öğretmen özgürlükçü olsa bile. Okuldaki anlayışın değişmesinin en acil gündem olduğunu düşünüyorum. Okullar "nitelikli eğitim hakkının" alınmadığı kurumlar halinde. Otoriter ve totaliter rejimlerin var olduğu kurumlar. Bunun acilen değişmesi gerektiği görüşündeyim.(DG/TM/EÜ)