Ama gerçekleştirilen eylemin büyüklüğü ve ülke gündemindeki yer alış şekliyle, kamuoyunun ilgisini göz önüne alınca doğrusu herkes gibi ben de biraz şaşırdım. Hele hele bu eylemin hazırlık süreçlerinde yaşananları ve tartışmaları "içerden" görüp bilince; yıllarca bu tür eylemlerde yer alan bir örgütlü insan ve aktivist olarak gördüklerim bana hiç de "doğal" gelmedi.
Brecht'in "en doğal olandan bile kuşku duyun" sözünü yaşamına rehber edinmiş birisi olarak, bunun olası neden ve anlamları üzerinde biraz düşünce jimnastiği yapma ihtiyacı duydum.
Bunlar gereksiz kuruntu ve kaygılar olabilir. Ama Türk Tabipleri Birliği'nce (TTB) yakında basılan kitabımın önsözünde biraz da itiraz ederek söylediğim "köşe sahibi olma" durumunu fiili olarak İnternet üzerinde, BiaMag sayfalarında yaşayınca; biraz da geçen hafta içinde Bianet ve BiaMag'ın bu konuya verdiği önemden güç alarak bu haftaki "Kentten Sağlık Notları"nda yine bu konuyu tartışmaya karar verdim.
Hekimler karar verdi, sağlıkçılar da katıldı
Bu eylemi hekimlerin karar verip planladı ama daha sonra sağlık çalışanlarının bütünü örgütleriyle eylemin içinde yer aldı ve sahiplendi.
Bu eyleme hekimlerin yüzde 80-90 gibi büyük bir bölümü, hem de tüm ülke çapında katıldılar.
Bu eyleme vatandaş da büyük oranda destek verdi. Üstelik bu destek genel olarak kolay tepki vermediği kabul edilen bu ülke insanından geldi.
Bilenler bilir bu ülkenin her bireyinin ortalama olarak yılda bir buçuk kere sağlık kuruluşundan hizmet aldığı kabul edilir. Bu yılda 100 milyonluk bir başvuru eder. Sağlık kuruluşları yılda ortalama 220-230 gün hizmet verirler.
Bunun rakamsal karşılığı; her gün sağlık kuruluşlarından hizmet alan 450-500 bin insandır. Bu sayının yaklaşık yüzde 80'ini oluşturan 375-400 bininin 5 Kasım günü sağlık kuruluşlarına başvurmadıkları söyleniyor.
O gün bazı sağlık kuruluşlarını ben de kendimce gözlemledim ve bu oranın doğru olabileceği sonucunu çıkardım. O kadar ki acil servislerde yaşanan günlük başvuru sayısının yarısından çoğunun gerçekleşmediği idari yetkililerce de söylendi.
Medyanın yaklaşımı ve ilgisi
Bu eylemin kamuoyuna ilk açıklanmasından bu yana medya, halkı bilgilendirme ve uyarma doğrultusunda adeta gönüllü bir görev üstlendi. O kadar ki devletin resmi televizyonu ve onun haber kaynağı ajansı daha eylemin kamuoyuna açıklandığı ilk günlerde bu konuya yer verdi ve 5 Kasım'da sağlık hizmeti alacak kişileri önceden kuvvetli ve sürekli bir şekilde uyardı.
Üstelik bu uyarılarını yorum yapmadan ve TTB'nin eyleme ilişkin açıkladığı kurallara dayanarak yaptı. Diğer görüntülü medya araçları -üstelik hükümete destek verme alışkanlığı içinde olanlar da dahil- aynı gönüllü görevi yerine getirdiler.
Yerel ölçekte ise politik çizgileri ve duruşları ne olursa olsun radyoların benzer tutum aldıkları görüldü. Özellikle eylem öncesi 2-3 günde sürekli yayınlanan haber ve duyurularla adeta toplumu sağlık kuruluşlarına başvurmamaya çağırdılar ve böylelikle hekimlerin eylemlerine bir anlamda kamuoyu desteği yarattılar.
Gazete - TV iş bölüşümü
Hemen burada bir parantez açıp, bu desteğin önemli bir yanını belirtelim: Görüntülü ve sesli (TV, radyo, İnternet) ile yazılı yayın organları arasında bir veriş, duyuruş farklılığı vardı.
Yakından bilindiği gibi bizim ülkemizde görüntülü yayın organlarının sahiplerinin yazılı basın organları da vardır. Görüntülü medyada gözlenen "eyleme yönelik desteğin" -sol veya demokrat gazeteler, dergiler ve bir de Uzan Grubu'nun yayınları dışında- yazılı medyada ortaya çıkmadı.
Hemen hemen aynı doğrultuda yayın yapan, sahibi aynı TV ve gazeteler sanki bir iş bölümü yapmış gibiydiler. TV. için haber olanın gazete için haber olmaması beklenemeyeceğine göre bu ikili tavrın da bir anlamı olmalıydı.
Hükümetin yaklaşımı
Hükümet ve onun sağlık bürokratlarının bu konudaki tutumları dördüncü önemli saptamadır. Önce bakanın, eylem gününde de başbakanın, kamuoyunun Kasımpaşalılara ve Başbakanın Kasımpaşalılığına atfettiği türden bir sert çıkışı ve kamu çalışanları ve hekimlere yönelik tehditleri gözlemledik.
Bir de açılan tartışmanın biçimi ilginçti. Konu içeriği ile değil "ahlaki/etik" olup olmadığı noktasında tartışıldı. Bu da ilkti. Şimdiye kadar hak arayanların eylemleri bu açıdan hiç tartışılmamıştı.
Daha bir hafta önce Anıtkabire yürüyen üniversite öğretim üyelerinin eylemi için bile benzer bir tartışma açılmamıştı. Hal böyleyken başka bir şaşırtıcı durum vardı: Aynı reaksiyonla birlikte eylemi yapanların saptama ve taleplerinin doğru olduğu noktasında da buluşuluyordu. Üstelik bunu hem kendileri hem de kendilerine bağlı bürokratları ifade ediyor, "başka bir yol bulsalardı" söylemi benimseniyordu.
Tüm bunların bazı özel anlam ve karşılıkları olduğunu düşünüyorum.
Ülke gündemine bakarsak
Bir de durumun ve sürecin arka planına; ülke gündemine bakma gereksinimi duydum.
8 Buçuk milyar hikayesi
ABD'nin 8 buçuk milyarlık maddi destek karşılığı talep ettiği Irak'a asker gönderilmesiyle ilgili olarak meclis karar aldı. Bu bazı çevrelerde büyük sevinç yarattı. Ülke ekonomisine girecek para bir belirli kesimlerin "ellerini ovuşturmasına" yol açtı.
Sonra hava birden değişti ve ABD dahil, Irak işgalinin aktörleri bir karşı çıkış ifade ettiler ve Irak'a asker gitmesi konusu kapandı. Başka bir deyişle 8,5 milyar doların ülke ekonomisine girişi bir başka bahara kaldı. Bu hem hükümet açısından bir başarısızlık, hem de ellerini ovuşturanlar açısından bir düş kırıklığıydı.
Doğan gurubunun durumu
Eyleme destek veren medyanın bir bölümünü de Doğan Grubu oluşturuyordu ve bu grup devlet desteğiyle aldığı POAŞ için devlete ödemesi gereken borca erteletme kararı aldırmıştı.
Bu işin içinde bir iş olduğu tartışmaları tam bu eyleme denk gelen günlerde yaşandı. Acaba eyleme yönelik bu medya desteğinde, 8 buçuk milyarın bir bölümü Irak için askeriyenin kullanacağı yakıt depolarında bekleten Doğan grubuna yönelik açılması olası araştırma ve soruşturmaların bir payı var mıydı sorusu aklıma geldi.
Çünkü tam da bu günün akşamı ve ertesi gününde birden bire ve neredeyse durup dururken Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) başkanı Erkoca kendi kararlarına hükümetin müdahalesini gerekçe göstererek istifa etti.
Üstelik aynı BBDK Uzan Grubu'yla ilgili yolsuzluk ve banka batması sürecinde yoğun eleştirilere maruz kalmıştı. Bir de tam bu dönemde Uzan Grubu bir yandan TV ve gazetesiyle hekim eylemine destek verirken bir yandan da Doğan Grubu'nun borç ertelemesi ve diğer yolsuzluk iddialarını gündeme getiriyordu.
Sabah grubunun durumu
Sabah grubunun içinde olduğu negatif bilançonun açıklanması ve ekonomik durumu, Etibank'tan kaynaklandığı söylenen borçların buna neden olması, ikinci büyük medya grubunun içinde düştüğü sıkıntıyı ve tabii ki eskiden olduğu gibi ve Doğan grubu yeni bir "devlet" desteğine olan gereksinimini sanki ortaya koyuyordu.
Arka planı oluşturan bir başka önemli olay Avrupa Birliği (AB) giriş sürecinde önemli aşamalardan birisi olan; yapılan uyum çalışmalarının değerlendirildiği AB dönem raporu tam bu günlerde ilan edilmesiydi.
AB'ye girişi doğrultusunda büyük adımların atıldığının iddia edildiği bu dönemde söz konusu rapor "döndük baktık bir arpa boyu yol gitmişiz" anlamına geliyor ve AB'ye giriş sürecini 2010'lara hatta 2015'lere kadar uzatan yorumlara neden oluyordu.
Ekonomide de bir önemli gelişme vardı: Son 26 yılın en düşük enflasyon değerinin gerçekleştiği ve TL'den 6 sıfır silineceği tam bu süreçte ilan edildi.
Hükümetin parmağı
Tüm bu "leitmotiv" önünde hekimlerin eylemlerinin medyadan destek alarak ülkenin gündemine oturması; eylemin içerik ve dile getirilen taleplerinin ötesinde bir anlamı olduğunu bana düşündürüyor.
Sanki tam da bu ortamda kamu oyunun ilgisi bir başka alana yönelmeliydi ve el birliğiyle bu sağlandı. Üstelik hekim eylemleri aynı zamanda hükümete parmağını sallayarak "haaa" diyen kimi çıkar çevrelerin mesajlarını iletmeleri için aracı da oldu gibi geldi.
Sondan gidecek olursak bu gelişmeler, hükümetin ve medyanın eyleme yönelik tutumları açısından şu soruları aklıma getirdi:
* Acaba hükümet sertleşerek kendi aleyhlerine oluşmaya başlayan kamuoyunu başka bir alana yönlendirmek mi istedi?
* Acaba bizde dördüncü güç olarak nitelenen medya içine düştüğü zor durum nedeniyle hükümete neler yapabileceğini mi göstermiş oldu?
Tabii yanılıyor ve biraz fazla kuruntulu olabilirim. Ama...
Hekimler ve hastaların durumu
Eylemin fitili aslında haziran ayında ateşlenmişti. Ülkemiz hekimlerinin en üst mesleki örgütlenmesi olan Türk Tabipleri Birliği'nin bu ay içinde yapılan olağan seçimsiz genel kurulunda, genel kurula katılan Sağlık Bakanıyla önce TTB sonra da hekimler arasında bir gerginlik yaşandı.
Hekimlere; ellerini vatandaşın cebinden çekmelerini söyleyen Sağlık Bakanı'na o zaman verilen yanıt asıl eli vatandaşın cebinde olanın hükümet olduğu yolundaydı.
Çünkü hükümetin sağlık alanında "dönüşüm-değişim" projesi olarak kamuoyuna duyurulan çeşitli uygulamalar tam da bu anlama geliyordu. Devlet elini sağlıktan çekerek sağlık özelleşecek ve tam anlamıyla ticarileşecekti.
Daha önce de Uluslar arası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası gibi uluslar üstü finans kuruluşlarınca dikte ettirilen sağlık politikaları ilk kez bu kadar açık, doğrudan ve yaratacağı tepkilerden çekinmeden uygulamaya konuluyordu.
20 yıllık itiraz
Özellikle 1980'den başlayarak bu döneme kadar gerçekleşen daha küçük ölçekli, daha çekingen kimi uygulamalara karşı hekimler yalnız üst örgütleri ve bazı odalarının yöneticileri aracılığıyla, çoğu zamanda politik olarak ve kuramsal düzeyde itiraz etmişlerdi. Bunun da çoğu yazı, tartışma ve eleştiri yoluyla gerçekleşmişti.
Bu dönemde hekimlerin çoğunluğu kendilerinin çok iyi bildiği "teşhis etme-tedavi uygulama" yetileriyle yaşanan gelişmeler karşında bireysel çıkış/çözüm yolları bulabilmişlerdi.
Bunların arasında özel-kamuda birlikte çalışmak, yapılan işlemlerden prim-katkı payı almak, resmi olmayan yöntemlerle açık ama yasal bakımdan "gizli" çalışmak, daha az etik olan "bıçak/yatış parası" almak, iş yeri hekimliği yapmak, asli maaş yanında döner sermayeden para almak vb. bunların arasındaydı.
Yolun sonu
Ama hükümetin gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeyi planladığı kimi uygulamalar; ilk kez bu anlamda da yolun sonunun göründüğünü işaret ediyordu. Yeni uygulamalarla ücret çok düşük tutuluyor ve kalanı performansa bağlı döner sermaye payına bağlanarak, sağlık hizmetine bedel ödeme-para verme şartı getiriliyor, bu da hizmet alan vereni daha bir karşı karşıya getiriyordu.
Diğer yandan hekimler "tam gün" hizmete ve iş güvencesi olmaksızın sözleşmeli çalışmaya zorlanılıyordu. Bunların yanında hekim sayısının artışına dur demek bir yana yeni açılan tıp fakülteleri ve alınan öğrenci sayılarının artırılmasıyla, Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT)n 2005 için planladığı hedefin 2002'de aşılması bir yana, bu tarihte olması beklenenin yaklaşık yüzde 10 üzerine ulaşılması öngörülüyordu.
Buna bir de başka yollarla daha düşük ücrete çalışacak hekimlerin bulunmasının sağlanması olasılığı ekleniyordu. Politik tercihlerin ve kararların daha belirleyici olacağı hizmetlerin yerel yönetimlere devredilmesinin düşünülmesi, iş yeri hekimliği gibi özellikle birinci basamak hekimlerin gerçek bir gelir supabı olan ve TTB'nin ayakta durmasının en büyük kaynaklarından birini oluşturan bir mekanizmanın ortadan kaldırılması gibi çok yakında gerçekleşecek yeni uygulamalarla hekimlerin bireysel çıkış/kurtuluş yolları kapatması bakımından da önemli gelişmelerdi.
Tüm bunları görebilme becerisinde olan hekimlerin, kendi kafalarına uymasa da TTB'nin ardında durması bana bu savı kuvvetlendirici bir kanıt gibi görünüyor.
Hekim kurtuluşu
Çünkü hekimlerin kendi pozisyonlarını korumak için buldukları araçlar ve salt kendilerine yarayan çözüm yolları artık işe yaramıyor. İşte bence bu eylemin ve ona kadar gelen sürecin anlamlarından birisi budur.
Hekimler için bireysel kurtuluş bundan sonra artık olası değil gibi görünüyor. İşte bu nedenle bu eyleme ilk kez katılım bu kadar çok oldu.
O kadar ki eyleme katılma cesaretini kendine bulamayan bazı tabip odası yöneticileri eylemin büyüklüğü karşısında katılmadıkları eylemlerden "eylemimiz" diye söz edebildiler.
Ücret ve iş güvencesi önde
Bu düşünceyi kuvvetlendirici bir başka unsur da, bana göre hekimlerin bu eylemde ücret konusundaki talepleri daha yüksek sesle ifade etmesidir. Çünkü hekimler genellikle tek başına "para" için eylem yapmazlar, eylemlerinde bu konudaki taleplerini kısık sesle, ürkekçe ve seyrek olarak dillendirirlerdi.
Ama bu kez ilk kez önde gelen talepler, ücret ve iş güvencesi oluyordu. Bunu bütünleyen "herkese eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti" talebi "malumu ilam" anlamına geliyor, başbakanın dediği gibi "şimdiye kadar neredeydiniz" sorusunu sorduruyordu.
Vatandaşın "birliktesizliği"
Son olarak vatandaşın tavrının tümünün medyanın desteği nedeniyle olmadığı yorumunu da yapalım ve herkese hakkını verelim. Bence burada da en azından bir kesim vatandaşın vermek istediği önemli bir mesaj var:
Vatandaşın en azından biraz daha aklını ve düşünme yetisini kullanma becerisine sahip kesimi, verilen sağlık hizmetinden gerçekten çok yılmış, usanmış durumda. Sağlık hizmeti artık gerçekten bir eziyete dönüşmüş durumda.
Vatandaş bunu "birlikte" ifade etme yollarından yoksun. İlk kez bu eylem bunu bir biçimde ifade etmek için bir olanak yarattı. Bu duygu hekim örgütünün "yalnız nüfus kağıdı yeter" ve "herkese eşit, ücretsiz sağlık" talebiyle örtüşünce böyle bir katılım "kuvve'den fiil'e" geçti.
Ya hep beraber
Ancak bu mesajın sağlıkla ilgili politikaları belirleyenler kadar, doğrudan hizmeti veren ve aslında kendi örgütleri içinde yeterince kuvvetli durmayan sağlık çalışanlarına yönelik olduğunu da ekleyelim.
Çünkü hekimler kendileri için buldukları bireysel çözümlerle, vatandaşı kendi sıkıntı ve sorunlarıyla başbaşa bırakıyorlar.
En azından eylemi örgütleyenlerin dışındaki hekimlerin bu mesajları doğru anlamaları, "kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz" noktasında buluşmaları gerek.
Bence söylenen biraz da buydu. Ama ne demişler; "anlayana sivri sinek saz, anlamayana.... " (MS/NM)