Seçildiği gün belediye binasını yıkmakla işe başlayacak; herkesi sırayla başkan yardımcısı yapacak ve gerçek anlamıyla yerinden yönetim diyerek ‘home-ofice’ belediyeciliği hayatımıza sokacak bir belediye başkan adayı var İstanbul’un: Şafak Tanrıverdi.
Retro bizim işimiz diyerek İstanbul’u 50 yıl önceye götürecek, Hayberay ve Üsküdar-Kadıköy arası zeplin seferleri ile İstanbul’un ulaşım sorununa el atacak başkan adayının projeleri çılgın. Aslında çılgın projelere “aşina” olan İstanbullular için yeni olan ise bu halin mizahını yapan Şafak Tanrıverdi’nin söylediklerinin, İstanbul’u yöneten ya da yönetmeye aday olanların söylediklerinden daha ciddi olması. Başkan adayının “İçecek su bulamadıktan sonra her yerde metro olmuş ne fayda” demesi bundan.
Seçim kampanyasını mesai saatlerinden arta kalan zamanda yürüten bir başkan adayı için zamanın kıymetini bildiğimizden Üsküdar’da çalıştığı işyerinin balkonunda, sırasıyla geçen seçim otobüslerinin gürültülü müzikleri kulağımıza çalınırken yaptık söyleşimizi. Tatlı yiyelim tatlı konuşalım dedik: Akide kıvamında bir İstanbul için... (Slogan Şafak Başgan’dan)
Adaylık fikri nerden çıktı?
Adayların tek merkezden belirlenmesi, koltuğa oturanın kalkmaması, özellikle şehirlerdeki yöneticilerin marka gibi olması hep eleştirilir. Bu süreçlerden aslında birçok kişinin rahatsız. Bende de o partilerden sıkıldık kafasını bildiğim için bağımsız adaylık fikri oluştu. Çünkü hiç bir parti tam anlamıyla birçok insanın kafasından geçenleri tam olarak yansıtmıyor.
Partiler kapsayıcı olmak adına pragmatik davranıyor. Oy kaybederim diye tam vaatleri dile getiremiyorlar. Toplum nezdinde ciddiye alınmak için hep ciddi olma derdi var. Benim öyle sıkıntılarım yok. Gerçekten samimi düşüncelerimi anlatabilirsem belki bunu kırabilirim diye düşündüm. Hep çatık kaşlı, öfkeli, ciddi olmaya gerek yok. İnsanların yüzünü güldürerek de muhalefet edilebilir.
“Oyları bölme” diye bir muhabbet çok popüler şimdi. Sana yönelik de bu anlamda bir tepki var mı?
Demokrasi dediğimiz bu değil mi zaten? Birisi çıkıp bunları konuşabilir, saçmalayabilir. Demokrasi dediğimiz biraz da saçmalayabilme özgürlüğü değil mi zaten. |
Ben şimdi kendimi biliyorum. Bir oy patlaması olmayacak ama gerçekten bu oyları bölme durumu yüzünden rahatsız olan insanlar var. Oyları bölme deniyor; ama doğru düzgün bir muhalefet olsa buna gerek olmayacak zaten. İnsanların beklentilerini, eleştirilerini dikkate alsınlar da oyları kaptırmasınlar o zaman. Kaldı ki zaten ben sandığa gitmeyen seçmenlere hitap ediyorum. Türkiye’de Avrupa’ya göre katılım yüksek olsa da 1 milyon kişi oy kullanmaya gitmiyor. 1 milyon insanın ne kadarını sandığa çeksem iyidir.
Seçim otobüsleri, televizyon reklamları yok ama bir popülarite kazandın. Bu nasıl oldu?
Ben şimdi alternatif bir kampanya yapıyorum. Para toplamıyorum büyük bütçeler ayrılmıyor bu işe. “Kim var bunun arkasında” diye soruyorlar: Kimse yok. Bu kadar para harcanması da çok saçma. İnternet var. Bana o yetiyor. Bayraklar, gürültülü müzikler vesaire klişe yöntemler... Bunlar onların kaynaklarını nasıl heba ettiğini gösteriyor. Sen zaten bir fikre katılıyorsan arkadaşına anlatsan yeter.
Photoshoplu photoshopsuz mitingler düzenleniyor. Senin seçmenle buluşmaların nasıl oluyor?
Bizim stantlarımız, mitinglerimiz yok ama sokakta karşılaştığım tanıyan insanlar oluyor. Seçim ofislerinin açılışında gelenler olursa konuşuyoruz. Belirli bir tipoloji de yok. Sadece gençler gibi görünüyor ama anne babalar da var, duyan tanıyan oy vermek isteyen, bu klişelerden sıkılmış. Bu kişiler çok farklı belki yanyana gelmeyecek çevrelerden insanlar. Ama insan kimliğini ön plana çıkararak iletişim kurduğunda sözünü söyleyebiliyorsun ve sözün de inandırıcı olabiliyor. Siyasetin kullandığı dil sözcükler hep bir karşı taraf yaratma ve ona saldırma üzerine kurulu aslında. Dilin sert olabilir; ama tatlı sert de olabilir. Çünkü ses yükseldikçe kulaklar sağır oluyor. Kimse kimseyi duymuyor bir daha. Biz de geyik yapıyoruz o yüzden ‘şefkat kazanacak’ diye.
İlgi çekici projelerin de tartışılıyor?
Belediye binasını yıkmak ve yerinden yönetim hikayesi. Belturlarda makul fiyata içki satışı. Ulaşımın normal vatandaşa 50 kuruş, öğrenci ve 50 yaş üstüne ücretsiz olması. İstanbul’u 50 yıl öncesine 1963’e geri götürmek.
Başbakan ülkeyi 2023’e sen İstanbul’u 50 yıl öncesine götüreceksin. Hedef neden 1963?
Kalkınma ve ilerleme kafasına tepki niteliğinde bir eleştiri olarak geriye götürmekten bahsediyoruz. Geçmişte her şey pirüpak, temiz değil; ama birçok şey bugünden daha iyi en azından. Bugün sosyal çevremiz bile gerçek ortamları aşmış sanal profillerden ibaret.
1963 diyoruz mesela: aynı mahallede Rum, Ermeni, Türk farklı kültürler birbirini besleyerek yaşayabiliyor. Bugün baktığımızda memleketin yüzde 90’ı Müslüman ama daha fazla kutuplaşmış durumdayız.
Takip ettiğimiz kadarıyla ‘kimlik siyasetinden’ uzak duruyorsun?
Siyasette etnokültürel vurgular biraz dönemle ilgili sanırım. Nasıl sanatta da bir takım şeyler kültürel tüketim nesnesi olarak sunuluyorsa siyasette de böyle biraz. Bunun siyasi yansıması da çokkültürlülük mü çok kültürcülük mü kafasını salgılıyor. Bazı şeyler de bu anlamda biraz sembolleştiriliyor. En basitinden hak talepleri bile fetiş haline getiriliyor.
"Herkes şimdi oy oy oy diyor. Merkez biziz bize gelin diye. Ben bunu da demiyorum. Herkesin siyasal yaklaşımı farklı olabilir. Ciddi düşünebilir. Türkiye’de ortam bu kadar gerginken şimdi sırası mı diyebilir ama şimdi değilse ne zaman?" |
Herkes belli bir alanda kilitleniyor ve bir topluluk içerisinde o alanı dayatmaya çalışıyor. Ve bunu kanırta kanırta yaptığın zaman kutuplaşmaya zemin hazırlıyor aslında. Birçok insan da bu kutuplaşmalardan dolayı gardını alıyor diğerine karşı. Bu gardı nasıl düşürebilirsin, ona bakmak gerek.
Yerinden yönetime sık sık vurgu yapıyorsun.
Özerklik meselesini konuşurken bu sanki sadece Kürtlerin yaşadıkları bölgenin sorunuymuş gibi algılanıyor ama aslında batının İstanbul’un da sorunu. Berkin Elvan’ın cenazesinin olduğu gün mesela Gezi Parkı’na girmeye çalıştım polisle konuştuk. O da şikayetçi bu durumdan, emrin tek merkezden gelmesinden. Yanındaki başka bir sivil polis ‘ben polislerin belediye başkanına bağlı olmasını isterim’ dedi. Bu tam da bahsettiğim şey aslında. Biz Bağcılar’a özerklik diye geyik yapıyoruz ama hakikaten tek merkezden yönetimi eleştiriyorum aslında. Herhangi bir sorun varsa yerelde o sorunun muhatabı olan yerel çözebilir ancak meseleyi de.
Küçülme hedefi merkezin teşvik etmesi gereken bir şey; ama iktidarı tekelinde tutmak istiyor. Muhalefet içinde bile bunu görüyorsun. Tek merkez biziz bize gelin diyor. Hikaye sadece çoğulculuğun üzerine bir iktidar oluşturmak değil, mümkün olduğu kadar iktidarı parçalamak. Ne kadar alternatif şeyler de söylesen kişileri ön plana çıkardığın zaman iktidarı yeniden kuruyosun. Siz bu mantalite ile seçildiğiniz taktirde farklı politikalarla da olsa aynı yöntemlerle bu birimleri yönetecekseniz bir değişiklik olmayacak zaten. Eşbaşkanlık hikayesi de böyle. Neden iki eşbaşkan ki, çok eşbaşkan olsun. Bir parti yüz eşbaşkan çıkarsa aday olarak ben de o zaman onlardan biri olurdum belki. Madem sınırları aşıyorsun daha da aş.
Kazanamazsan bir dahaki seçimde tekrar aday olmayı düşünür müsün?
"Takım elbiseyle meclise gitmekle olmuyor. Eleştiri geliyor Şafak Başgan o kazak sırtından çıkmıyor diye. Üç tane kazağım var zaten, yıkaya yıkaya giyiyorum işte. Benim eleştirim biraz da bu yaşam tarzı." |
Eleştirdiğim siyasi kültürü yeniden doğuracağı için aday olmayı düşünmüyorum. O koltuğa oturup o kimliği benimseyip siyaseti meslek olarak yapmaya başlıyorsun ve sistemin parçası haline geliyorsun. Ben kazansam da iktidardan nefret ettiğim için başkanlığım bile simgesel olacak. Kendimi de eleştireceğim. Şimdiden söylüyorum: sıkılırsam gidebilirim de. Bu hikaye ancak böyle kırılır. Diğerlerinden farkımız da bu zaten. Ben kendime bir misyon yüklemiyorum. Bu işi beraber çekip çevireceğiz. Temsili demokrasi dediğin şey de bizi kesmiyor. Yaşananların ne kadar “olmadığını” görüyoruz. Biz yaşanmamış alternatif modeller düşünüyoruz. Başarısız da olabilir. Ama deneyip görmek gerek.
Ama biri bu kampanyadaki kodları anladıysa keşke bir dahaki seçimlerde aday olsa ben de onu desteklerim. Katılımcısı olurum kampanyasının.
Seçim maratonunun bitmesine az bir zaman kaldı. Kampanyanın başlangıcı ile şimdiki ruh halin arasında değişiklik hissediyor musun?
Hayatım boyunca yaşadığım bir deneyim olarak kalacak bu süre. Makara yapıyoruz ama ciddi bir deneyim biriktiriyorum aslında. Bir daha aday olmayacağım zaten o yüzden bunun geçici bir dönem olduğunu bildiğim için tadını çıkarmaya bakıyorum. Sıkılmıyorum ama mesai saatinde çalışıp sonra seçim çalışması yürütmenin yorucu bir temposu oluyor tabi.
Belki biraz aynı şeyleri tekrar etmenin yarattığı bir yabancılaşmadan biraz sıkılıyorum. Yakın çevreme de dedim bu işin Frodo’nun taşıdığı güç yüzüğü gibi olduğunu. Herkesin bir egosu var; farkında olmadan beni de çekerse içine bana mukayyet olun diye. O açıdan eleştiriler geldiğinde düzeltmeye çalışıyorum. (EY/HK)