Ayşe Devrim Başterzi, Judith Lewis Herman'ın kaleme aldığı "Hakikat ve Onarım: Travma Mağdurları Nasıl Bir Adalet Tasavvur Eder?" kitabı üzerine Şahika Yüksel ile bir söyleşi yaptı.
https://catlakzemin.com/'da yer alan söyleşide Şahika Yüksel, "Hayran olduğum çok şey öğrendiğim bir yazarın, bir arkadaşımın yeni kitabı yayınlandı. İster savaş, politika gibi kamusal alanda ister cinsellik, aile yaşamı gibi özel alanda olsun zorbalık zorbalıktır diye tanımlayarak kitabına başlayan bir yazar" diyor.
Tabu kıran kitaplar
Judith Herman! Sadece ruh sağlığı alanında çalışanların yakından tanıdığı bir yazar olmanın ötesinde feminist mücadele içinde de aktivist ve düşünür. Sizin uzun bir süredir tanışıklığınız ve dostluğunuz var, biraz onun eserlerinden söz eder misiniz?
Judith Herman'ın kitaplarını tanıtırken tabu kıran, çığır açıcı demek mübalağalı olmayacaktır. 1981 yılında Baba-Kız Ensesti isimli ilk kitabını yayınladı, 40 enseste maruz bırakılmış kadınla klinik değerlendirme ve görüşmesi yanında ensestin antropolojik kökenlerine, popüler kültür ve pornografi ile ilişkisine bakan ve ne yazık ki geçerliliğini hiç kaybetmeyen bir ilk kitap. 1987'de Gartnell ve Olarte ile birlikte American Journal of Orthopsychiatry'de iki değil beş hakeme yollanarak yayınlanması olay olan, "Psikiyatristlerin meslek yaşamlarında cinsel sınır aşımları" yazısı yayınlanıyor. "Travma ve İyileşme" (1992) kitabı 2007'de Türkçeye de çevrildi hatta 10. basımını yaptığını görüyoruz.
Sıraları geldiğinde...
Sanki kadınların maruz kaldığı fiziksel ya da cinsel şiddetten mahcubiyet duyması, utanması ve susması gerekiyor patriyarkal kabullere göre. Bu adalet arama ve hukuki süreçleri nasıl etkiliyor. Herman bu kitapta erkek adaletin ikiyüzlülüğünü, eşitsizliğini açıkça ortaya koyuyor.
Demokrasi ile idare edilen ülkelerde kanunlara göre tüm vatandaşların güvenliği özgürlük ve eşitliği korumak olarak anlaşılmalıdır. Hiç kimsenin diğerlerine şiddet, baskı istismar etme hakkı yoktur. Uygulamada böyle olmadığının her gün tanığı oluyoruz. Herkes eşit değil, eşitliğin bir hiyerarşisi var. Yasal uygulamada mağdurlar eşit haklara sahip değildir. Mahkemeler, polisler adaletin gerçekleşmesi ile ilgili kurumlardır. "Suç mağdurlarının perspektifinden bakıldığında onlar bu kurumlarda formal olarak temsil edilmezler". Uygulamalarda, bazı mağdurlar onların ırkları, sınıfları, cinsiyetleri nedeniyle atfedilenlerle daha fazla hakkettiklerini ifade eder. Fail/suçlu tutuklansa bile işler savunma pazarlığında savcı avukatlar arasında çözülür biter. Mağdur bu kararın içinde yer almaz, var olan kurumlar adaleti mağdur için teminde yetersiz kalır.
Kitapta Herman, ABD ceza kanunlarının mağdur olanlar için değil, suçlanan kişinin haklarını korumak için çalıştığını söylüyor; mağdurun rolü sadece tanıklık ve ondan beklenen mantıksız, öfkeli olmaması. Kanunlar mağdurun intikam peşinde olmaması gerektiğini söyler ve sadece sıraları geldiğinde hâkimin sorularına yanıt verebilirler. Mağdurun intikam için can attığı varsayılır. Eğer deneyimli feminist avukatınız yoksa, aklıma öncülerinden sevgili Canan Arın geliyor hemen, Türkiye için de aynı şey geçerli. Kitapta mağdurlardan birisi, gazetelerde 'bilincini kaybedecek derecede sarhoş kadın' olarak anıldığını ve 16 heceden ibaret olduğunu söylüyor ve devam ediyor; "Yeniden kendi ismimi kimliğimi bulmam çok uzun zaman aldı. Ben bir partide çöp kutusunun arkasında bulunmuş sarhoş bir kurban değildim, geri dönüşsüz şekilde incinmiş bir insandım."
Mağdur suçlayıcılık dünyanın hiçbir yerinde değişmiyor ve 'haber' değeri olan cinsel saldırılarda bu suçlayıcı cümlelerle ne kadar çok karşılaşıyoruz. Bir yandan da erkek egemenliğinin nasıl inşa edildiğini de görüyoruz. Mağduru suçlamak onun itirazını, öfkesini bastırmaya yönelik işliyor değil mi? Eh bu da patriyarkanın bekasını sağlıyor.
Kadınların ve ezilen, baskılanan diğer grupların haklı öfkesi, itirazı egemen normları bozar. Bu tehdit edici olarak görülür. Mağdurların öfkelenme hakkı yok sayılır. Hatta bu öfke gözlemcilerin/ tanıkların barışı ve huzurunu bozan bir etken olarak görülür. Mağdurun öfkesi tabudur. Adalet öç alma değildir. Cezalandırıcı öfke/ aşağılayan kızgınlık mağdurlar tek başlarına bırakıldıklarında yaşanan bir durum. Şiddetin nedenlerinin kökleri zalimin kuralları. Zalimliğin en genel biçimi patriyarka halen farklı toplumlarda farklı biçimlerde bulunuyor. Erkek üstünlüğü kadına şiddet demektir. Tecavüz erkek üstünlüğünü imleyen bir suç.
Özür dilemek
Pek çok platformda sık sık konuştuğumuz meselelerden biri de kitapta yer alıyor: Özür dilemek.
Herman'ın da söylediği gibi içten özürler iyileştiricidir ama çok seyrektir. Samimi olmayan özürler ise zarar verir. Ancak içtenlikli bir özür bağışlama ve uzlaşma getirir. Failin bağışlanması için yapılan sosyal baskı, seyirciler, tanıklar için kolay bir çıkış yolu... Failler de resmi özürler diliyor. Oysa mağdurlar içtenlikle sorumlulukların kabul edilmesini bekliyor. Samimi özür açıkça veya dolaylı olarak bir ahlaki kabulü de içeriyor. İlişkiyi onarma olasılığı taşıyan emosyonel bir davranış. Aralarındaki güç dengesi de değişerek mağdurun kendine saygısı ve onuru tamir oluyor. Özür dilense bile mağdur hayal kırıklığına hazırlıklı olmalıdır. Özür buluşmalarının yüzleşmelerin amacı mağdurun sessizliği failin yüzüne karşı bozabilmesi güç dinamiklerinin değişmesidir. Cinsel saldırı tecavüz yaşayanların pek çoğu bir özür seansına karşı çelişik tutum alır. Özrün bir manipülasyon türü olma olasılığı da yüksektir. Faillerin çoğu yaptıkları için üzgün değildir. Sıklıkla cezayı hafifletme yolu olarak, kendi çıkarları için özür diliyorlar.
Röportajın tamamı için burayı tıklayın.
(AÖ)