*Ya Da Tiyatro, "Safo" Assos Gösteri Sanatları Festivali, 1996 Fotoğraf: Raife Polat
Salt'ın sahne ve performans kavramları odağında Türkiye'nin 1990'lı yıllarından sanat üretimlerini bir araya getiren "Sahnede 90'lar" sergisi izleyiciyle buluşmaya devam ediyor.
Bu kapsamda Ekim ve Kasım ayları boyunca bir dizi canlı performans da programda yer alıyor.
Herkese açık ve ücretsiz program, 1990'lar itibarıyla giderek görünürlüğü artan performans sanatı örnekleriyle günümüz arasında bir bağ kuruyor ve farklı disiplinlerden yeni nesil sanatçıları bir araya getiriyor.
12 Şubat 2023'e dek Salt'ın Beyoğlu ve Galata'da ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek sergi paralelinde düzenlenecek etkinlikler, saltonline.org ve Salt'ın sosyal medya kanalları üzerinden takip edilebilir.
Salt'tan Amira Akbıyıkoğlu tarafından, Emirhan Altuner ve Gül İçel ile araştırmacı Mine Söyler iş birliğinde programlanan sergi, dönemin performans üretimlerine yoğunlaşarak kültür, sanat ve eğlence tarihine çok yönlü bir bakış getirmeyi amaçlıyor.
Öte yandan sergiyle paralel yürüyen bir de araştırma/arşiv web sitesi hayata geçti.
Amira Akbıyıkoğlu, sergiyle ilgili sorularımızı yanıtladı.
*Mehmet Sander'in televizyon programı için gerçekleştirdiği performanstan bir kare, tahminî 1986
Anahtar kavramlar: Sahne ve performans
Sahnede 90'ların çerçevesini oluştururken nasıl bir yol izlediniz? Hazırlanırken yolda ne gibi değişimler oldu?
Sergi 1990'lı yılları değerlendirmek için "sahne" ve "performans" kavramlarını birer anahtar olarak kullanıyor ve bu iki anahtar kavram kültür, sanat ve eğlence tarihi açısından birçok kapının açılmasına olanak sağlıyor. 90'lı yıllarda altı çokça çizilen "disiplinlerarası" üretimi bu iki kavram temelinde irdeleyebiliyoruz. Ayrıca sahne ve performans arasında karşılıklı bağımlılığa dayanan ilişkiyi de ele alabiliyoruz: 90'larda sahne gündelik hayata açıldıkça performans ufkunu genişletirken performans yeni mecralara sıçradıkça sahne sanatın ötesine geçiyor.
Sokağın sahneye dönüştüğü işler
Sergi Mirkelam'ın efsaneleşen "Her Gece" klibiyle açılıyor. Bu özel bir tercih mi?
1990'larda Türkiye'de hem içerik hem form anlamında deneyselliğin kendini gösterdiği formatlardan biri de müzik videolarıydı. 1995'te yönetmen Umur Turagay'ın çektiği "Her Gece" klibinin kanallarda dönmeye başlamasıyla Mirkelam bir gecede ülke çapında "koşan adam" olarak şöhreti yakaladı. Herkes bilinmeyen bir sebeple İstanbul'un bir caddesinde koşan bu adamın kim olduğunu merak ediyordu. Bu klip sergi kapsamında Salt Beyoğlu'nun İstiklal Caddesi'ne açılan giriş katında yer alıyor. Sergiye gelenleri bir podyumda yürümeye davet eden bu bölümdeki seçki 80'ler sonundan erken 2000'lere sokağın sahneye dönüştüğü işlerden oluşuyor. Dönemin öne çıkan popüler kültür üretimlerinden müzik videoları da buna dâhil, başka bir örnek de Candan Erçetin'in "Hangi Aşk Adil Ki" şarkısına Mete Özgencil'in çektiği klip. Ayrıca Halil Altındere'nin "Ne Bakıyon?" videosu, Kumpanya ekibinin "Yine Ne Oldu?" oyunu, Yeşil Üzümler'in Mis Sokak performasının kaydı ve Moni Salim Özgilik'in Ankara'nın Sakarya Caddesi'nde gerçekleştirdiği "Sakarya Destanı" performansından fotoğraflar izleyicilerin giriş katında görecekleri işlerden bazıları.
"Bulutlar dağılmaya başlıyor"
90'lı yıllar Türkiye tarihi için "karanlık yıllar" olarak anılıyor. Faili meçhul cinayetler, beyaz Toroslar, sergide de yer bulan "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eylemleri. Ancak sergiyi gezerken genel hava "ne çok farklı ve aykırı üretimler varmış sahnede" oluyor. Siz nasıl yorumlarsınız bu dönemi?
Bu tezatlığın altını serginin giriş yazısında da çiziyoruz. Evet, 1990'lar Türkiye'de politik ve ekonomik açıdan istikrarsız geçiyor. On yıla sığan on bir koalisyon hükümeti var. 1994 ekonomik kriziyle birlikte hayatımıza "kemer sıkma politikaları" giriyor. Faili meçhuller, Susurluk Kazası gibi skandallar ülkeyi sarsıyor ve on yılı kapatırken 1999 Gölcük Depremi yaşanıyor. Ama 90'lı yılların mirası bu karanlık olaylarla sınırlı kalmıyor. Politik ve ekonomik gündemin ötesine geçtiğinizde bulutlar dağılmaya başlıyor. İstanbul'da kültür, sanat, performans ve eğlence tarihi açısından karanlığa tezat oluşturacak bir dinamizmin baş gösterdiği yıllar yaşanıyor.
"Özel televizyonlar: Hiç karşılaşmadığımız persona'lar"
Arka arkaya açılan özel radyo ve televizyon kanallarının da etkisiyle pop kültürünün yükselişe geçtiği bir dönem 90'lar. Özel bir bölüm de var sergide. Huysuz Virjin Şov, Yaseminle Gece Jimnastiği, Süper Frikik. Bu çok fazla ve karmaşık televizyon programları arasından bir seçki yapmak zor olmadı mı?
1990'lar özel televizyonun hayatımıza girdiği yıllar. Özel televizyonun vadettiği renkli yayın akışı bir yandan yeni kapılar açıp hiç karşılaşmadığımız persona'larla karşılaşmamıza vesile olurken diğer yandan türlü absürtlükle her şeyi bir gösteriye, bir "şov"a dönüştürüyor. Nihayetinde sergideki amaç bir televizyon antolojisi sunmaktan ziyade, serginin bağlamına uygun bir seçki yaratmaktı. Burada seçim yaparken ekranda performans sanatı ile gündelik hayat arasındaki çizgiyi muğlaklaştıran, kimi zaman olağandışı gözüken program kesitlerine veya "Dokun Bana" gibi fiziksel dayanıklılığa dayanan yarışmalara yer verdik.
*Aydın Teker'in Köm-ür performansından bir kare, Seretonin II, 1992, Sanatçının izniyle
Bir zamansız ölüm: Hüseyin Katırcıoğlu
Hüseyin Katırcıoğlu dönemin – ve yaşasaydı belki günümüzde de - önemli sanatçılarından. Özellikle sergiyi gezerken Assos Gösteri Sanatları Festivali'nin önemini anlıyorsunuz. Katırcıoğlu'nu sergide ön plana çıkarmak fikri nasıl oluştu?
Oyuncu ve yönetmen Hüseyin Katırcıoğlu, 1990'lı yıllar boyunca Türkiye'de geleneksel sahneleme alışkanlıklarına meydan okuyan çokkültürlü bir tiyatro ve performans ortamı kurulması için uğraş veriyor. 1991'de İngiltere'den Türkiye'ye geldiğinde Ya Da Tiyatro'yu kuruyor; söz yerine görsel ağırlıklı bir üretim aracılığıyla evrensel bir dile ve kültürlerarası bir diyaloga ulaşılacağını savunuyor. 1993'te Tiyatro Araştırma Laboratuarı'nın (TAL) iş birliği ve katkılarıyla Assos'ta sahnelenen "Truva Öyküsü" oyununu yönetiyor, Assos Gösteri Sanatları Festivali'nin tohumları da böylece atılıyor. Dört sene boyunca bu festivalin genel sanat yönetmenliğini yürütürken Ya Da Tiyatro için de üretiyor. Bireysel işlerinde de günceli ve gündemi takip ediyor. Uğur Mumcu cinayeti sonrası Yerebatan Sarnıcı'nda bir performans yapıyor sanatçı arkadaşlarıyla; 1.Performans Günleri'nde "Sofra Sanatı"nı (1996) Babylon'da prömiyerini yapan "Sünnetli" (1999) takip ediyor. Onunla ilgili yakın dostlarından, festivaldeki yol arkadaşlarından o kadar çok hikâye dinledik ki. İnanılmaz bir enerji. 1996'da "Tiyatro Tiyatro" dergisinde sözünü sakınmadan kaleme aldığı bir eleştiri yazısı var: dönemin oyunlarında hâkim olan duygu bombardımanını "Anadolu Kitsch" olarak tarifliyor. Katırcıoğlu, 1999 senesinde Kasımpaşa'daki un fabrikasını bir gösteri sanatları merkezine dönüştürmek üzere kolları sıvamışken çatının tamiri sırasında yüksekten düşerek hayatını kaybediyor. İnsan, "bu zamansız ölüm yaşanmasaydı neler farklı olurdu?" sorusunu sormadan edemiyor.
*Ya Da Tiyatro, Behramkale, 1995
"Sahte bir nostaljiye kapılmamak lazım"
Sergiyi gezerken sanatın sokakla yoğun ilişkisini görüyorsunuz. Günümüzde bu ilişki nasıl sizce?
90'lı yıllar şu ara çok göz önünde, etrafında yaratılan "ne güzel günlerdi" miti de var. Sahte bir nostaljiye kapılmamak lazım elbette. Ne var ki, 90'lar Türkiye'sinde kültür alanındaki ve sanat üretimindeki enerjiyi, bu enerjinin ortaya çıkma ve hayat bulma biçimlerini görmezden gelemeyiz. Sergi "dikey değil, yatay ilişkiler kuran toplulukların yaydığı enerjiden, o günlerin ruhundan bugün neler öğrenebiliriz?" sorusunu gündeme getiriyor. Sergiyi gezerken ister sokak ister endüstriyel yapılar olsun bugünle olan bağlantıyı koparmadan, değişenleri veya aynı kalanları irdelemek gerekli sanıyorum.
Jujin ve 'Aybaşı' performansı
Dönem için aykırı bir performans da sanatçı Jujin'e aitmiş, "Aybaşı." Herkesin yanıtını merak ettiği soru: Jujin nerede?
Jujin'in 1998'deki "Genç Etkinlik" sergisinin açılışında gerçekleştirdiği "Aybaşı", ilk ve son performansı. Sonrasında sanat dünyasından ve buralardan uzaklaştığını biliyoruz ya da şöyle demek daha doğru, öyle anlatılıyor. "Neredesin Jujin?" sergi araştırmaları boyunca sorduğumuz bir soruydu. Etrafında bir mit oluşmuştu ve genellikle erkek sanatçıların çevresinde oluşan bu mitin Jujin etrafında oluşmasını değerli buluyorum. Niyet elbette ki kimseyi zorla ortaya çıkarmak değil, ama feminist teori ve yazından yola çıkarak yaratıcı bir egzersizi tetiklemek. "Neredesin Jujin?" sorusu sergi için bir araştırma projesine evrildi. Feminist çevrimiçi yayın 5Harfliler'in yayın direktörlerinden, akademisyen ve yazar Hazal Halavut'un yürütücülüğünde devam eden araştırma, ABD'li düşünür ve yazar Saidiya Hartman'ın tarih ve arşiv araştırmalarını eleştirel teori ve kurgusal anlatımla birleştirmeyi önerdiği critical fabulation [eleştirel öyküleme] metodolojisinden ilhamla devam ediyor.
(AÖ)