İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW/Human Rights Watch) "'Ne Gerekiyorsa Yapın!': Suriye'de İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlarla İlgili Bireysel ve Komuta Sorumluluğu" raporu için konuştuğu Suriye ordusu ve istihbarat birimlerinden kaçarak saf değiştiren askerler, hükümet karşıtı gösterilerde yaygın olarak yaşanan hukukdışı yakalama, öldürme ve işkenceleri anlatıyor:
Deraa'daki Hava Kuvvetleri İstihbarat'ta çalışan "Mansur" Deraa'daki Hava Kuvvetleri İstihbarat'tan sorumlu komutan Albay Kusey Mihub'un birliklerine "göstericileri durdurmak için ne gerekiyorsa yapın" emri verdiğini, bu emrin ölümcül güç kullanımını da kapsadığını anlattı:
"Bize verilen emir her türlü yola başvurarak göstericilerin geri çekilmesini sağlamaktı - üzerlerine ateş açmak dahil. Ateş açmaya izin veren açık bir emirdi. Subaylar bizimleyse kimi ne zaman vuracağımıza onlar karar veriyordu. Birisi mikrofon veya pankart taşıyorsa ya da göstericiler geri çekilmiyorsa ateş ediyorduk. Birçok kez doğrudan göstericilerin üstüne ateş açmamız emredildi. Kalaşnikov ve makineli tüfeklerimiz vardı; çatılarda da keskin nişancılar olurdu."
555. Hava Alayı, 4. Tümen'de hizmet vermiş olan "Usame", Mayıs ayında Şam'ın Muademiye mahallesine gönderildiklerinde tugay komutanı Tuğgeneral Cemal Yunus'un birliklere göstericilere ateş açmaları emrini verdiğini söyledi:
"Başta, protesto gösterisi başladığında Tuğgeneral Cemal Yunus bize ateş açmamamızı söyledi. Ama sonra Mahir'den [Mahir Esad, Başkan'ın erkek kardeşi ve 4. Tümen komutanı] yeni emir geldi. Elinde bir kağıt vardı, onu subaylara gösterdi. Bunun üzerine subaylar silahlarını bize doğrulttu ve doğrudan göstericilere ateş etmemizi söylediler. Sonradan bu subaylar bana kağıtta Mahir'den gelen "ne gerekiyorsa yapın" emrinin yazılı olduğunu söylediler."
Nisan ve Mayıs aylarında Banyas, Bayda ve Basatin'de görevlendirilen "Zahir" birliğindeki subayların ve eşlik eden istihbarat görevlilerinin işgal ettikleri yerlerde nasıl gözaltı ve yağma yaptıklarını anlattı:
"Bayda'da kapıları kırıp ne istiyorsak alıyorduk. Muhaberat [istihbarat görevlileri] insanları yakalıyordu; bir bölgede çocuklarını teslim olmaya zorlamak için 10 yaşlı adamı gözaltına aldılar. Aynı şey daha sonra gittiğimiz Banyas'ta da devam etti. Basatin'de hem benim birliğim hem diğerleri, herşeyi yağmaladık. Hep para alıyorduk ama sonra ne bulursak aldık: altın, cep telefonları, elektronik eşyalar ve hatta bazen kadın giysileri bile. Muhaberatın ve bazı askerlerin bomba ya da patlayıcı arar gibi yapıp kadınları uygunsuz biçimde ellediklerini gördüm."
46. Özel Kuvvetler Alayı'nda subay olan ve İdlib kampında görevlendirilen "Salim" İdlib'deki operasyonları yöneten komutan İmad Fahid Al Jasem gözetiminde kampa getirilen tutuklulara nasıl kötü muamele edildiğinden bahsetti:
"Temmuz'dan Eylül'e kadar muhaberatın [İdlib'deki] kampa gözaltına aldıkları kişileri nasıl getirdiklerini izledim. Her protesto gösterisinden sonra genellikle 10-30 kişi saat akşam 9.00 - 10.00 gibi getiriliyordu - bu neredeyse her gün yaşanıyordu. Tutukluları sıraya diziyor, gözlerini bağlıyor, dizleri üzerine çöktürüyor ve dövüyorlardı. Küfür ediyorlar ve insanların başlarına ayaklarını koyuyorlardı. Ben dışarıda, ofisimin yanındaydım.Al Jasem'in [İdlib'teki operasyonları yöneten İmad Fahid Al Jasem] gelip tutukluları denetlemesini beklerken insanları dövüyorlardı.
"Al Jasem geldiğinde gözaltındakilere gösterilere katıldıkları için küfür ediyordu. Sonra onları yakındaki bir hapishaneye götürüyorlardı. Hapishanenin muhafızları benim birliğimden askerlerdi, o yüzden bazen oraya gidiyordum. Tutukluları orada bir geceliğine altıya yedi metrelik bir odada, aç susuz tutuyorlardı."
Nisan ortasından Eylül ortasına kadar Homs'taki bir askeri hastanede muhafız olan "Nizar" hastanede gözaltında tutulan yaralı göstericilerin nasıl dövüldüğünü ve işkenceye maruz kaldığını anlattı:
"Muhaberat ve ordu yaralıları getirdi ve acil servisin yanındaki alana boşalttı. Doktorlar ve hemşireler dahil herkes yaralıları dövmeye başladı. Hepsinin gözleri bağlıydı.
"Bahçedeki ilk dayaktan sonra hemşire ve gardiyanlar yaralıları acil servise götürüp ilk yardım yaptıktan sonra muhaberat alıp götürdü. Önce birkaç gün için hastanedeki gözaltı merkezinde tuttular; orada askeri polis yetkiliydi. Daha sonra Hava Kuvvetleri İstihbaratı gözaltındakileri arabalarıyla götürdüler. Bu uygulama hastaneye getirilen her yaralı için aynıydı. Sanırım insanlara gözaltı merkezinde işkence yapılıyordu çünkü düzeni olarak çığlıklarını duyuyordum. Ağır yaralılar yoğun bakıma alınıyor ve başlarına askeri polis konuyordu. Bazen askerler içeri girerdi ve insanların çığlık atmaya başladığını duyardım, galiba içeride yaralıları dövüyorlardı.
"Doktor Albay Haitam Osman hastanenin sorumlusuydu. Hastanenin başhekimi ona ve muhaberata insanlara işkence etmemelerini, hastanenin görevinin insanlara işkence yapmak değil tedavi etmek olduğunu söylüyordu ama kimse onu dinlemiyordu.
"Ailelerinden kimsenin içeri girmesine izin vermiyorduk. Akrabalar kapıda bize soru sorduklarında onlara 'burası askeri hastane, içeride hiç sivil yok' diyorduk." (ÇT)