Bienal'de arkası kazınan bir zarf, Şekerbank önünde bir Hes borusu, Tarlabaşı'nda çatının tepesinde pankartlar...
Kısaca "kamusal" olan her yerde karşınıza Kamusal Sanat Laboratuvarı'nın "laborantları" çıkabilir.
Laboratuvar, ağırlıklı olarak sanatçılardan oluşan ama içinde avukat, gazeteci ve mimar gibi değişik meslek gruplarından insanların da olduğu en basit tanımıyla bir "eylem grubu". Grup hiyerarşik bir yapıya sahip değil, farklı disiplinlerden insanların katılımına açık...
Grubun laborantlarından Ezgi Bakçay ve Niyazi Selçuk esasında ne olduklarını anlattılar.
İçinde hem "kamusal" hem "sanat" hem de "laboratuvar" olan bir ismin biraz açıklamaya ihtiyacı var sanki?
E.B: Deneme, yanılma süreci ile devam edecek ve açık uçlu olmasının bir parçası olarak ismi laboratuvar. Patlamalara hazır olduğu için de biraz öyle... Sanat kelimesi anlamını aşmak üzere duruyor ve umarım bir süre sonra bundan vazgeçebilecek noktaya geleceğiz. Kamusal alan tabii ki bizim ürettiğimiz, yaratıcılık biçimlerinin mekanı.
Kamusal alan belirli bir meydan ya da bina değil. Bu alan bize bahşedilmiyor, bunu üretmemiz gerekiyor. Bankanın önünü kamusal alan haline getirmek gibi...Bunun için de egemen kamusallığın söylemini kırmak gerekiyor. Derdimiz kamusal alanlarda kamusal anlar yaratmak.
Sizi ne kışkırttı?
E.B: İnsanlık Anıtı'nın yıkılması sırasında sanatçıların savunmasızlığı, örgütsüzlüğü diğer yandan da sanat alanının siyaset alanından kopukluğu bizi kışkırttı. Sanatçılar toplumsal hayattan uzak, bu tip sorumluluk istemeyen, daha bireysel, bencil bir hayat süren tipler üzerinden tanımlanıyor. Bize göre ne yaratıcılık ne de sanat alanı böyle bir toplumsal duyarsızlıkla yaftalanabilirdi. O yüzden bu işin temel düşüncesi sanatçıların siyasetteki etkisizliğine dair üretilmiş olan o algıyı ortadan kaldırarak sanatçılara da siyasette bir şeyler üretebilecek alanı açmaktı.
N.S: 80 sonrasındaki kültür, sanat politikalarında sanat tamamen özel sektörün eline teslim edildiği için sanatla siyasetin bağı tamamen ortadan kalktı. Sanatçılar holdinglerin eline bırakıldı. Bu kurumlar "kârlılık" mantığı üzerinden sanatın yararlılığına kanaat getirip "sanat" kelimesini sanatın satılabilirliği üzerinden yeniden şekillendirdiler. Bu yüzden de sanat bağımsızlığını yitirdi. Biz, 68 - 78 döneminde var olan siyaset, sanat arasındaki tüneli yeniden açıp yeni eylem biçimleri üretmek istiyoruz.
Bienalin ana sponsoru Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç'un 12 Eylül darbesine verdiği desteği yazdığı bir mektubu açılışta dağıtarak "karşı etkinlik" düzenlemiştiniz. Ya sonra?
E.B: Bienal yönetimi sergilerin kamusal alana taşınmasına dair açıklama yaptı. Yeni küratörü de kamusal sanat çalışmaları yapan Fulya Erdemci oldu. Yani bundan sonra sanatın kendisini siyasetten ve kamusal alandan ayrı tutması gibi bir lüksü yok. Sanat muhalefete bakmak zorunda; sanatçılar ancak toplumsal hareketlerle birlikte hareket ederlerse başarılı olur.
"Sokak sanatçısı egemen kamusallağın karşısındadır"
Kentsel dönüşümün yerle bir ettiği Tarlabaşı'nda belediye ile işbirliği içinde yapılan ve Dj'lerin müziği eşliğinde yıkık evlere çizimlerin yapıldığı Streetart Festivali'ni protesto ettiniz.
E.B: Kendisine sokak sanatçısı diyenler, Tarlabaşı'na oradaki insanlar zorla geç ettirilince girme cesareti buldu. Biz, sokak sanatının gücünü, egemen kamusallığın eleştirisinden aldığına inanıyoruz. Bize göre, Streetart Festival İstanbul inşaat ve güvenlik şirketleri, belediye, üniversite ve kültür endüstrilerinin suç ortaklığının sahnelenmesidir. Festival kapsamında evcilleştirilen sokak sanatı, kentsel muhalefeti, Tarlabaşı sakinlerinin yaşam mücadelesini, bölgenin gerçekliğini hiçe sayıyor.
N.S: Oradakiler sanatın soylulaştırma gücünü kullanarak o bölgenin pazarlanmasını kolaylaştırmak istedi. Biz de ironik posterler hazırladık. Kadir Topbaş, "Tarlabaşı şimdi Şanzelize oldu", Ali Ağaoğlu, "Ben bile bu kadaranı yapamazdım", Misbah Demircan, "Tarlabaşı sanata doydu" diyordu. Orada gerçekleşen olayın, iktidarın bu figürlerini nasıl memnun edeceğini deşifre eden bir işti.
"Şekerbank bizle alay etti; biz de onla"
Şekerbank protestosu nasıl ortaya çıktı?
N.S: Karaçam Köknar köylerine HES yapan inşaatın sahibi Derebaşı Enerji Anonim Şirketi'nin yüzde 65'inin Şekerbank'ın olduğunu öğrendik. 200 köylünün üzerine 638 tane jandarmanın saldırdığını, orada olayları sıcağı sıcağına yaşayan köylülerden dinledik. Ve gördük ki; Şekerbank bir yanda HES inşa ediyor bir yanda ise İstanbul'da "Yeni Medya Galerisi"nde ekoloji sergisi organize ederek kurumun çevreye ve doğaya saygısını anlatıyor.
Neden HES borusu?
E.B: Gidip köylüleri döven, insanları tutuklayan, doğayı katleden bir şirket adeta dalga geçer şekilde "doğa dostluğunu" bizimle paylaşmaya soyunuyor. Eğer iktidar kendini bütün bir toplumla alay edecek derecede muktedir hissediyorsa, biz de ona "HES borusunu sana armağan ediyoruz" diyoruz. Burada öncelikli strateji alay etmek, komik duruma düşürmek temelliydi ve aslında onun yenilmez olmadığını, "bak, bunu da buraya bu şekilde koyabiliyoruz"u gösterebilmekti.
Kamusal Sanat Laboratuvarı'nın laborantları her an her yerde kamusal anlar yaratmak için karşınıza çıkabilir...(NV)