Ülke genelindeki 96 bin hekimin yaklaşık 20 bininin "grev"e olur dediği açıklandı. Eğer yapabilirlerse acil ve zorunlu durumlar dışında 5 Kasım Çarşamba günü çalışmayacaklar.
Bakanın "gözdağı"
Bizim ülkemizde kamu çalışanlarının sendikaları var. Ama grev hakları yok. Avrupa Birliği'nin (AB) kuralları askerler ve polisler dışında tüm kamu çalışanlarının kayıtsız, şartsız "grev" hakkını kabul ediyor. Bu yönden de henüz AB'ye uyum sağlamış değiliz yani.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ bunu çok bildiği için "çalışmayan"lar hakkında soruşturma açarım diye "gözdağı" verdi. Bu durum AB, demokrasi ve hak arama konusunda yönetenlerimizin daha çok fırın ekmek yemeleri gerektiğini gösteriyor.
Doktorlar, en azından örgütlü kesimleri ve en azından bu konuda bakanlarından biraz daha ileride, onu ve söylediklerini pek de dikkate almayacaklar gibi görünüyorlar. Yani Çarşamba günü sağlık hizmetleri "tatil"!...
Sağlık bütçesi Meclisteyken
Doktorlar bu eylemlerini 2004 yılı sağlık bütçesinin meclise sunulduğu güne denk getirdiler. Bundan başat sorunun "para" olduğu izlenimi alınıyor.
Evet aslında doktorlar "para" için greve gidiyorlar. Ama iyi anlatamadıkları bir nokta var. Bu parayı öncelikle kendileri için istemiyorlar. Bütçeden sağlığa ayrılan paranın arttırılmasını, yüzde 2,5 olan payın en az yüzde 5'e çıkarılmasını istiyorlar.
Aslında hekimlerin büyük kesimi eskiye oranla daha güç ekonomik koşullarda yaşıyorlar. Herkes gibi. Biraz çekingenlikle olsa bile bu konuyu da eylemlerinin gerekçelerinin içine katıyorlar. Kısacası ücretlerinin arttırılmasını istiyorlar hekimler.
Asgari ücretin 200 milyonun altında olduğu bir ülkede bunun 4-5 katını alan hekimlerin ücret için "eyleme" gitmeleri sıradan vatandaş için kolay anlaşılır bir şey değil. Ama hekimlerin verdikleri hizmet ve kalifiye iş güçleri göz önüne alındığında; eskiye göre ve gireceğimiz AB normlarına göre bu rakamın çok az olduğu da açık.
Oğulları ve kızları doktor olan, sıradan vatandaş olma özelliğindeki anne babalar bile artık bu durumu kabul edilemez buluyorlar ve çocuklara artık "harçlık" vermek istemediklerini belirtiyorlar.
Hükümet de durumun farkında. Çare olarak hekimlere sunduğu ise "kırk katır mı, kırk satır mı" ikileminden farksız. Hükümet gerçek ücreti arttırarak değil, ücret artışını hekimin çalışmasına bağlayarak bunu yapmak, daha doğrusu yapıyor göstermek, hekimleri yapmak istemedikleri yol ve yöntemlere yönelterek onları açmazda bırakmayı istiyor.
Vatandaşın cebi
Örneğin hekimler önce çalıştıkları kurumun döner sermaye gelirini arttırıp sonra bundan alacakları payların çoğalmasıyla sağlanacak bir gelir artışına karşılar. Çünkü bu onları para kazanmayı hedefleyen ve bunu gereksiz, etik olmayan ve mesleki kurallara aykırı işlemlerle yapan bir çalışmaya zorlayacak.
Üstelik de para devletin bütçesinden değil, vatandaşın cebinden çıkacak. Hekimler gelirlerinin çeşitli biçimlerde yan ödemelerin oranlarının yükseltilerek sağlanmasına da karşılar. Çünkü bu onları hükümetlerin ve bu oranlara karar verenlerin "oyuncağı", "emir kulu" haline getiriyor.
Hekimler fazla mesai, nöbet ya da vardiya yoluyla daha fazla çalışıp daha çok para kazanmaya da karşılar. Çünkü bu onları "kötü" hekimliğe zorlayacak.
Özel sözleşmelerle sağlanan ücret artışlarına da karşılar. Çünkü bu onların iş güvencesinin ortadan kaldırılması demek.
İkinci, üçüncü iş olanaklarının yaratılmasıyla da bu artışın karşılanmasına karşılar. Çünkü hekimler "fason üretim yapan" bir niteliksiz işçi yerine konulmak istemiyorlar.
Kısacası hekimler hak ettikleri gerçek ücretin arttırılmasını istiyorlar. Eğer artmazsa ya da yukarıdaki yöntemlerle artarsa işin ucu her koşulda vatandaşa değiyor ve değecek de...
Grev hekimin kendisi için değil
Hekimlerin greve gitmelerinin asıl gerekçesi 59. Hükümetin "değişim" adı altında sağlık alanında yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları. Ama greve karar veren hekimlerin meslek örgütü bunları hekimlere ve topluma yeterince anlatamadılar.
Anlatamıyorlar. O nedenle en kolay anlaşılacak noktadan başlayarak açıklamaya çalışıyorlar. Bu da taleplerini daha çok "kendileri için" olduğu görüntüsünü veriyor. Oysa hekimler daha çok toplum için bir şeyler istiyorlar.
Hekimler öncelikle iyi bir sağlık ortamında "iyi hekimlik" yapmak istiyorlar. Oysa son hükümet de dahil yirmi yıldır yeğlenen ekonomik politikalar sağlığı ticarileştiriyor ve özelleştiriyor.
Mesleklerini "özel" olarak gerçekleştirebilme hakkına sahip olan ilk ve tek grup olan kamu çalışanı hekimler aslında "özel" çalışmaktan hoşnut değiller. Çünkü özel çalışma "fazla" çalışma anlamına geliyor. Oysa hekimin ortalama bir çalışma süresi var.
Hekimler "ağır" işçi
Onun dışındaki sürece hızla artan bilgiyi yenilemesi için sürekli eğitimini sürdürmesi ve işini iyi yapabilmesi için bedensel ve ruhsal yönden de sürekli kendini yenilemesi gerekli. Çünkü son gelen hasta da ondan ilk baktığı hastaya davrandığı gibi davranmasını istiyor. Bu aslında onun hakkı.
Ama günde 50 tane acılı sıkıntılı hastaya bakmak çok kolay ve kendini yenilemeden yapılacak bir iş değil. O nedenle hekimler "ağır" işçi sayılmalı. Ya başvuran hasta sayısı azaltılması, ya çalışma süresi azaltılmalı.
Hekimler böyle bir çalışma ortamı istiyorlar. Bu ise sağlık organizasyonunun yeniden ama bu bakışla düzenlenmesi demek. Hükümet ise böyle değil de tam da yakınılan şekilde düzenlemek istiyor.
Basamaklı hizmet
Hekimlerin isteklerinden birisi de basamaklı hizmet. Basamaklı hizmet, sağlık ocaklarından başlıyor. Sağlık ocaklarının hizmeti ise hastalığa değil sağlığa yönelik hizmet.
Yani "koruyucu sağlık hizmeti". Yeğlenen politikalar ise bunun tam zıddı. Çünkü hükümetler tanı ve tedaviye ilişkin bir hizmeti sunmak, bundan para kazanmak ve kazandırmak istiyor.
O nedenle aile hekimliği, Genel Sağlık Sigortası, hastanelerin ortak kullanımı, vardiyalı hizmet, iş güvencesi olmaksızın sözleşmeli sağlık hizmeti, performansa göre ücret, sağlık kuruluşlarının yerel yönetimlere devri gibi ancak tanı ve tedavi hizmetleri alanında geçerli olabilecek uygulamaları dayatıyor.
Kimler dayatıyor?
"Dayatıyor" sözü aslında yanlış. Çünkü "dayatan" onlar değil. Onlara "dayatılıyor".
Kimin tarafından? Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF); Dünya Ticaret Örgütü, GATS vb. dünyada finans kapitalin özgürce dolaşımını ve küreselleşmesini isteyenler.
Çünkü sermaye böylelikle bu alanda daha çok kazanabilecek. Bu hizmetlerle uluslar üstü ilaç şirketleriyle, tıp teknolojisine yatırım yapan şirketler kazanabilecek ve yakın bir gelecekte uluslar üstü sigorta kuruluşları hizmetlere para ödemeden düzenli prim toplayarak bu toplumun kazandığından payını üstelik doğrudan alabilecek.
Örgütlü hekimin gözü açık
59. Hükümetin bunlara yönelik anlattıkları, "değişim" diyerek reklamını yaptıklarının hepsi gerçekleri örten boyalar ve cilalar. Hekimlerin, en azından örgütlü kesimlerinin gözü açık. Yıllardır buna yönelik gözlemlerini tetkiklerini yapıyorlar ve tanıyı koymuş durumdalar.
Onların kandırılmaları olanaksız. Halk kanabilir ama onları kandırmak kolay değil. Boyanın, cilanın ardındakileri görüyorlar. Aslında bun daha önceleri de görüyorlardı ama yeterince anlatabildikleri, daha doğrusu bunu anlatmayı dert edindikleri pek söylenemezdi.
Şimdi greve gitmelerinin nedeni bu. Tüm bunlarla da işin ucu yine vatandaşa ve almaya çalıştığı sağlık hizmetine değiyor...
Grev sembolik
Hekimler bu konuda yaptıklarını ve düşündüklerini halka göstermek, gösterebilmek istiyorlar. Grev sembolik bir eylem. Dikkati bu yöne çekmeyi amaçlıyor. Hekimler dikkat çekmek istiyorlar çünkü artık bu olumsuz gidişi kendi başlarına geriye çeviremeyeceklerini biliyorlar.
En üst karar verme yerinde yani mecliste iki parti var ve ikisi de bu politikalar konusunda hem fikir. Biri uygulamalarıyla, diğeri de söylemleri ve söylemlerini onlara dikte ettiren eski finans kapital "müdür"leriyle birlikte.
Dolayısıyla tek çare var: "Vaa mı bunun başka çaresi?" demek ve halka gitmek.
Yerel yönetim yasası çıksa bile
Eğer halk olan biteni iyi anlar ve hekimlere destek verirse belki bazı adımların atılması biraz gecikebilir. Bir toplantıda bir genel müdür yardımcısının açıkça söylediği gibi, örneğin yerel yönetim yasasının çıkmasından sonra sağlık kuruluşları hemen yerel yönetimlere devredilmeyebilir.
Çünkü sağlık alanında hizmeti üstlenmek öncelikle yerel yönetimlerin kuvvetlenmesine bağlı. Bu sağlanmadan bu yolda yapılan bir uygulama, "boomerang" gibi geri dönüp uygulayanı vurabilir.
Bu süreçte sorun olan bir noktayı da vurgulamadan geçmeyeyim. Hekimler ve örgütleri çarşamba günü yapacakları eylemlerine gerekçe olan durumların yıllardır farkındaydılar.
Bunu en azından kendi aralarında ve ulaşabildikleri yerlerde de ifade ediyorlardı. Ama uygulamayı etkileyebilecek hatta değiştirebilecek durumda ve bunun erkine sahip oldukları yer ve zamanlarda düşüncelerini uygulamıyorlardı.
Sürekli eğitim
Örneğin basamaklı hizmeti ve sağlık ocaklarını savunuyor ama bu sağlık ocaklarının tanı ve tedavi edici hekimlik uygulamalarına sahip çıktıkları kadar koruyucu hekimlik hizmetine sahip çıkmıyorlardı.
Örneğin iyi hekimlik yapmak istiyorlardı ama "kötü" hekimlik yapan meslektaşlarının üzerine yeterince gitmiyor, şikayet olmazsa kendi olağan mesleki denetimlerini yapmıyorlardı.
Sürekli tıp eğitiminin hekimlik için ne kadar vazgeçilmez olduğunu biliyor ve söylüyorlar ama 20 yıl önce tıp fakültesinden mezun olduktan sonra hiçbir gelişmeyi izlemeyen ve bildiği kadarıyla hizmet veren hekimleri kendilerinden sayıyor, onların hizmetini denetlemiyorlardı.
Sahip çıkılırsa güçlenir
Döner sermayeye şimdi olduğu gibi sözleriyle karşı çıkıyorlar ama bir yandan da bunun arttırılması için mücadele ediyorlardı.
Tüm bu ikircikli tutumların nedeni, sıkça dile getirdikleri gibi belki hekimlerin örgütlerine yeterince sahip çıkmamaları ve örgütlerin bu yüzden yeterince güçlü olmamasıydı ama bunu değiştirmek için de bir çaba göstermiyorlardı.
İşte şimdi yaşanan kendini topluma ifade etme güçlüğünün ve toplum desteğinin yeterince güçlü olmayışının denedi bu.
Geliyoruz BİAMAG'daki yazılarda hep yinelediğim ana temaya: "En az yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz."
Doktorlar ve örgütleri de öyle. Haa ben mi? Ayının dokuz türküsü varmış, dokuzu da "ahlat" üstüne. Benim de öyle. (MS/NM)