Fotoğraflar: Evrim Kepenek / Arşiv-2017 Tüyap Kitap Fuarı
Türkiye’nin herhangi bir kentinde, “popüler olamamış”, gündem dışına itilmiş bir dava mı var? Orada onu görürsünüz. İstanbul’un göbeğinde Berkin Elvan için adalet isteniyordur, yine onunla karşılaşırsınız. 1 Mayıs İşçi Bayramı, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, baharın gelişi Newroz... O hep alanlardaki kadınlardan biridir.
Seray Şahiner, duruşunu yazdıkları ve sokak protestoları ile harmanlayan önemli yazarlardan. “Bir derdim var bin dermana değişmem” sözünü hatırlatan Şahiner, "Artık şuradayız, bin derdimiz var ve onları dillendirdikçe dermana yaklaşıyoruz." diyor.
Şiddete bahane üretilmesi, şiddet uygulayan erkeğe iyi hal indirmi uygulanması kızgın olduğu ve dönüştürmek istediği alanlardan bazıları.
"Elin gaddarları öfke anıydı, kendimi tutamadım, yok ağır tahrik vardı diye; birini öldürmeyi, bir kadının hayatını sabote etmeyi refleksmiş gibi sunar ve iyi hal indirimi alırken; bizim refleksif kahkahamız bile tartışılıyor" diyen Şahiner anlatıyor.
“Derdim ideolojime dönüştü”
Sürekli kadınları dert edinen, daha doğrusu kadınların sorunlarını kendine dert edinen bir kadın var karşımda. Neden?
Aslına bakarsan, ilk kitabım “Gelin Başı” çıkıp da, röportajlarda “neden hep kadınları yazıyorsun?” sorusuyla karşılaşana kadar, o kitaptaki bütün öykülerin ana karakterinin kadın olduğunun ayırdına varmamıştım.
Ne yazdığımı bilmediğimden değil, kadın yazmanın haber değeri olduğunu bilmediğimden… İşçi kökenli olduğum için, kuramları okumadan çok evvel kadın işçilerle tanıştım.
Benim meselem, derdim; sonradan ideolojime dönüştü. Şah Hatayı diyor ya hani: “Bir derdim var bin dermana değişmem” diye… Artık şuradayız, bin derdimiz var ve onları dillendirdikçe dermana yaklaşıyoruz.
“Ben ifşa ediyorum”
Erkek şiddetini ve toplumsal cinsiyet eşitliğini bu kadar naif ve kurgusal olarak anlatabilmeyi nasıl başarıyorsunuz?
Teşekkür ederim taltifin için. Aslına bakarsan benimki naiflikten ziyade estetize etmeme çabası.
Hani diyorlar ya; en kötü karakterin bile içinde bir iyi vardır. “Karısını dövüyor ama kedinin başını da okşuyor.” “Çocuğuna zalim ama o da zamanında neler çekmiş…” Benim bütün bunlara tek bir cevabım var: Bana ne?! Bize ne?! Sanatta karakteri çok boyutlu görmek elbette maharet; ama edebiyatta, hali hazırda şiddeti sürdüren birilerini temsil eden karakter yazdığımda onun iyi yanını görmekle uğraşmayı reddediyorum.
Sokakta da bu adamların zulmüne hafifletici sebep bulmayı reddediyorum. Kadın cinayeti davalarında öldürülen kadınların yakınlarının şu haklı sitemini sıkça duyuyoruz: “giyinmiş takım elbisesini de gelmiş bey gibi, iyi hal indirimi istiyor.” Edebiyatta da zalimi anlayabilirim tamam, fakat onun gösterdiği şiddete bir “ama” türetmek, takım elbise giydiği için iyi hal indirimi vermekten farksız.
Şimdi soru şu: e sen bir kitap yazdın da milleti mi yargılıyorsun? E biraz. Sokakta, sayfada; kadın cinayetlerine, şiddete; sistemin sürekli körüklediği sessizliğe karşı yaptığımız bu: yargılamak. Bunu da beylik bir dille yapmamaya çalışıyorum.
Zaten şiddet sümenaltı edildiği için; ifşa etmek de bir yargılama biçimi. Ben de ifşa ediyorum. Kitaplarım mahkeme değil tabii ki: Ben şiddeti onu estetize etmeyerek yargılıyorum.
“Susarsam daha çok hırpalanırım”
Bu yazdıklarınız sizde nasıl bir etkiye neden oluyor? Hepsi yorucu konular…
Yıpratıyor. Sadece yazmak değil tanık olmak da yıpratıyor. Zaten zalimin adına utanmak vatani görev haline geldi artık. Elin gaddarları öfke anıydı, kendimi tutamadım, yok ağır tahrik vardı diye; birini öldürmeyi, bir kadının hayatını sabote etmeyi refleksmiş gibi sunar ve iyi hal indirimi alırken; bizim refleksif kahkahamız bile tartışılıyor.
Buradan hareketle bir metin yazarken; evet hırpalanıyorum; ama tanık olduğuma sussam daha çok hırpalanırım. Çünkü tanığın susması da az suç ortaklığı değil. Onun da getireceği bir azap olur muhakkak.
“Edebiyatta değil sokakta slogan atıyorum”
Erkek şiddetinin arttığı zor bir dönemden geçiyoruz. Kadına yönelik şiddete dair sadece roman yazmayan birisiniz sizi hep sokaklarda görüyoruz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Edebiyatta da sokakta da aynı şeyi savunuyorum: fakat sokaktakinin aksine edebiyatta slogan atmıyorum. Sokakta dilediğin şeyi çok daha net; bir pankartla ifade etme lüksün var; her ne kadar sokağı bir hane ve hoperlör olarak kullanmayı sanat gibi görsem de; yazarken, parmak sallamamaktan yanayım.
Zira eylemdeyken; sokak bizim mikrofonumuz, hakkımızı savunmanın yanı sıra öfkeli olduklarımıza da “hizaya gel” dediğimiz bir mecra.
Ama edebiyatta pankart sallayan, bakın doğrusu budur diyen bir yazar olmak istemem: Konuyu tartışmaya açarım; Zaten kitaplarımda genelde “bakın formül şu” diyen net bir son olmuyor. Antabus bile iki finalli bir romandı.
“Bu adamlarla anılmaktan bıktık”
Edebiyatçı bir kadın olarak son dönemde edebiyatçı kadınların yaptı ifşaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin de tanık olduğunuz cinsel tacizler veya size yönelik bu tarz girişimler oldu mu?
Yazar arkadaşlarım iyi yaptılar, ağızlarına sağlık. Sen ifşayı soruyorsun üzerine alınma; burada sistemin getirdiği şöyle bir handikap var: şöyle sorular geliyor; “falanca adam şunu taciz etmiş, ne diyorsunuz?” Alkışlıyorum! Hayret bir şey, ne diyebilirim. Tabii ki öfkeliyim. Ne oluyor biliyor musun? İnşallah bilmiyorsundur diye söze gireyim.
Bu dönem ifşalayan arkadaşlardan da “lütfen beni bu adamla anmayın artık” diyenler oldu ve haklılar; her yerde erkekler etken fiil olarak özne, bir tek taciz vakalarında kadınlar edilgen fiil olarak özne.
Şu memlekette kadınken kendini bir yazar olarak inşa edebilmek zaten çok zor. Bunu yapabilmiş birinin, uğradığı tacizi ifşa etme cesareti gösterebilmişken bir de ömür boyu, internette adını yazdığında, şunu mu demek istediniz diye tacizcisinin adıyla anılmak istememesi hakkıdır. Durum omuz silkip geçilecek gibi değil ama bu adamlarla anılmaktan da yaka silktik.
"Birlikte sinirlenince çok güzel oluyoruz"
Öykücü kadın ve yazarların ilişkileri nasıl? Aranızda bir dayanışma var mı?
Sinirlenince çok güzel oluyoruz. Birlikte sinirlenince daha da güzel oluyoruz. Birlikte gülünce de öyle. Refleksini saklamamasıyla gurur duyduğum bir kuşağa mensubum.
Buradan; bizden önce bu yollardan geçerek rüzgârını bırakan ablalarımıza; Sevgi Soysal’a, Tomris Uyar’a, Leyla Erbil’e bin selam…
Türkiye’de güçlü bir kadın hareketi var, en kırılgan noktalarda sokaktalar. Siz bir edebiyatçı olarak, bu kimliğinizle kadın hareketini nasıl yorumluyorsunuz? Sokaktaki kadınların sesini nasıl duyuyorsunuz? Sizde nasıl bir etkisi oluyor?
Kırılan kolların yen içinde kalmasına karşı kollarımız havada yumruk sıkıyor, zafer işareti yapıyor, pankart taşıyor. Bütün o; “benim anam da bir kadındı, saygı duyuyorum, kadınları koruyalım” söylemindeki üstünlük taslamanın maskesini hep birlikte düşürdük.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’yla birlikte katıldığım mahkemelerde gördüm: Memleketin her yanından kadınlar otobüslere binip gelerek nefsi müdafadan dolayı yargılanan kadınları yargılayanları dışardan verdikleri sesle yargıladı… Yargılıyor.
Bu meseleyle ilgili kafamdaki en güzel resim bir tuvalette geçiyor: Barış İçin Kadın Girişimi’nin çağrısıyla Diyarbakır’a kadınların katılımıyla yapılan “Barış için bir mendil” eylemine gittik, canım edebiyatçı dostum Ayşegül Tözeren’le. Alan hınca hınç: sloganlar, halaylar, zılgıtlar…
Hava buz gibi. Hatta bana o eylemi haber veren sendin Evrim. Tuvalete girdim. Uzun bir kuyruk. Halay çekip türkü söyleyerek tuvalet sırası bekliyorlar. Tuvalete en yakın olan halay başı ve elinde bir parça kâğıt mendil var, halay mendili olarak onu sallıyor. Kabine girerken mendilini ve halay başlığını sıradakine devrediyor. Orda…
Her şehirden gelen otobüsten inmiş kadınlar, şehir girişinde defalarca durdurulup şehre girişleri engellenmeye çalışılmışken, ayazken, tomalar dışarda beklerken… O bekleme anında bile, neşelerinden güç alıyorlar. Dışarı çıkınca gaz yeme ihtimallerini bile bile halay çekiyorlar… Çünkü asıl kenef onları durdurmaya çalışan zihniyet.
"Biz sizin uçak fıkranızın Temel'i değiliz"Basın- yayın dünyasında hiç tacize uğramadım. En son çalıştığım dergide, oraya gelen genç arkadaşları taciz eden biri, tepkiler sonucunda dergiden uzaklaştırıldı. Zaman içinde dergi yönetimi, “ne yapalım o da bizim abimizdi” falan demeye başlayınca, “bu adamı geri getirmeye karar verirseniz haber verin ben ayrılıcam” dedim. “Aman efendim olur mu hiç”ler. Aradan birkaç ay geçti, dergiyi bir açtım, adam geri dönmüş köşesi falan var. Sosyal medyada bir açıklama yaparak dergiden ayrıldım. Zira yazdığımın insanı olmak istiyorum. Bir dergiye gözü parlayarak giden kız olmak ne demek biliyorum. Orda kalıp o dergiye bir nevi kefil olmayı reddettim. Dergi yönetimi beni arayıp; “zaten iki kadın yazarımız var iki solcu yazarımız sen ikisinin kesişim kümesisin gidersen zor duruma düşeriz” diyerek kal çağrısında bulundu. Yuh! Haber vermeden ve oradaki kadın yazarları bir nevi kefil göstermek pahasına abilerini geri getirmişler bir de diyorlar ki sen kadın kontenjanından kal. İnsan dönüp kendine soruyor; ben bunların uçak fıkrasının Temel’i olmak için mi yazar oldum? Sonra da 8 Mart’ta “we can do it” afişli kapak yapıp ne kadar feminist olduklarını kanıtladılar! 'Erkekler abicilikle birbirini abicilikle koruyor'Karacoğlan diyor ya; “Bir kız bana emmi dedi neyleyim” Uzak dur Karacoğlan, kız sana ayar vermiş. Şunu fark ediyorum. Ben, hitabette abi abla derim; arada 20- 30 yaş fark varsa yahut mesleki olarak bir şey öğreten biriyse… 19 yaşında dergide çalışmaya başladım ve bende ışık hızıyla abi çekme gelişti. Ben dünya güzeli Züleyha olduğumdan değil, bilinçaltında hep şunu biliyorsun. Biri sana asılırsa, taciz ederse; ifşa edersen, herkes abisini tutar, işinden olan sen olursun. Ya kovulursun ya onu korurlar sen orda durmayı kendine yediremeyip ayrılırsın. Biraz önce anlattığım mevzuda tacize uğrayan ben değildim, o arkadaşlarla tanışmıyorum bile. Bu adamı kollayan yerde ne işim olur deyip işimi bıraktım. Erkekler birbirlerini abicilikle kolladığı için biz sürekli abi çekmek zorunda kalıyoruz. Çok tuhaf, yer altı kaynağı gibi bir erkek dayanışması var: abicilik. Bu kadınlara mobbing manasına geliyor. Aynı zamanda bir basın mensubu olarak, şundan çok utanıyorum: Bütün sene kapaklarda adamlar arzı endam ediyor. 8 Mart’ta kapakta kadınlar var, ha bir de öldüysek de arka kapaktayız… 11 ayın sultanında mahyalara çıkıyor yahut ölünce badem gözlü oluyoruz. Arada şöyle teklifler geliyor: “söyleşi düzenliyoruz, şu var şu var şu var, (10 kadar erkek adı saydıktan sonra) bir de kadın yazar olsun dedik, sen gelir misin?” Ay yok artık. Yani kadın yazar kotasına ihtiyaç duyulacağı kadar az kadın yazar yok, ama kafalardaki yazar imajı direkt erkek olduğundan, son anda “dur la bir de kadın yazar çağırak da taş yemeyek” diyorlar. Birkaç kez şunu duydum, bir etkinliğe çağırdılar başka etkinlikle çakıştı, beni affedin bu sefer diye kibar kibar anlatıyorum; cevap, “peki gelebilecek başka kadın yazar var mı?” Bizi yazar olarak bile görmeyip temsilen çağıran herkese bir kez daha söyleyeyim: bir İngiliz, bir Alman, bir Temel uçağa binmişler fıkralarını anlatıp kendiniz gülün; biz sizin uçak fıkranızın Temel’i değiliz. |
Seray Şahiner hakkındaBursa’da doğdu, İstanbul’da büyüdü. 2007’de İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. 2011’de Marmara Üniversitesi, Sinema Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. Dönemsel olarak garsonluk, konfeksiyonda el işçiliği ve makinecilik yaptı. Hayvan Dergisi ve BirGün Gazetesi’nde muhabir olarak çalıştı. BirGün Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Ot Dergisi’nde yazdı. 2007’de Gelin Başı, 2011’de Hanımların Dikkatine adlı öykü kitapları, 2014’te Antabus adlı romanı, 2015’te Reklamı Atla adlı deneme kitabı, 2017’de Kul romanı, 2019’da Hepyek adlı öykü kitabı yayımlandı. 2006’da Gelin Başı adlı öykü dosyası ile Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde “Dikkate Değer” bulundu. |
YARIN: EDEBİYATIN KADINLARI ANLATIYOR: Pelin Buzluk'u dinliyoruz.
TIKLAYIN- EDEBİYATIN KADINLARI ANLATIYOR: Burçin Tetik: Dayanışma yaşatır, dışlayıcılık ise öldürür
TIKLAYIN - EDEBİYATIN KADINLARI ANLATIYOR: Meryem: İfşalar, iktidarı hizalandırmak için çok yararlı
(EMK)