Fotoğraf: Vedat Örüç / Adana Şehir Hastanesi
Adana Şehir Hastanesinin acil servisi, öğle arası olmasına rağmen yoğun. Bir tarafta muayenehane odalarının önüne yığılmış hastalar güvenlik görevlileri tarafından tertip ediliyor. Diğer tarafta kayıt için gelenler uzun kuyruklar oluşturuyor.
Bekleme süreleri uzun, koltuklarda uyuyakalan hastalar, ağlayan çocuklar… Tam bir kaos hali var. Müşahede odalarında boş yatak olmadığı için bazı hastalar ise koridorda, giriş kabininde sedye üzerinde bekletiliyor.
Muayene odasında bayılanlar, uyarılara rağmen maskesiz dolaşanlar var. Hemşireler hastalara yetişebilmek için sedyelerin arasında mekik dokuyor. İstatistiklere göre yıllık ortalama 130 milyon kişi acil servislere başvuruyor.
Konuştuğum hastaların hemen hepsi nitelikli muayene edilmediğinden şikâyetçi. 2 aydır kardiyoloji bölümünden randevu alamadığını anlatan bir hasta, göğüs ağrısı artınca kendini acile attığını söylüyor:
“3 gün önce randevu alabildim sonunda ama muayeneye geldiğimde doktorun olmadığını söylediler, muayene olmadan eve geri döndüm. Durumum kötüleşince acile geldim. Kaç gündür acile gelip gidiyorum henüz bir teşhis konmadı, ilaç yazıp gönderiyorlar. Neyim var diye soruyorum, polikliniğe yönlendiriyorlar. Randevu alabilsem gideceğim ama randevu bulamıyorum.”
Poliklinik servisinde randevu bulamadığı için
acil servisinde muayene olmak için bekleyen hastalar
“5 dakika nasıl yetsin muayene olmaya”
Baş ağrısı ve mide bulantısı şikâyetiyle acile geldiğini söyleyen başka bir hasta ise bir haftadır randevu almak için uğraştığını ama alamadığını anlatıyor.
“Ağrıdan dayanamıyorum artık. Verilen ilaçlar fayda etmiyor, mecburen kendimi buraya attım. Randevu alamıyoruz diye ölelim mi?” diye soruyor.
Kısa muayene sürelerine tepki gösteren hasta, “Acillerde derdimizi anlatamıyoruz, hiç muayene etmeden ya ilaç yazıyorlar ya da tahlil için başka yere yönlendiriyorlar. 5 dakika nasıl yetsin muayene olmaya” diyor.
“Günde 300 hasta muayene etmek zorunda kalıyorum”
Acil servisinde çalışan bir hekim ise acile rutin şikâyetleri için gelenlerin olduğunu ve bu hastaların yüzde 90’nın acillik olmadığını söyleyerek tek başına günde 200-300 hastayı muayene etmek zorunda kaldığından bahsediyor.
Devam eden baş ağrısı, kol uyuşması gibi şikâyetler ya da ilaç yazdırma talebi için polikliniğe gidilmesi gerektiğini belirten hekim, “Hastalarımız da haklı. Randevu alamadıkları için acil servisine gelmek zorunda kalıyorlar” ifadelerini kullanarak bu yoğunluğun azalması için yeni bir sağlık programının oluşturulması gerektiğini söylüyor.
Sağlık sisteminde yaşanan tıkanmanın sorumlusunun hekim ve sağlık çalışanları gibi gösterilmeye çalışıldığını belirten başka bir acil servis hekimi, hastanelerdeki aşırı yoğunluktan dolayı hekim-hasta ilişkisinin bozulduğuna dikkat çekiyor:
“Dünyanın hiçbir ülkesinde polikliniklerde bir hekim 100’den fazla hasta bakamaz, ama bizler bakmak zorunda bırakılıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) hastalara en az 20 dakika ayrılması gerektiğini söylüyor ama Türkiye'de acil servislere bir günde 1-2 bin hasta geliyor. Dolayısıyla hasta haklı olarak 30 saniyelik muayeneyle kendisine ilaç yazılmasından huzursuz.
“İşlemeyen, tökezleyen sistemin aksaklıklarının sağlık çalışanlarının omuzlarına yüklenmesi nedeniyle şiddet ve saldırılar arttı. ‘Sistem iyi, ama uygulamada sorunlar’ denilerek hekimler hedef haline getirildi. Bu sistem hastaları bırakın muayene etmeyi, onlarla nitelikli bir iletişim kurmamızı engelliyor. Günde 300 hasta bakan hekimin kafayı kaldırıp hastaya bakmaya bile mecali kalmıyor. Hasta biraz bekleyince bu sefer hasta ve yakınları acillerde olay çıkarıyor, şiddet uyguluyor.
TIKLAYIN - "Türkiye artık hekimler için güvenli bir yer değil"
Can güvenliği olmadığı için hekimler yurtdışına göç ediyor
Sağlık yaşanan krizin en önemli sorunlarından biri de kuşkusuz hekimlerin göçü.Sağlıktaki en büyük insan kaynaklarından biri olan hekimlerin, şiddet ve zorlu çalışma şartları nedeniyle yurtdışını tercih etmesi hastanelerde personel yetersizliği yaratıyor.
Türk Tabipler Birliği'nin (TTB) 3 Ağustos'ta yayımladığı verilere göre; Temmuz'da 231 hekim, yurtdışında çalışma vizesi sayılan iyi hâl belgesi aldı. 2022’nin yedi aylık sürecinde bu belgeyi alarak yurtdışına göçmeye hazırlanan hekim sayısı 1402'ye ulaştı. Böylece, 2022'nin ilk yedi ayında 2021'in tamamında iyi hâl belgesi alan hekim sayısı yakalanmış oldu.
Adana’da konuştuğum bir başka acil tıp uzmanı beyin göçüne hazırlanıyor. “Bizim acil serviste hekimler yurtdışına çıkmaya çalışıyor, bunlardan biri de benim” diyor.
Asistanların uzman olur olmaz yurtdışına gitmeyi konuşmaya başladıklarını söyleyen hekim, artan sağlıkta şiddet olaylarına dikkat çekerek çalışırken kendini güvende hissetmediğini, ‘bugün şiddete uğrayacak mıyım’ kaygısıyla hastalarına baktığını dile getiriyor:
“Ben kaygıyla hareket etmeden doğru tedavi yapmak istiyorum. Hem hastalar bize güvenini kaybetti hem biz hastalarımıza olan hassasiyetimizi kaybettik.”
TIKLAYIN - "Günde 7 doktor yurtdışına gidiyor"
Akpınar: Hastaneler hekimsiz kalıyor
Hekimlerin azalması, sevk sisteminin kaldırılması, randevu bulamayan yurttaşların acillere yönelmesi, acillerin ücretsiz olması gibi nedenlerden dolayı Eylül ayından sonra acil servislerinde yoğunluğunun daha da artacağına vurgu yapan hekimler, sağlık sisteminde yaşanan krize doktor yetersizliğini ve hastanelerin kapasitesini kaynak olarak gösteriyor.
Çukurova Üniversitesi Balcalı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Aile Hekimi Uzmanı olan Dr. Ersin Akpınar’da aile sağlığı merkezlerinin (ASM) ve branş polikliniklerinin yeterli olmaması, hastaların randevu bulamaması nedeniyle acil servislere daha fazla hasta yoğunlaştığını söylüyor.
Bu yüzden Türkiye’de iki hastadan birinin acil servislerde muayene olduğu bilgisini veren Dr. Akpınar “Nüfusumuzun 80-85 milyon olduğunu kabul edersek, 130- 135 milyon kişi yıllık acil servis başvurusu dünya rekorudur. Türkiye’de sağlık sistemi acil üzerinden döndürülmeye çalışılıyor” diyor.
Her 100 bin kişiye 205 doktor
Haziran'da yayınlanan Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2020 verilerine göre, Türkiye'de 88 bin 127'si uzman olmak üzere 171 bin 259 doktor bulunuyor. Her 100 bin kişiye 205 doktor ve 105 uzman doktor düşüyor.
Bu, Türkiye ile birlikte 38 üyeli Ekonomik İşbirliği ve Geliştirme Örgütü (OECD) ortalamasının altında. OECD ortalamasında her 100 bin kişiye 356 doktor düşüyor.
Hastane kapasiteleri de bu durumdan muaf değil, her geçen yıl yatak kapasitesi artsa da hala nüfusun çok gerisinde. Sağlık Bakanlığı'nın yayınladığı son verilere göre 2020'de kamu, özel ve üniversite hastanelerinde toplamda 251 bin 182 yatak kapasitesi bulunuyor.
Kaynak: Sağlık Bakanlığı - Grafik: Vedat Örüç
Sağlık hizmetlerinde yaşanan personel açığının ulaştığı boyuta dikkat çeken Akpınar, “Gidişat kötü. ‘Nasıl randevu bulamam’ sesleri daha da artacak” diyor ve ekliyor:
"Riskli branşlar artık tercih edilmemeye başlandı. Kimse beyin cerrahı olmak istemiyor. Hiçbir karşılığı yok çünkü. Hekimler hızlı şekilde sistemden çıkıyor. Özelikle Covid-19 salgını sırasında getirilen istifa yasağının kalkmasının ardından emekliye ayrılan ve istifa eden doktor sayısı yaklaşık 10 bine ulaşmış. Hastaneler hekimsiz kalıyor."
Erdoğan: Sağlıkta çöküş hükümetin yatırımlarından başlayor
Türk Tabipleri Birliği (TTB) İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Nergis Erdoğan sağlık sisteminde yaşanan krizin “sağlıkta dönüşüm programının” bir sonucu olduğunu söylüyor.
Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla hastanelerin özelleştirildiğini belirten Dr. Erdoğan, toplum sağlığı yerine kâr önceleyen bir sağlık sistemi oluşturulduğuna vurgu yaparak kamu hastanelerine yeteri kadar yatırım yapılmadığını anlatıyor:
“Bugün yaşananlar 15 yıl öncesinden yüzlerce kez dile getirildi. Sorun çok boyutlu ve derin. En temel saik sağlıkta özelleşme ve piyasalaşma yani sağlığın piyasaya devredilmesi. Sağlıkta dönüşüm, daha doğru ifadeyle çöküş, hükümetin yatırımlarından başlıyor. Çünkü yatırım ve teşvik özel hastanelere yönelik. 2002-2017 arasında Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastane sayısı yüzde 13,6, üniversite hastanesi sayısı yüzde 36 artarken, özel hastane sayısı yüzde 110,7 artmış."
“Her gün 6-7 hekim kamudan istifa ediyor”
Sağlık sisteminin özelleştirmesi hekimlerin çalışama koşuşlarını ağırlaştırdığını belirten Dr. Erdoğan, hekimlerin artık kamu hastanelerinde çalışmak istemediğini anlatıyor. Her gün 6-7 hekimin istifa ederek ya yurtdışına göç ettiğini ya da özel hastanelerde çalışmaya başlıdığını söylüyor.
Özelleştirilen kamu hastanelerinde performans adı altında hekimlerin ve sağlık çalışanlarının güvencesiz çalıştırıldığını belirten Dr. Erdoğan şöyle konuşuyor:
"Kaldırılamaz bir iş yükü ve yardımcı eleman açısından desteksiz çalışma söz konusu. Neden? Çünkü özel hastaneleri teşvik eden anlayış, vatandaşı ‘özel hastanelerde SGK desteği var’ söylemiyle özel hastanelere yönlendirmeye çalıştı. Ama amacı karını maksimize etmek olan özel hastaneler SGK ödemesinin birkaç katı ek ödeme talep ettiği için insanların büyük çoğunluğu oralardan hizmet alamaz durumda. Yani yine kamuya yönelmek zorunda. Kamudaki hastane artışı özellerin neredeyse onda biri. Kamu hastanelerinde artık kaldırılamaz bir yük var."
Korur-Fincancı: Asıl sorun işlemeyen sağlık sistemi
Hekimler 4 Şubat’a TBMM önünde eylem yapmıştı
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı da hastane kapasitelerinin ve doktor sayısının aslında yeterli oluğunu, asıl sorunun işlemeyen sağlık sistemi olduğunu belirtiyor. Sağlık sisteminin halk sağlığı çıkarına göre değil, sermayenin birikimine göre organize edildiğini söylüyor.
Kışkırtılmış bir sağlık talebi yaratıldığını belirten Korur-Fincancı şöyle konuşuyor:
“Hekimlere performans sistemi getirilerek hastalara 5 dakikada muayene sözü verildi. Sistem sermaye birikimi için işleyen bir sağlık sistemine dönüştü. Daha fazla hasta muayene etmek için muayene süreleri sınırlandırıldı. Muayene sürelerinin sınırlandırılması derdine çare bulamayan bir toplumu ortaya çıkardı.
"Çünkü birkaç dakikalık süreler hastayı muayene etmeye yetecek süreler değil. Hekimler bununla başa çıkmak için hastalardan daha fazla tektik istemek zorunda kaldı. Dolayısıyla sermaye kendi birikimini artırabilecek araçların tamamını kullanmış oldu.”
"Sağlık üreten değil, hastalık üreten bir sistemle karşı karşıyız"
Sağlık üreten değil, hastalık üreten bir sistemle karşı karşıya olunduğunu anlatan Korur-Fincancı yaratılan sağlık sisteminin hastalıktan beslendiğini ekliyor.
Sermayenin kamu sağlığı anlayışını “Sağlık sistemi koruyamadığı vatandaşı hastalandırıyor. Sistem de bundan besleniyor. Çünkü birikim sağlıyor ve sermayenin çıkarına bir durum yaratıyor” diye özetliyor.
Sağılık sistemin tıkandığını ve içinden çıkmaz bir sarmala doğru yöneldiğine dikkat çeken Korur-Fincancı, sermaye çıkarı için sağlık çalışanları ve hekimlerin üzerine yüklenen ağır yükleri ise şöyle anlatıyor:
“Sağlık sistemi üzerinde oluşan ağır yükün faturası sağlık çalışanlarına ve hekimlere kesiliyor. İlk gözden çıkarılanlar da sağlık çalışanları oluyor. Onların emeğini giderek ucuzlatan, değersizleştiren bir sistemle karşı karşıyayız. Bu değersizleştirmenin bir yönü de şiddet üretimi aynı zamanda. Çünkü sağlık otoritesi, kamu otoritesi aradan çekilip sanki hastanın randevu alamamasının sorumlusu sağlık çalışanları ve hekimlermiş gibi bir görüntü ortaya çıkarıyor. Karşı karşıya olanlar da hastalar ve sağlık çalışanları. Hasta karşında göreni sorumlu kılıyor. Bu koşullar, bu kadar uzun saatler, yoğun çalışma tüketmeye başlayınca sağlık çalışanlarının sistemden uzaklaşarak başka ülkelere göç etmesine neden oluyor.”
Noyan: Yeterli aile hekimi yok
Türkiye’deki sağlık sisteminin özel hastaneler üzerinden kurgulandığını belirten Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu Başkanı Dr. Kemal Noyan, halk sağlığının popülist politikalara kurban edildiğini bu nedenle koruyucu sağlık hizmetine yeteri kadar kaynak aktarılmadığını söylüyor.
Sağlık bütçesine ayrılan payın büyük bir kısmının tedavi edici sağlık hizmetlerinden ziyade temel koruyucu sağlık hizmetine aktarılması gerektiğinin altını çizen Dr. Noyan, mevcut şartlarda halkın tamamının sağlık hizmetinden yararlanamadığına dikkat çekiyor:
“84 milyon kişinin tamamının hastanelerden sağlık hizmetini almaları mümkün değildir. Peki, bu nenden ülkemizde yapılıyor? Çünkü koruyucu sağılık hizmetleri öncelenmiyor. Devlet, şehir hastanelerinde, devlet hastanelerinde ve özel hastanelerde kaynak ayırma noktasında maalesef sevk zinciri uygulanmıyor.
"Diğer taraftan birinci basamakta yani aile hekimlerinde ihtiyaçlar uzun zamandır görülmüyor. Kör, sağır ve bilgisiz bir sağlık politikası uygulanıyor.
"Ayrıca yeterli sayıda aile hekimi yok maalesef. Avrupa’da bir aile hekimi başına 1000- 1500 nüfus düşmekteyken Türkiye’de bu sayı 3 bin ile 4 bin arasında. Bakılan hasta oranında Avrupa'yı yakalayabilmemiz için 30 bin olan aile hekimi sayısını 60 bine çıkarmamız gerekiyor."
“İdeal sağlık sistemi sevk zincirinden geçer”
Hekim açığının asistanlarla kapatıldığına değinen Dr. Noyan, Türkiye’de bir doktor yetersizliğinin olduğunu fakat hükümetin doktor sayısını artırmak yerine asistan hekimlere öncelik tanıdığını anlatıyor.
Asistan rakamlarının binli rakamlardan 10 binli rakamlara çıkartıldığını ifade eden Dr. Noyan, “Planlamada hata yapılıyor. Türkiye’de öncelikli hekim ihtiyacı birinci basamak aile hekimliği ihtiyacıdır. Birinci basamaktaki hekim ihtiyaçları doldurulmadan ikinci ve üçüncü basamakta ki hekim ihtiyaçlarına yönelik bir politika belirlediği zaman sevk zincirini oturtma şansınız yok” diyor.
“Hastanelerde yaşanan yığılmanın yegâne sebebi yanlış uygulanan sağlık politikasıdır” sözleriyle hükümeti eleştiren Dr. Noyan, tıkanan sağlık sisteminin çözümünü şöyle özetliyor:
“Sağlık sistemi evrensel anlamda standarttır. Yani dünyanın her yerinde ideal sağlık sistemi bellidir. Bunun da yolu sevk zincirinden geçer. Yani bir kişi hasta olduğu zaman öncelikle aile hekimliğinden randevu alır. Birinci basamak sağlık hizmeti, yani kişiye yönelik sağlık hizmeti sunacak olan aile hekimleri, aile sağlık merkezleri kişiye sağlık hizmetti sunar. Eğer özellikli bir durumsa ikinci basamağa sevk eder. Yine ikinci basmak özellikli bir durum tespit ederse üçüncü basamağa sevk eder.
"Temel sağlık hizmetlerini ve koruyucu hekimliği öncelemeyen sağlık politikaları ise kısa ve orta vadede mali anlamda yetersiz kalacaktır. Ve kendini bir şekilde karşılayamayacak duruma gelecektir. Türkiye’de şuanda yaşanmış olan durum plansız sağlık hizmetlerinin sonucudur. Dolayısıyla hastanelerin ihtiyacı temel sağlık hizmetlerine verilmeyen öncelikten kaynaklı olarak tıkanmaktadır.”
Üç basamaklı sevk zinciri - Grafik: Vedat Örüç
(HA)