Uluabat Gölü’nün kenarında, sisli suların ortasında yemyeşil bir yarımadaya çıkıyor yollar. Sımsıcak gülen insanlar karşılıyor bu küçük balıkçı köyünde ziyaretçileri. Gölün puslu sularına bakarken kıyıya yaklaşan kayıklar takılıyor gözümüze. Bir de ne görelim! Kayıkların içinde her bir erkeğin yanında birer de kadın balıkçı beliriyor. Hemen yanlarına yaklaşıp şu işin aslını öğrenelim diyoruz...
Bursa şehir merkezine yaklaşık 40 km. uzaklıkta kendi yağıyla kavrulan şirin bir balıkçı köyü Gölyazı. Havası, suyu sakin ve puslu. Uluabat gölünün sisi meydanı kaplamış. Erkekler “Ağlayan Çınar”ın altında oturmuş çay içiyorlar. Sandallarını kenara çekenler burada dinleniyorlar. Köyde balık işinden başka geçim kaynakları yok denecek kadar az. Çok nadir tarla işi yapanlar varmış… İnsanlar tuttukları balığın çok ucuza gittiğinden yakınsalar da bu işi yapmaya devam ediyorlar. Göle açıldıklarında yanlarına bir de yardımcı gerekiyor erkeklerin. Ortak aradıkları zaman hiç tahmin etmedikleri birileri çıkıyor bu işe gönüllü. Onlar kim mi? Eşleri, kızları, gelinleri tabii ki. Erinmeden koyuluyorlar işe sanki erkeklermiş gibi. Belki de onlardan çok benimsiyorlar yaptıkları işi. Az rastlanan bir durum olsa da Gölyazı da balıkçılık artık erkeklerden çok kadınların mesleği haline geliyor.
Amaç ev ekonomisi. . .
Yaşam biçimleri mesleklerine göre şekillenmiş orada yaşayanların. Her 2 evden birinde muhakkak sandala rastlanıyor. İnsanlar evlerinin önünde arabalarını park edecekleri alana sandallarını koymuş gibi görünüyor. Hayatlarının ayrılmaz bir parçası olmuş sandal, ağlar, misina. . . Balıkçılık mesleğinin cinsiyet ayrımı olmaksızın yapılmasının aslında çok haklı bir sebebi varmış meğer. Kadınların göle açılmasının asıl sebebi, eşlerinin kazancının başka bir ortağa bölünmemesiymiş. Eşleri, oğulları balığa çıktığında yardımcı olabilmek ve paranın evin içinde kalması için atlamışlar kayığa. Hem de hiçbir zorlama olmadan. Fedakarlığı başka bir boyuta taşımaya karar verirler. Kimi küçük yaşta babasıyla kimi evlendikten sonra eşiyle başlar bu işe. Kadınlar hem ev işlerini idare ediyor, hem de açıldıklarında vira bismillah diyip ağları göle salıyorlar. Motorları çalıştırıyor, kürekleri çekiyor, ağlardan balık topluyor, seriyor, ağları tamir ediyorlar. Artık bu işin ustası onlar olmuşlar.
Küçük bir kızın göl sevdası
Oraların kızları hayallerini ellerinde oyuncak bebeklerle kurmuyorlarmış eskiden. Küçük parmakları ağlarda, gözleri suyun maviliğine dalmış halde kurarlarmış. Büyümüş kabul edilmenin, işe yarıyor hissetmenin yolu gölden geçermiş. Kızlar ilkokulu bitirdiği gibi çalışmaya başlar, eve destek olurlarmış. Bu doğrultuda en çok tercih edilen meslek tabii ki balıkçılık olurmuş. Çeyizlerinden önce gelirmiş ağ örme işi. Dantel, örgü niyetine yerine onunla uğraşırlarmış. İçlerine işlemiş bir göl sevdası var çünkü onların…
Fevziye Evin, 12 yaşında göle giriyor aynı düşüncelerle. Babasıyla birlikte kayığa atlıyor ve yardımcı olmaya daha o yaşında başlıyor. Yorulduğunda kayığın arka tarafına geçip uyuyor. ‘’O yıllarda balıkçılık işten ziyade bir hayal gibiydi benim için. Çevremde onu gördüm, ben de yapmak istedim. Babam isteklerimi kırmadı ve balığa çıkarken beni de yanına almaya başladı. O gün bu gündür balıkla uğraşıyorum. Göl benim hayatım oldu artık. ‘’İşin ilginç yanı, Fevziye hanım gibi birçok balıkçı kadının da yüzme bilmeyişi. Ama şimdiye kadar devrilseler de kurtaranları olmuş ve zarar görmemişler. “Kadın olduğumuza bakmayın, kayığın arka tarafında erkek gibiyiz” diyor. Cesaret ve hırs buranın kadınlarına gerçekten çok yakışıyor. Başları dik, güçlü duruyorlar.
“Oğlumu gölde büyüttüm”
Gölyazı’nın kadınları için çocuk büyütmek diğer kadınlara göre oldukça zor. Daha bebeklikten itibaren onlarla beraber girişiyorlar hayat mücadelesine. Eş, dost hepsi ya balıkta ya da başka işlerde oluyor. Durum böyle olunca başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyorlar. İş başa düşünce de ilginç çözümler üretiyorlar.
30 senedir balıkçılıkla uğraşan Hanife Liman, yaşadığı zorlukları anlatırken gözleri uzaklara dalıyor. Arada bir tebessüm oturuyor yorgun yüzüne. Geçimlerini yalnızca balıkçılıkla karşıladıklarından sahip oldukları iki çocuğuyla ilgilenmek için vakit bulmaları da zor oluyor haliyle... Erken saatte hem onların ihtiyaçlarını karşılayıp hem de rüzgar çıkmadan balığa gidiyorlar.
“Sabah namazında uyanır, sabah ekmeğini yapar öyle açılırız göle… Rüzgar olmaz o saatte… Eğer ağlar önceden atılmışsa onları toplarız, atılmamışsa ağ atar bekleriz. İşimiz bittikten sonra kıyıya döner mezada başlarız. Tabii dönmemiz öğleni buluyor ve çocukları bırakacak yer bulamıyoruz. Oğlumu gölde büyüttüm ben. Kızım biraz büyümeye başladığı zaman yeni doğan bebeğimi ona bırakmaya başladım. Baktım olmuyor, iyice sardım sarmaladım yanıma almaya başladım bebeğimi. Sütünü yanıma alırdım, güneşe koyardım soğuk olmasın diye” diyor. Sustuğu anda öyle bir bakış oturuyor ki gözlerine, tüm fedakarlıklarının helal ediyor adeta. Çocuklarını zor şartlarda sağlıklı büyütebildiğine şükrediyor.
Mezat bereket kokuyor
Binbir zahmetle tuttukları balıkların satışını mezat usulüyle yapıyorlar. Balıkçıların kıyıya yaklaşmasıyla öğlen saatlerinde köy meydanında mezat başlıyor ve hareketlilik zamanı geliyor. Erkeklerle birlikte kadınlar da emeklerini canla başla satmaya çalışıyorlar. Mahsulün bereketi, mezat yerindeki heyecanı arttırıyor...
Gölün etrafındaki fabrikalar atıklarını suya bırakmaya başladığından beri gölün kendi balığının nesli tükenmiş. Farklı tatlı su balıklarının göle atılıp yetişmesiyle yapıyorlar işlerini. Haliyle bu durum, balığın değerini düşürüyor. Eşi de kendi gibi balıkçılık yapan Mehmet Yılmaz, zararlı atıkların balık nesline zararından çok etkilenmiş. ‘’Biz bu gölün asıl balığını yakalayıp satmakla meşhurduk aslında. Fabrikalar yüzünden nesli tükenince her gölde bulunabilen balıklara kaldık. Eskiye oranla kazancımız çok düştü. Şimdiki balıklar bol Allaha şükür ama değeri düşük’’ diyor.
Balıkçılığa babadan dededen miras gibi bakıyor Gölyazılılar. Ekmeklerini gölden çıkarmaya çalışıyorlar fakat artık evlerini geçindirmeye yetecek kadar para kazanamıyorlar bu işten. Emeklerinin karşılığını alamıyorlar yeterince. Yıllarca eşiyle beraber balıkçılık yapmış olan Sabriye Yılmaz, melalini şöyle anlatıyor bize; “Kaç yıl balıkçılık yaptık bu gölde. Artık ne eskisi gibi balık çıkıyor ne de tuttuğumuz balık değerinde satılıyor. Buradan kazandığımızla geçinemez olduk. En sonunda Bursa’ya taşınıp başka işler yapmaya başladık. Kadınlar, kızlar fabrikalarda çalışmaya başladı. Balıkçılıkla geçinenlerin sayısı çok azaldı” diyor. Fakat tüm zorluklarına karşın misinalara dolanmanın zevkini hiçbir şeye değişmiyorlar.
Dayanışma, dernekle pekişiyor
Gölyazı’nın çalışkan kadınları balıktan geldikten sonra da boş durmuyorlar. Bir kısmı ev işlerini düzene koyduktan sonra oturuyor gözleme sofrasının başına. Biri hamuru açıyor, biri içini koyuyor, bir diğeri pişiriyor. Bu yardımlaşma ortamında kadınlar bir araya toplanmış ve bir kadın dayanışma derneği kurmuşlar. Derneğin başkan yardımcısı Perihan hanım, faaliyetlerini şöyle anlatıyor ; ‘’Buradaki kadınlar yardımlaşma işine çok duyarlı. Balıktan sonra meydanda gözleme açılıyor, lokma dökülüyor. Ayrıca reçel tarhana gibi ev ürünleri çıkarıp satılıyor ve bunlardan kazanılan para derneğin kasasında toplanıyor. Kimin düğünü, cemiyeti varsa veya sadece paraya ihtiyacı doğduysa yardımcı oluyoruz. Köy içinde dayanışma artıyor, huzur ortamı devamlılığını sürdürüyor. ’’
Akşam kızıllığı Gölyazıdan ayrılırken el sallıyor sanki peşinizden. Çalışkanlığın, normlara karşı koymanın ve samimiyetin timsali insanlar misafirlerini uğurlarken, doğallıklarını korudukları sürece ziyaretçilerinin eksik olmayıp yalnız kalmayacaklarının da adeta bilincinde evlerine dönüyorlar. (EÖ/EKN)
* Fotoğraflar: Esra Özdilimim