Haberin İngilizcesi için tıklayın
1925 yılında Beyrut'ta dünyaya gelen ressam, yazar ve şair Etel Adnan, dün Paris'te hayatını kaybetti.
Şam doğumlu Müslüman Arap bir baba ile İzmirli Ortodoks Rum bir annenin, her ikisinin de cemaatlerinden dışlanmasına sebep olan evliliğinden dünyaya gelen Etel Adnan'ın tüm yapıtları köklerinin izlerini taşıyor.
Resim yapmaya, edebiyata olan ilgisini keşfettikten çok sonra, 1959'da başladı. Eserlerini ilk olarak San Francisco'daki sanat merkezleri ve galerilerde sergilemeye başladı.
Öğrenimine bir Fransız kız okulunda başlayan sanatçı, kazandığı bursla Paris'e, Sorbonne Üniversitesi'ne felsefe ve estetik eğitimi almaya gitti. Ardından ABD'ye göç etti ve doktora eğitimine Berkeley ve Harvard gibi üniversitelerde devam etti.
Etel Adnan Kaliforniya'da, 1983-84
Arap dünyasındaki hareketlilik sürerken 1972'de Beyrut'a, kendi deyimiyle "sürgünden sürgüne" döndü. Savaş sona ermeden Beyrut'tan yeniden gönüllü sürgüne, Kaliforniya'ya gitti ve böylece hayatının geri kalanını, Amerika-Lübnan-Fransa üçgeninde sürdürmeye devam etti.
Bir dönem sanat felsefesi ve estetik dersleri verdiği Amerika'da resme başlayan sanatçı erken üretimlerinde sade soyut kompozisyonlar yapar. Bir yandan da ilhamını Doğu halılarından aldığı soyut halılar tasarlamaya yönelir. Beyrut'a geri döndüğü döneme kadar geçen sürede leporello ve kilim dokuma sanatlarına olan ilgisinin farkına vararak bu alanlara yöneldi.
Sanatçı, 60 yıllık üretiminin tüm dönemlerini kapsayan retrospektif niteliğindeki "İmkânsız Eve Dönüş" isimli sergiyi Pera Müzesi'nde açmşıtı. Sergi, sanatçının savaş, sürgün, göç, kayıplarla geçen yaşamına ve çok katmanlı dünyasına ışık tutuyordu.
Etel Adnan'ın kaleminden:
"Kendimizi bir Osmanlı ailesi olarak görürdük"
"Türkiye hep günlük hayatımın arka planında idi. Çocukken Türkçe ve Fransızca konuşuyordum, daha sonra okulum nedeniyle Fransızca baskın çıktı. Fakat ne zaman Şam'daki ailemi ziyarete gitsem, babamla konuşmalarımda Türkçe hep geri geliyordu. Kendimizi çoğu zaman bir Osmanlı ailesi olarak görürdük; zira, babam Harbiye'den kurmay subay olarak mezun olmuştu ve Mustafa Kemal'in sınıf arkadaşıydı. Babamı bir tek Atatürk öldüğünde ağlarken görmüştüm. Birinci Cihan Harbi'nden kısa zaman önce babam İzmir garnizon kumandanı olarak atanmıştı. Doğma büyüme İzmirli genç bir Rum olan annemle orada tanışmış ve evlenmişti. Babam Müslüman, annemse Hıristiyan olduğundan bu sıra dışı bir evlilikti.
"İzmir, yitik bir cennet gibi..."
"Gençliğimde İstanbul'da bulundum, ama İzmir'e hiç gitmedim. Evde bizim için İzmir yitik bir cennet gibiydi. Şehirden söz ederken ağlardık. Çocukken ufukta kocaman bulutlar görünce, "bu İzmir mi?" diye sorardım. Ve ne zaman Beyrut'taki plaja yüzmeye gitsem, 'İzmir'e gidiyorum' derdim. Annemin, dünyanın hiçbir yerindeki balıkların kendi memleketindekiler kadar lezzetli olmadığını söylediğini hatırlıyorum."
Kaynak: Pera Müzesi
(AÖ)