Bugün TBMM Genel Kurulu'nda 2023 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine HDP adına ikinci konuşmayı yapam Eş Genel Başkan Mithat Sancar Meclis'in, demokrasinin temel direği olan bütçe hakkını Saray'a teslim ederek Magna Carta'da ifadesini bulan insanlık tarihinin en eski demokratik geleneğinin çiğnenmesine ortak olduğunu ve toplumdan aldığı gücü kişi hâkimiyetine devrederek çökerttiğine dikkat çekti.
"Bütçe hakkı barış hakkıdır"
Sancar şöyle dedi: "Manga Carta aynı zamanda barış hakkının sembolüdür. Hem bütçe hem de barış hakkı aynı metinle ortaya çıkmıştır. Bütçe hakkını kaybettiğimiz anda barış hakkı kaybedilmiş oluyor. Otoriterlikle savaş arasındaki, demokrasi ve barış arasındaki kopmaz bağı bu tarihsel örnek bize açıklıyor. Bütçe hakkını kaybederseniz barış hakkınız da tehlikeye girer. İşte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bütçe hakkını gasp eden bir sistem. Bütçe hakkı gasp edildikçe savaş politikaları ve otoriterlik derinleşiyor. Bu denklemi bozmamız gerekiyor. Bunu bozmamız zor değil. Büyük barış koalisyonunu demokrasi hedefi ile birlikte kurmak. Türkiye'nin bütün emekçilerini, halklarını, ezilenlerini bir araya getirecek barış ve demokrasi birlikteliğini inşa etmektir. Bütçe hakkını, bütün demokratik hakları ve barış hakkını da hayata geçirme imkanlarımız doğacaktır.
"Manga Carta aynı zamanda barış hakkının sembolüdür. Hem bütçe hem de barış hakkı aynı metinle ortaya çıkmıştır. Bütçe hakkını kaybettiğimiz anda barış hakkı kaybedilmiş oluyor. Otoriterlikle savaş arasındaki, demokrasi ve barış arasındaki kopmaz bağı bu tarihsel örnek bize açıklıyor. Bütçe hakkını kaybederseniz barış hakkınız da tehlikeye girer. İşte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bütçe hakkını gasp eden bir sistem. Bütçe hakkı gasp edildikçe savaş politikaları ve otoriterlik derinleşiyor. Bu denklemi bozmamız gerekiyor. Bunu bozmamız zor değil. Büyük barış koalisyonunu demokrasi hedefi ile birlikte kurmak. Türkiye'nin bütün emekçilerini, halklarını, ezilenlerini bir araya getirecek barış ve demokrasi birlikteliğini inşa etmektir. Bütçe hakkını, bütün demokratik hakları ve barış hakkını da hayata geçirme imkanlarımız doğacaktır."
Sancar konuşmasına ülkenin bir genel sosyo-ekonomik manzarasını çizerek başladı:
"Bu bir otoriterleşme ve savaş bütçesidir"
Türkiye, AKP-MHP koalisyonunun savaş tamtamlarının gölgesinde her gün daha fazla yoksulluk, açlık ve yolsuzlukla tarihinin en önemli seçimine doğru gidiyor. İşsizler, emekçiler, emekliler, engelliler, gençler, kadınlar, çocuklar, çiftçiler ve küçük esnaf büyük bir ekonomik, sosyal ve siyasal krizle boğuşuyor ve yaratılan enkazın altında ezilmeye terk edilmiş durumda. İktidar bloğu bu enkazın üzerinde yükselmek ve yaratılan devasa imtiyaz düzenini sürdürmek için devletin bütün imkanları eşliğinde adaletsizliği, eşitsizliği ve sömürüyü her alanda derinleştiriyor.
İşte 2023 Bütçesi bu çerçeve içerisine yerleştirilerek çıkarılmaya çalışılıyor. Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki tartışmalarda bunun ön hazırlığını hep beraber gördük. Bu bütçe neyin bütçesi sorusuna birkaç başlıkla cevap vermek mümkün. Bu bir otoriterleşme ve savaş bütçesidir, faiz bütçesidir, seçim bütçesidir, enflasyonist bir bütçedir. Sermayeye kaynakların daha çok aktarıldığı bir bütçedir. Kamusal hizmetlerde reel kesintilere uğrayan bir bütçedir.
Vergiler yoluyla yükün halkların omuzlarına bindirildiği bir bütçedir. İktidarın ve küçük ortağının yüzde 85 dediği enflasyon, 2023 Bütçesinde yüzde 160 olarak karşımıza çıktı. Türkiye halklarının boğazından geçen lokmayı her geçen gün küçülten bu enflasyonist politika son derece asimetrik bir zenginleşmenin zeminini yarattı, yaratmaya da devam ediyor. Bir yanda gece yatağa aç giren çocuklar ve gün boyunca yoksulluğu iliklerinde hisseden insanlar, gençler, emekçiler, emekliler varken; diğer yanda bu düzenin istismarından menfaat sağlayan sermayedarlar ve bürokratik oligarşi var. Utanma gibi erdemlerin yok olduğu bir pişkinlikle savunulan bu düzen yalan, gerilim, çatışma ve savaş politikalarıyla sürdürülmeye çalışılıyor.
Bugün Türkiye'de 30 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor. Gençler mutsuz, Türkiye'yi terk etmenin yollarını arıyor. Eğitim sistemitamamen çürümüş durumda. Öğrenciler ne evrensel değerleri ve bilgi teknolojilerini hak ettikleri gibi edinebiliyor ne de bugünlerini ve geleceklerini güvende hissediyor. Sağlık sisteminde "5 dakikalık göstermelik tedavi"ye dönülmüşken, halk hastanelerde sabah karanlığında sıraya girerek aylar sonrasına verilen randevuların yarattığı sorunlarla boğuşuyor. Esnaf siftah yapamıyor, mutsuz ve umutsuz, kredilerle ayakta kalmaya çalışıyor. Ayakta kalamayanlar dükkân kapatıp işsizler ordusuna katılmak zorunda kalıyor. Çiftçi, maliyetleri karşılayamıyor ve ithalat politikalarından kaynaklı sorunlar nedeniyle üretimden dışlanıyor. Kadınların yaşam hakkı her an tehdit altında, erkek şiddeti kadınları hayattan koparmaya devam ediyor. Kadın emeği daha derin bir sömürü çarkına bağlanmış durumda. Yüzlerce yıllık mücadele ile elde edilen kazanımları birer birer gasp edilmek isteniyor. Türkiye, toplumsal cinsiyet eşitliğinde her yıl dünya sıralamasında gerilere düşüyor. 10 milyona yakın engelli yardım, lütuf ve inayet anlayışıyla toplumsal ve siyasal hayattan soyutlanıyor.
Savaş ve faiz lobilerine kaynak aktarılıyor
Kürt sorununda çözümsüzlük ve şiddet siyaseti her geçen gün daha fazla cana, kaynağa ve krize neden oluyor. Peki, bu iktidar bu bütçe ile ne yapmaya çalışıyor, neyi hedefliyor? 2023 Merkezi Yönetim Bütçesiyle asıl kaynak aktarılan iki büyük kesim savaş ve faiz lobileridir. Bu bütçe halktan aldığı vergilerden faiz lobilerine 565,6 milyar TL, savaş lobilerine 468,7 milyar TL aktarmayı öngörüyor. Yani bütçe gelirleri kapsamında halktan toplanan her 3 TL'lik verginin 1 lirası faiz lobilerine ve savaş baronlarına altın tepsilerde servis ediliyor. Milyonlarca emekçi ve emeklinin sofrasına düşen 3 ekmekten biri, işte bu iki lobi arasında paylaştırılıyor. Bu yetmezmiş gibi 660 milyar TL'lik bütçe açığı öngörülüyor. Bu da bütçenin seçim bütçesi olduğunu gösteriyor.
Bu AKP'nin veda bütçesidir
İktidar 2023 Bütçesini her ne kadar seçim bütçesi yapmaya çalışsa da varlığını sürdürmeye çalışsa da bir kez daha diyoruz ki bu mümkün değil. Bu iktidarınızın son bütçesidir, tabelalarınız depolara inecek ve çürümeye terk edilecektir. Bu bütçe sizlerin veda bütçesidir, küçük ortağınızın ise değersiz yalnızlığının müjdecisidir.
Türkiye'yi bu çarpık ekonomi anlayışından kurtaracak, kaynakların savaşa ve faize değil emekçilere, emeklilere, gençlere, kadınlara, engellilere harcandığı ve HDP'nin yetki sahibi olduğu ilk bütçeye çok fazla zaman kalmadı, en fazla 8 ay kaldı. İktidar, 20 yıldır ülkeyi yöneten kendisi değilmiş gibi yarattığı sorunları çözmenin sözünü veriyor! Böyle bir yaman çelişkiyle yüz yüzeyiz. Vaatler arka arkaya sıralanıyor.
Bütün bunlar kendi ürünleri değilmiş gibi çözüm önerilerini sıralayan konuşmalar yapılıyor, nutuklar atılıyor, vizyon belgeleri açıklanıyor. Oysa halkımızın büyük bir çoğunluğu gerçeklerin farkında. "Asgari ücreti artıracağız" diyorlar ama kurdukları ekonomik sistemde enflasyonist politikalarla alım gücünü yok ettiler, paranın değerini pula çevirdiler, tüm emekçileri açlık sınırında yaşayan asgari ücretli haline getirdiler.
"Emeklilikte Yaşa Takılanların emeklilik haklarını teslim edeceğiz" diyorlar. Oysa AKP Genel Başkanı bir süre önce "Seçimi kaybetme pahasına bu işi yapmayız" demişti. Şimdi ne oldu? Neden EYT'lilerin haklarını teslim etme sözü veriyor? Bütün bunlar seçim yatırımı. Seçimi kazanmak için iktidarı kazanma manevrası.
Yine bir sosyal konut projesi hayata geçirdiler. Bu ihtiyaç nereden hasıl oldu? Barınma sorununun sorumlusu kim? Ev sahipleri ile kiracıları birbirine düşüren, bu nedenle ölümlerin dahi yaşandığı bir sorunu iktidar değilse kim yarattı? İstanbul'da en düşük kiranın 5 bin TL, Ankara'da en düşük kiranın 4 bin TL seviyesinde olduğu bu düzeni kim yarattı? Ve bu konut projesi için 2 yıl sonrasına randevu veriyorlar. İnsanlarımızın umutlarını, gelecek kaygılarını istismar ediyorlar ve "Bize oy verin 2 yıl sonra projeyi hayata geçirelim" diyorlar.
KYK borçlarının faizlerini siliyorlar, oysa yapılması gereken bütün borçları silmektir, sadece faizlerini değil. Biz söz veriyoruz öğrencilerin KYK borçlarını değil bütün borçlarını sileceğiz. Bütün öğrencilerin eğitimleri sürdürecek bursa sahip olmaları bir haktır. Bu hak sadece borçların silinmesiyle olmaz. Bu saydıklarımız yurttaşlarımızın haklarıdır, seçim malzemesi yapılamaz. Halkların Demokratik Partisi olarak bizler, bütün yurttaşların ekonomik ve sosyal haklarını sonuna dek savunmaya, onlarla birlikte mücadele etmeye, insan onuruna yaraşan bir çalışma yaşamı, insanca ücret ve hak mücadelesinde işçilerin ve emekçilerin yanında onlarla omuz omuza olmaya devam edeceğiz.
Diğer bütçeler için söylediğimiz bir söz var. Başta da belirttim Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan da altını çizdi. Bu bütçe bir savaş bütçesidir. Esas olarak bir savaş bütçesidir, çünkü ülkeyi yöneten mevcut ittifak bir savaş ittifakıdır. Bu ittifak bir savaş hükümeti olarak varlığını sürdürmeyi amaçlıyor. İktidarını ayakta tutmak için kutuplaştırmaya, ayrıştırmaya, savaş ve çatışmaya ihtiyaç duyuyor. İçi boş hamasi söylemlerle sürekli iç ve dış düşmanlar yaratarak toplumu korkuyla yönetmeye, siyaseti ve muhalefeti dizayn etmeye çalışıyorlar.
Savaş siyasetinin peşinden gidenler aynı zamanda toplumun barış içerisinde bir arada yaşama hakkının tehdit edildiğini ve buna onay verildiğini anlamak zorundadır.
Bakın bir kez daha Kuzey ve Doğu Suriye halklarına, Rojava topraklarına hava harekatı başlatıldı, kara harekâtlarının yapılacağı da iki de bir söyleniyor. Daha önce belirttik yine belirtelim. Bu savaşın asıl nedeni Kürt karşıtı politikalardır. Bu savaş en açık anlamıyla iktidarın yürüttüğü Kürt karşıtlığı, Kürt düşmanı siyasetinin yansımasıdır. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrarıdır sonucudur. Dünyanın neresinde olursa olsun Kürtlerin kazanımlarına duyulan alerjinin ve fobinin bir göstergesidir. Terörle mücadele adı altında yürütülen bu politika, yedeğine alamadığı her Kürdü haklarından soyundurma siyasetinin bir parçasıdır.
Ülke içinde dilini ve kültürünü yasakladığı, bütün siyasi ve insani haklarını gasp ettiği, gözaltı, tutuklama ve hatta ölümlerle sindirmeye çalıştığı Kürtlerin, sınırların dışında dahi kazanımlarına olan tahammülsüzlüktür bu politikaların anlamı. Bu politikalar, artık kendilerinin ve ortaklarının açıkça dile getirmekten imtina etmedikleri "emperyal fetih" fantezileri çerçevesine yerleştirilmiştir. Terörizm hamasetinin, yükseltilen milliyetçi hezeyanların ve her sıkıştığında dillerine doladıkları beka ve "biz gidersek devlet çöker, vatan da gider" söyleminin arkasında gizlenen hakikat tam da budur.
İktidar savaştan güç ve
iktidar devşirme peşinde
Bu savaşın politikasının bir diğer önemli nedeni ise çöküşte olan iktidarın savaştan, çatışmadan güç ve iktidar devşirme planıdır. Evet, iktidar özellikle seçim arifesinde tırmandırdığı bu siyasetiyle seçim sürecini dizayn etmeyi hedefliyor. Kendisi bu stratejiden kazanmayı hedeflerken; topluma ölüm, acı, yoksulluk ve geleceksizlik sunuyor. İşte bugün yaşadığımız, siyasetten ekonomiye, toplumsal yaşamdan ekolojiye kadar her türlü ağır sorunun altında yatan sebeplerin en önemlisi bu zihniyet ve siyasettir.
Buna onay ve destek verenler de kim olursa olsun, "iktidarın kazanması, toplumun kaybetmesi" planına destek verdiğini artık görmek zorundadır. İktidar kendi politikaların hayata geçirebilmek için muhalefeti ve seçim sürecini dizayn etme hedefini bu kadar açık ortaya koyarken, buna karşı net bir tutum sergilemek bütün toplumsal ve siyasal muhalefetin tarihsel görevi ve sorumluluğudur.
Tüm siyasal ve toplumsal güçler, bu iktidarın yolsuzluklarını ve talanını; açlığı, yoksulluğu, adaletsizliği savaşla perdelemeye ve muhalefeti de bu oyun sahası içerisinde tutmaya çalıştığını görmelidir. Bu savaş siyasetinin peşinden gidenler aynı zamanda toplumun barış içerisinde bir arada yaşama hakkının tehdit edildiğini ve buna onay verildiğini anlamak zorundadır.
Barış hakkının sözcüsüyüz
Buradan bir kez daha ifade ediyoruz: Biz HDP olarak çatışma ve savaş politikalarına, çözümsüzlükte ısrar eden her türlü yaklaşıma karşı durmaya devam edeceğiz. Kürt sorununun demokratik zeminde çözümünü ve ülke halklarının bütünün mutabakatıyla çözülmesini hedefliyoruz. Bu ülke halklarının barış hakkının sözcüsü ve ısrarcı siyasi bir güç olma sözünü veriyoruz. Ülke halkının barış hakkının sözcüsüyüz, bunda sonuna kadar ısrarcıyım.
Bu konuda özel çalışmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum. Bu yerkürenin üzerinde denenmemiş savaş yöntemi yoktur. On yılları hatta yüzyılları alan savaşlar ve yıkımlar geleceğe hep büyük sorunlar bırakmıştır. İnsanlığın bu yüzyıla miras taşıdığı en önemli kazanımlardan biri ise sorunların savaşla değil müzakere, diyalog ve mutabakatla çözülebileceği gerçeğidir. Bu gerçek bize, bu ülkenin bütün halklarına kendisini bir görev ve sorumluluk olarak dayatıyor. İki büyük dünya savaşını görmüş, savaşın ortasında yaşamını yitirmiş bir düşünürün, Walter Benjamin'in sözünü hatırlatmadan geçmek istemem:
"Ortada bir düşman olmamasına ve barışın ne olduğu bilinmesine rağmen savaşı övmekten çekinmeyecek kadar 'dar ufuklu' olmanın sonucu ufuktaki yıkımdır, savaşın yıkıntılarıdır."
Bizler tekrar hatırlatıyoruz; savaş politikalarında ısrar, yıkımda ve yoksullukta ısrardır. Çözüm diyalogdadır, siyaset zeminindedir, müzakerdedir ve gerçek bir mutabakat arayışındadır. HDP'nin bundan önce olduğu gibi bundan sonra da her türlü sorumluluğu yerine getirmeye söz verdiğini ve bu yolda yürümekte ısrarcı olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Bütçe hakkı nerede çıktı diye uzun uzun anlatacak değilim. Akademik tarihsel bir örnekle açıklanır. Başlangıcı 1215'e Manga Carta'ya dayandırılır. Doğrudur, bütçe hakkı Manga Carta'yla kazanılmıştır. Bütçe hakkı modern demokrasilerin gelişiminde belirleyici bir dönüm noktasıdır. 13'ncü yüzyılda İngiltere Kralı John'un aşırı vergi almasına ve bu vergileri kullanarak aşırı harcamalarda bulunmasına karşı halkı da arkalarına alan baronların isyanını söz konusudur. Ne için topluyordu paraları Kral John? Sürekli vergileri artırmasının sebebi neydi? Sürekli savaş politikasıydı. Durmadan savaşlar yürütüyordu. Her seferinde kaybettiği yerleri almak için daha büyük savaşlara soyunuyordu ve daha fazla paraya ihtiyaç duyuyordu. Yapacağı şey halkın varlıklarına el koymak oldu. Artık halkın bıçak kemiğine dayanınca, baronların öncülüğünde isyan başladı. Kral da masaya oturup Manga Carta'yı imzalamak zorunda kaldı.
Manga Carta aynı zamanda barış hakkının sembolüdür. Hem bütçe hem de barış hakkı aynı metinle ortaya çıkmıştır. Bütçe hakkını kaybettiğimiz anda barış hakkı kaybedilmiş oluyor. Otoriterlikle savaş arasındaki, demokrasi ve barış arasındaki kopmaz bağı bu tarihsel örnek bize açıklıyor. Bütçe hakkını kaybederseniz barış hakkınız da tehlikeye girer. İşte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bütçe hakkını gasp eden bir sistem. Bütçe hakkı gasp edildikçe savaş politikaları ve otoriterlik derinleşiyor. Bu denklemi bozmamız gerekiyor. Bunu bozmamız zor değil. Büyük barış koalisyonunu demokrasi hedefi ile birlikte kurmak. Türkiye'nin bütün emekçilerini, halklarını, ezilenlerini bir araya getirecek barış ve demokrasi birlikteliğini inşa etmektir. Bütçe hakkını, bütün demokratik hakları ve barış hakkını da hayata geçirme imkanlarımız doğacaktır.
Eşit yurttaşlık demokratik
cumhuriyetin temel direğidir
Önemli bir sorun eşitsizlik ve eşitlik denklemi ve diyalektiğidir. Eşitsizliğin olduğu yerde toplumsal çöküş kaçınılmazdır. 1770'te İrlandalı meşhur şair Oliver Goldsmith yazdığı bir şiirde şöyle söylemiş: "Kötülük kol geziyor, hızla kıskacına alıyor. Servetin biriktiği yerde insan çürür. Eşitsizlik insanların hayatlarını şekillendirmede can alıcıdır. Az sayıdaki zengin ile çok sayıda yoksul arasındaki eşitsizlik derinleştikçe toplumsal sorunlar derinleşiyor ve kötülük yaygınlaşıyor."
Bizlerin hedefi bu eşitsizliğe karşı toplumsal adaleti sağlayacak bir düzen kurmaktır. Hepimizin ortak hedefinin bu olması gerektiğini söylüyoruz. Hepimiz derken elbette buna en çok ihtiyaç duyanların, buna inananların birlikte yürümesi gerekiyor. Birlikte yürürsek bu eşitsizlikleri de adaletsizlikleri de mutlaka durdurabiliriz.
Eşit yurttaşlık burada temel bir sorun olarak karşımızda duruyor. Eşit yurttaşlık demokratik cumhuriyetin temel sütunudur. Bu ülkede en çok yok edilen ve hırpalanan edilen ilkedir. O nedenle Cumhuriyet bir türlü demokrasi ile buluşamamıştır. Eşit yurttaşlık taleplerinin yok sayılması iktidarın meşruiyetinin ortadan kalkmasının da yolunu açıyor. Toplumsal itirazın ortadan kalkmasının nedeni de eşit yurttaşlık haklarının ve ilkesinin yok sayılmasıdır. Bugün bu itirazla baş edemeyen ve toplumsal meşruiyetini kaybeden iktidarın bu denli baskıya ve hukuksuzluğa başvurmasının nedeni de işte eşit yurttaşlığı yok etmesi, eşit yurttaşlığın gereğini tanımaması ve keyfilik üzerine, ayrımcılık ve adaletsizlik üzerine bir düzen kurmasıdır. Önümüzdeki seçimler Türkiye tarihinin en önemli seçimleridir derken de işte tam da bu gerçeklerden hareket ediyoruz.
Seçimler eşit yurttaşlık isteyenler
ile tekçilik yanlıları arasında
Karşımızda meşruiyet krizi yaşayan, talepleri yok sayan her türlü baskıcı adaletsiz yola başvuran bir iktidar var. Bu seçimler eşit yurttaşlık ve barış içinde bir arada yaşama iradesi ile otoriterliğin kurumsallaştığı tekçi bir sistemin kurulmasını isteyenler arasında olacaktır. Toplumsal muhalefetin bu gerçeği bilerek ve sorumluluklarının farkında olarak hareket etmesi gerekiyor. Kısa vadeli hesaplar, dışlayıcı tutumlar sadece ve sadece bu düzenin devamına hizmet eder. Bu da bu tutumda olan herkesi tarih ve halk önünde büyük bir vebal altına sokar. Herkes atacağı adımları bu hakikati görerek atmalı ve önümüzdeki tarihi fırsatı heba edecek her türlü sorumsuzluktan kaçınmalıdır. HDP üzerine düşen sorumluluğunun farkındadır. Fikriyatıyla, yürüttüğü siyasetle, baskılara direnişiyle ve ayakta kalıp büyümesiyle önümüzdeki dönemin belirleyici aktörü olacak konuma gelmiştir.
Gelecek HDP'nin de içinde olduğu
büyük demokrasi blokunda
Bunun biz farkındayız ama bizim dışımızdaki herkes farkında olmalıdır. Bu gerçeğin farkında olmak aynı zamanda sorumluluğumuzun farkında olma gibi bir mecburiyeti de önümüze koyuyor. Biz demokratik sorumluluğumuzun bilinciyle hareket ediyoruz, önümüzdeki her gelişmeyi de bu sorumluluk bilinciyle karşılamaya hazırız. İktidarın kapatma davasıyla veya başka operasyonlarla bizim önümüze çıkaracağı engeller de muhalefette yaşanabilecek yalpalanmalar veya tökezlemeler de bizim bu yolda yürümemizi engellemeyecektir. Biz kendi yolumuzda yürümeye devam edeceğiz, halklarımıza sesleneceğiz. Bütün topluma dokunmaya çalışacağız ve geleceği kuracak gerçek fikriyatın ve gerçek gücün burada olduğunu, HDP ile birlikte ittifaklarında olduğunu, HDP ve ittifakları ile oluşacak büyük demokrasi bloğunda olduğunu her vesileyle söylemeye devam edeceğiz.
Bugün bizler gerçekten demokratik bir geleceğin sigortası durumundayız. Bu ülkede çatışmanın, Kürt sorununda her türlü inkarcı ve imhacı yaklaşımın, toplumda inançlar arasında ayrımcılık ve baskıyı yaymaya çalışan her türlü yaklaşımın karşısına büyük barış sloganıyla ve güçlü demokrasi hedefiyle çıkıyoruz. Sorumluluğumuzun büyük olduğunu biliyoruz. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirecek birikime, tecrübeye ve iradeye sahip olduğumuzu da buradan ifade ediyoruz.
Fabrikalarda, işyerlerinde, üniversitelerde, sokaklarda, köylerde, farklı yaşam alanlarında eşitlik, barış, özgürlük, adalet, hak, hukuk ve insanca yaşam mücadelesini daha da büyüteceğiz. Çözüm biziz, Türkiye'nin demokratik geleceğinin inşa gücü buradadır. Göreceksiniz bu güç ve fikriyat mutlaka kazanacak. Hepinizi bu duygu ve düşüncelerle selamlıyor, selam ve sevgilerimi iletiyorum.
Mithat Sancar da Pervin Buldan gibi, konuşmasının bitiminde kürsüden HDP milletvekillerinin ayakta ve sürekli alkışları arasında ayrıldı.
(AEK)