Sonra teknolojinin gelişmesine paralel "tıp teknoloji" yoğun bir şekilde satılmaya başlandı. Bu da hastalıkların anlaşılmasında yeni olanaklar sağlıyordu. "Kâr" edenlerin giderek artmasına ve "kazancın" bir sermaye olarak belirli merkezlerde toplanmasına karşın kimsenin yüksek sesle itiraz etmediği bir olgu olarak, genel olarak kabul gördü.
Sağlık ve tıp alanında bunlar yapılırken aslında alttan alta, ama giderek çapı büyüyen bir alan oluşmaya başladı. "Hastalıkların tanısı ve tedavisi" yoluyla insanlara "yaşamları ve sağlıkları" satılıyordu. Buna süreç içinde "hastalıklardan korunmak" da dahil oldu.
Liberalleşme"nin etkisi altında "özel olan daha iyidir" ve "kullanan öder" mantığıyla yaşanan bu değişimlere, birkaç çatlak ses dışında yine kimse itiraz etmedi. Çünkü "yaşam güzeldi, sağlık ise kutsal"dı.
Yetmedi ya da süreç burada durmadı. Para parayı çekiyor, daha doğrusu "para" ona eklenen yeni paralar olmadığında "hayatiyeti ve varlığını" sürdüremiyordu. Para bir kez birikmeye başlayınca bu işin sonu yoktu. Sakallı Marx Amca da "kapitalist ekonominin babaları da" hep bunu söylüyordu. O hep başka paraları bünyesine katarak büyümek zorundaydı.
Bu süreçte yeni bir "trend" egemen oldu her yere. Artık mevcut hastalıklar bu paranın büyümesi için yeterli olmuyordu. "Yeni ve sürekli para getiren hastalıklar" gerekliydi. Bu yazı dizimizin başında yazdığımız gibi çeşitli "hastalıklar" icat edilip satılmaya başlandı. Bu daha kolaydı ve daha uzun süreli para kazanma olanağı sağlıyordu.
İyi olanlarda, sağlıklı olanlarda bazı doğal durumla "artık önemli bir hastalık" olarak kabul ediliyor ve onun sağaltımı için paralar o aynı merkezlere doğru akıyordu. İktidarlar, onları oluşturan "erk odakları" bu sürece çeşitli yerlerinden dahil oluyor ve o kazançtan pay alıyorlardı.
Bu arada "başka ve paralı hastalar" için "sağlıklı insanların satışı" gündeme geldi. Yine görmezden duymazdan gelindi. Emeğin satışına "eyvallah" diyen bir toplumsal ve ekonomik düzende her ne kadar "köle ticareti" yasak olsa da, "çağdaş köleler" haline gelen "yoksullar", "alt sınıftakiler", "yabancılar" bu amaçla yararlı olabilirlerdi.
Onların organları ve bedenleri "tıbbi dolayısıyla 'ulvi' amaçlar" için alınıp satılmaya başlandı. Buna da "yakalarsam cezalandırırım" mantığıyla gündeme getirilen "yargı"nın dışında itiraz eden kimse olmadı. Çünkü "işlem açık ama satış gizli"ydi.
Şimdi bir başka perde başladı: Artık "hastalar" satılıyor. Genellikle "iyileştirilen" hastaların reklamları yapılarak bu "satış" gerçekleştiriliyor.
Kazanmak zorunda olan "özel sağlık kuruluşları"nın daha çok insanın başvurusuna ve yukarıda saydığımız satışların bu ortam içinde sürekli gerçekleşmesine gereksinimi var. Bunun için "reklam" yapmalarından daha doğal bir şey yok. Reklamlar herkese kazandırıyor çünkü. Kazananların arasında bir kesim daha var: Reklamın yapıldığı ana mecra yani "ana akım medya" ve onun olanakları.
Kısacası bu sürecin tümünde, "ticari kuruluşlar", "doktorlar ve sağlıkçılar", "hastalar ve yakınları"nın dışında bir başka kesim daha sürekli olarak yer alıyor: "Dördüncü güç Medya".
Biz özel hastane haber niteliği taşıyan bir olayda medyanın karşısına çıkarken "kendi reklamlarını yapmak için hastanenin adının da göründüğü fotoğraflar" kullanmıştı. Bu şimdilerde sık uygulanır oldu. Yol bir kez açılınca geçen çok olurdu.
Şimdi hekimler ve bir bölüm "medya mensubu" tartışıyor." Şaşılacak bir şey belki ama bu tartışma bile şimdi olmasa bile çok uzak olmayan bir gelecekte "para kazandırıyor" olabilir. Yarın bu tartışmanın "hukuki ve yasal durumu" nedeniyle açılacak davalarla, tıpkı Amerika'da olduğu gibi "sağlık hizmeti" sunumu sırasında bir "beşinci grubun" yani hukukçuların da girmesi hiç şaşkınlıkla karşılanmamalı. Çünkü bir süredir tüm dünyada ve bu arada ülkemizde de "haklar ve hak mücadeleleri" alınıp satılmaya ve para kazandırmaya başladı.
Şimdi durup düşünmeli dahası bir araya gelerek bir şeyler yapmalı.
Soru şu: "Artık büyümesi durdurulamayan ve giderek hizmetin ana aktörü olan, sağlıktaki ticarileşmenin sorumlularına ister isteyerek olsun, isterse haber yazma derdi nedeniyle 'çaresizlikten' olsun medyanın bir 'kazanç arttırıcı unsur' olarak yer almasını önlemek, engellemek için ne yapmalı, nasıl yapmalı?"
Bu konuda başlayan tartışmaya katılan "Toplum Sağlığı Araştırma ve Geliştirme Merkezi"nin sorusunu da, tartışmanın asıl bağlamını ortaya koymak için buna ekleyeyim: "Her şeyi bir ticaret metası olarak gören zihniyetin sağlık alanındaki tahribatına kim dur diyecek?" (MS/KÖ)