Hrant Dink Vakfı’nin düzendiği “Medyada Ayrımcılık ve Nefret: Sosyal medya, farklılıkların temsili ve ayrımcılıkla mücadele” paneli için Türkiye’de bulunan The National University of Ireland Maynooth, Medya Çalışmaları bölümünden Dr. Gavan Titley ile Avrupa’da yükselen milliyetçiliği ve bunun nefret söylemine etkisini konuştuk.
Son Avrupa Parlamentosu seçimlerini de örnek veren Titley, sağ politikanın yükselişinin bir anda olmadığını ancak bunun 1930’larda ekonomik krizle aynılaştırmanın yanlış olduğunu söylüyor.
Bu ortamın nefret söylemi için “meşru” bir ortam oluşturduğunu ifade eden Titley, bu söylemin aşırı sağdan değil, merkez sağ ve merkez sol partilerden de geldiğine dikkat çekiyor. “Kurban psikolojisi” ile batı Avrupalı ırkçılığının göçmenlere, bilhassa da Müslüman göçmenlere karşı nefret söylemini meşru bir zemine çektiğini ifade ediyor.
Dr. Gavan Titleyİrlanda Ulusal Üniversitesi, Maynooth’da Medya Çalışmaları bölümünde öğretim görevlisi olan, batı Avrupa’da ırkçılık ve çok kültürlülük ekseninde, medyada söylem ve kamusal kültür üzerine araştırmalarını sürdüren Dr. Titley, Alana Lentin ile birlikte hazırladığı The Crises of Multiculturalism: Racism in a Neoliberal Age (Çok Kültürlülük Krizleri: Neoliberal Çağda Irkçılık) ve Karina Horsti ve Gunilla Hultén’le birlikte editörlüğünü üstlendiği National Conversations: Public Service Media and Cultural Diversity in Europe (Ulusal Diyaloglar: Avrupa’da Kamu Medyası ve Kültürel Çeşitlilik) (2014) adlı kitaplarını yayınladı. Şu sıralar, Avrupa Konseyi için “online nefret söylemi” üzerine ve Sage Publications için “ırkçılık ve medya” üzerine birer kitap hazırlayan Dr. Titley aynı zamanda, The Guardian gazetesinde yazmaya devam ediyor. Fotoğraf: Berge Arabian, AGOS |
"Avrupa'da sağ yükseliyor ama eskisi gibi değil"
Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde özellikle basında Avrupa’da sağın yükselişi yönünde çok sayıda haber çıktı. Bu politik değişimi nasıl yorumluyorsunuz?
Geçtiğimiz yılki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, Fransa’da yerel seçimlerde sağ partilerin güç kazandığını görüyoruz. İsveç seçimlerinde sağcı İsveç Demokratik Partisi kazandı, yaklaşan Danimarka seçimlerinde de yine sağ kanatta yer alan Danimarka Halk Partisi’nin kazanması ya da güç dengesini tutturması bekleniyor. Keza Finlandiya da aynı şekilde. Bu nedenle sağlın Avrupa’da popülerleştiği bir gerçek. Ancak bu partilerin çoğu kendilerini sağ parti olarak sınıflandırmıyor, bazıları birbirleriyle işbirliği yapabilirken bazıları birbirlerinden hiç hoşlanmıyor. Bunu söylemek gerekiyor.
Diğer bir yandan, bu durumun 1930’lardaki siyasi bilhassa da ekonomik durumla benzeştiği yönünde yorumlar var ki buna katılmıyorum. Evet bu partiler dar gruplara sahip örgütler ancak aynı zamanda parlamenter örgütler, sokaklarda gezen paramiliter güçlere sahip değiller. Evet güç kazanmak istiyorlar ama seçim sistemini bir iktidarı ele geçirmek için bir araç olarak görmüyorlar.
"Nefret söylemi meşru zemin kazandı"
Peki nasıl popüler hale geldiler? Bu atmosfer neyi değiştirdi?
Tabii ki 11 Eylül’den sonra birden bire ortaya çıkmadılar. Ama on yıldır ciddi anlamda kendilerine meşru bir zemin elde ettiler. Bilhassa da Müslümanlara yönelik ırkçılığa karşı meşru bir zemin elde ettiler.
Nefret söylemi için daha tolare edilen, daha meşru bir zemin oluştu. Müslümanlar devlet gözetiminin yanı sıra, sadakatlerinin, ılımlılıklarının, aşırı gruplarla aralarındaki mesafenin sürekli ıspatlanması gereken bir de sosyal şüphe altında yaşamaya başladı. Avrupa Birliği de bu ırkçılığın ve göçmen karşıtı politikaların merkezindeydi, çünkü AB küreselleşmenin ve göçün sorumlusu olarak görülüyordu. Bu politikalar aşırı sağ partilerden bilhassa merkez sağ ve merkez sol partilerce de benimsendi.
"Kurban psikolojisi" adı altında ırkçılık
Siz de konuşmanızda “kurban psikolojisinden” bahsetmiştiniz. Göçmenliğin, konut sorunun müsebbibi olarak göçmenlerin görülmesi, kötü ekonomiden göçmenlerin sorumlu tutulması örneklerini vermiştiniz. Benzer tartışma Türkiye’de Suriyeli mülteciler konusunda da yaşandı. Bu “Kurban psikolojisi” nasıl işliyor?
Söz konusu batı Avrupa ırkçılığı olduğunda kurban psikolojisinin iki aykırı çıkış noktası var. İlki tarihsel olarak dünyanın merkezindeki bir ulusun vatandaşı olarak bazı haklara sahipsiniz. Bu haklar sosyal demokrat yönetimler tarafından garanti altına alınmış. Bu “garanti” yaşam standardı açısından vatandaşlarda belli beklentiler yaratıyor. Ancak 1970’lerin sonlarında başlayan neoliberalizmle bu beklentiler karşılanmamaya başlıyor. İş güvencesi, güvenilir sosyal hizmetler gibi hizmetlere yönelik beklentileriniz darmadağın oluyor. Aynı zamanda hiç durmadan artan bir göç var çünkü bilhassa iş gücü açısından göç bilhassa bir zorunluluk hale gelmiş.
Bu durumda politikacılar taktik olarak en kolay günah keçisini seçiyor. Göçmenleri. Kurban psikolojisi aslında “doğum hakkınız” ile politika gerçeklikler arasındaki derin uçurumu ifade ediyor. Bu uçurumu aşmak için hiçbir sosyal hakkı olmayan, çalışma, barınma, sağlık hizmeti alma, seyahat etme özgürlüğü olma göçmenleri suçlama ise kolay yol.
"Nefret söyleminden sadece aşırıcılar yarar sağlıyor"
Peki resme bir karşı taraftan bakacak olursak, son dönemde artan savaş ortamının, aşırı İslamcı grupların bu durumda hiç etkisi yok mu? Mesela Irak Şam İslam Devleti sosyal medyayı çok iyi kullanıyor, bunlar nefret söylemi üretimini nasıl etkiliyor?
Sosyal medyadaki nefret söyleminin sirkülasyonuna bakarsak oldukça dinamik. Nefret söylemi sosyal medyada her zaman belli bir olay çerçevesinde, belli bir ağın mantığı dahilinde sirküle ediyor.
IŞİD’den bahsettiğimizde sosyal medyayı çok iyi kullanan, etkisini çok iyi bilen bir örgütten konuşuyoruz. Öldürdükleri bir gazetecinin videosunu yayınladıklarında ya da fotoğrafları yayınladıkları onları nasıl bir akışa bıraktıklarını biliyorlar, bunların nasıl bir tartışma yaratacağını biliyorlar.
IŞİD’in paylaştığı öldürdükleri insanlara ilişkin fotoğraflar hem kendileri için propaganda sağlarken hem de İslam’ın ne kadar “kötü” olduğunu dünyaya anlatma isteyenlere malzeme sağlıyor. Ve bu veriler batı Avrupa’da oldukça korkunç Müslüman karşıtı politikalarda kullanılıyor. Yani nefret söyleminden sadece aşırı gruplar yarar sağlıyor. (EA)