12. Sosyal Hizmetleri Yeniden Düşünmek Konferansı, 8-9 Kasım tarihlerinde Kadıköy Belediyesi Barış Manço Kültür Merkezinde Friedrich Ebert Vakfı ve Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İstanbul Şubesinin desteğiyle düzenlendi.
“Krizler Çağında Sosyal Hizmetleri Açmak: Mücadeleler ve Dayanışma” başlığıyla yapılan konferansa araştırmacılar, sosyal hizmet uzmanları ve sivil toplum aktivistleri katıldı.
Ekolojik kriz, afetler, ekonomik kriz ve savaşlar karşısında sosyal hizmetlerin neler yapabileceğinin tartışıldığı konferansın birinci gününde özellikle dayanışma ekonomileri, toplumsal hareketler ve müştereklerin savunulması üzerinde duruldu.
İkinci günde ise Maraş Depremleri sonrası sosyal hizmet uzmanlarının deneyimleri ve kooperatifler tartışıldı.
Takas pazarları neden önemli?
Konuşmasında kooperatifler, takas pazarları, gıda toplulukları, çalışan dernekleri gibi dayanışma ekonomilerinden söz eden Ege Üniversitesi’nden Aslıhan Aykaç, yaşlanan, afetlerle, iklim değişikliğiyle ve ekonomik krizlerle başa çıkan çağımız toplumlarında dayanışma ilişkilerinin artan önemini vurguladı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Fırat Genç konuşmasında, tarihsel olarak ortak tarım arazilerinin varlığının köylüleri yükselmekte olan piyasa toplumundan kısmen korumuş olması gibi, güncel kentsel müştereklerin de toplumsal yeniden üretim alanının tamamen piyasaya bağımlı hale gelmesini engellediğini belirtti. Genç, ancak Türkiye’de özellikle 2001’deki ekonomik krizden beri mahalleler ve kamusal alanlar gibi kentsel müşterek alanların hızla bu niteliklerini kaybetmekte olduklarına işaret etti.
İyi Yaşam Hareketi
Müştereklerin savunulmasından söz eden bir başka konuşmacı, Kahire Amerikan Üniversitesi’nden Gerda Heck’ti. 1990’larda Almanya’daki ev işgalleri hareketine katılan Heck, göçmenler, mülteciler, öğrenciler, LGBTİ+'larda ve evsizler gibi farklı kesimlerden insanların bir araya geldiği bu harekette, kullanımda olmayan binaların işgal edilerek konuta veya kamusal alanlara çevrildiğini anlattı.
Heck, ev işgallerinin o dönemde Almanya’da kentsel yenilenme projeleri kapsamında kiraların artması ve emlak spekülasyonuna karşı, konut hakkını ve kent hakkını savunmak üzere oluşan bir hareket olduğunu belirtti.
Uzun yıllar Brezilya’da yaşayan yazar Thomas Fatheuer, konuşmasında Güney Amerika’daki “Buen vivir” (iyi yaşam) hareketini anlattı. İlk kez Bolivya ve Ekvador gibi And Dağları ülkelerinde ortaya çıkan Buen vivir hareketi, bireyin tekil olarak değil, toplum içindeki bireylerin kolektif olarak iyi yaşamasını hedefleyen bir anlayış. 2024 Dünya Sosyal Hizmet Günü’nün teması da olan Buen vivir, sadece büyümeyi hedefleyen Batılı kalkınma anlayışı ve ekolojik kriz karşısında Güney Amerikalı yerlilerin geleneksel bilgilerini, biyoçeşitliliği, paylaşmayı ve dayanışmayı vurguluyor.
Öte yandan, Fatheuer, Güney Amerika’da da yerli topluluklarla devletlerin Buen vivir anlayışlarının aynı olmadığını da belirtti.
Güney Amerika’daki toplumsal hareketlerden söz eden bir başka konuşmacı olan emekli öğretim üyesi Sibel Özbudun, 1990’larda ve 2000’lerde Meksika’da, Brezilya’da ve başka ülkelerde yükselen yerli, işçi ve topraksız köylü hareketlerinin neoliberal politikalara direndiğini, ancak bazı hareketlerin kadrolarının daha sonra devletlerin geliştirdiği sosyal yardım program bürokrasilerine katıldıklarını anlattı.
Yılmaz "Suyun Ticarileşmesini" anlattı
Boğaziçi Üniversitesi’nden Sinan Erensü, ekolojik adalet kavramına odaklanan konuşmasında, çevre hareketlerinin sadece “el değmemiş” bir doğaya dönüş talebi olarak görülmemesi gerektiğini, yaşadığımız kentsel çevredeki sorunların da ekolojik sorunlar olarak görülmesi gerektiğini anlattı. Erensü, aşırı sıcaklar, ırmakların, yeraltı sularının ve içme suyunun kirlenmesi, madenciliğin yarattığı kirlilik gibi olguların, farklı sınıflardan ve sosyal gruplardan insanları eşit etkilemediğini ve yoksulların ve çalışan sınıfların bu sorunlara daha fazla maruz kaldıklarını vurguladı.
Kassel Üniversitesi’nden Gaye Yılmaz da konuşmasında suyun ticarileşmesine karşı hareketten söz ederek, bu harekette özellikle kadınların yer aldıklarını, çünkü temiz suya erişimin ailenin bakımını üstlenen kadınları doğrudan ilgilendiren bir konu olduğunu belirtti.
Kırklareli Üniversitesi’nden Sibel Vurkun Çavdar konuşmasında, Kırklareli’nde termik santral inşasına karşı bir direnişin seyrini anlattı.
Termik santrale karşı direnişin sadece doğayı korumaya ilişkin bir hareket olmadığını, aynı zamanda bu topluluk içindeki dayanışmayı güçlendiren bir yönü olduğunu anlatan Vurkun Çavdar, sosyal hizmet mesleğinin yereldeki çevreci mücadeleleri ve yerel toplulukların güçlenmesini nasıl destekleyebileceğini düşünmesi gerektiğinin altını çizdi.
Konferansın birinci gününün son konuşmacısı Essex Üniversitesi’nden Vasilios Ioakimidis, savaşların yaşandığı günümüzde sosyal hizmetin rolünü tartıştı. Avrupa’da Ukrayna ve Gazze’deki savaşlardan etkilenenler ve mülteciler hakkında bir çifte standart oluştuğunu belirten Ioakimidis, sosyal hizmet uzmanlarının insani yardım yapmakla yetinmek ile altta yatan toplumsal eşitsizlikler ve zulüm karşısında ses çıkarmak arasında bir ikilem yaşadıklarını belirtti.
Konferansın ikinci gününde, Maraş Depremlerinden sonra Adıyaman, Hatay, Gaziantep ve sınır ötesinde Suriye’de görev yapan sosyal hizmet uzmanları ve aktivistler konuştular. Adıyaman’da 21 metrekarelik konteynerlerden oluşan konteyner kentlerde hijyen, sosyal alan eksikliği ve sağlık sorunlarından söz eden sosyal hizmet uzmanı İbrahim Halil Ekin, SHUDER’in kurduğu toplum merkezindeki faaliyetleri anlattı.
Yine Adıyaman’da Bebek köyünde Suriyeli mülteciler için kurulan kampta ise konteynerlerin tek bir odadan oluştuğu, mutfak ve banyolarının olmadığı, çok daha ağır hijyen, mahremiyet yoksunluğu yaşandığını, jandarma denetiminde dikenli tellerle çevrili bu kampa sivil toplumun giriş çıkışının kısıtlandığını söyledi.
Antep’deki Kırkayak Derneği’nden Kemal Vural Tarlan, 2011’den beri Suriye’den gelen mülteciler arasında Domların hep ayrımcılığa uğradığını anlattı. Depremden sonra ise Domlara yönelik ayrımcılığın daha da arttığını, yardımlardan yararlanamadıklarını, yaşadıkları çadırların koşullarının çok kötü olduğunu ve “kenti Çingeneler bastı” şeklinde ırkçı söylemlerin yaygınlaştığını söyledi. Tarlan, sosyal yardımların bahşedilmediğini, depremde barınma yerlerini yitirenlerin yardım almasının insan hakkı olduğunu vurgulayarak, Türkiye’de insan hakları hareketinin de mülteciler konusunda “sınıfta kaldığını” söyledi. Hatay’da görevliyken kendisi de ailesiyle birlikte depremi yaşayan sosyal hizmet uzmanı Ali Yunusoğlu oğlu, 200’den fazla konteyner kentte hala 165 binden fazla insanın yaşadığını belirtti.
"Can güvneliğimizi riske attık"
Yunusoğlua, kadınlar ve çocuklara yönelik psiko-sosyal destek programlarının olduğunu, ancak erkeklere yönelik hiçbir program olmadığını söyleyerek, ailelerini koruma ve geçindirme sorumluluğu hisseden erkeklerin aslında büyük bir travma yaşadıklarını vurgulayarak, bunun önemli bir eksik olduğunu belirtti.
4 yıl boyunca sınır ötesi görevlendirmeyle çalışan sosyal hizmet uzmanı Sinan Turunç, deprem sonrasında Suriye’nin kuzey bölgelerinde uluslararası kuruluşlardan gelen yardımların depremzede hak sahiplerine gitmesi için yoğun bir çalışma yaptıklarını, zaman zaman can güvenliği riskleri de yaşadıklarını anlattı. Turunç, zorluklara rağmen sosyal hizmetin temel ilke ve değerlerine bağlı kalarak çalışmaya önem verdiklerini belirtti.
Konferansın son panelinde, Hopa Tarımsal Kalkınma Kooperatifinden temsilciler, Hopa Çay’ın kuruluş serüvenini anlattı. Çaykur’un üreticilerin ürünlerinin sadece küçük bir bölümünü satın aldığını belirten Gökhan Şimşek ve Serhan Doğan, çay üreticilerin çok düşük fiyatlarla ve uzun vadeli ödemelerle çay satın alan özel sektörün sömürüsüyle karşı karşıya olduğunu vurguladı. Köylerde oluşturulan üretici meclisleri aracılığıyla her üreticinin eşit temsil edildiği bir yapıya sahip Hopa kooperatifi ise, bu döngüyü kırmak amacında.
Hopa kooperatifi, yereldeki üreticilerle büyük kentlerdeki tüketicileri, tüketici kooperatifleriyle ve belediyelerle işbirliği içinde buluşturmaya çalışıyor.
Nişantaşı Üniversitesi’nden Bengü Kurtege Sefer, yaptığı araştırmada incelediği kadın kooperatiflerin çoğunda, ortaklar ve yöneticiler arasındaki hiyerarşik ilişkiler bulunduğunu anlattı. Kurtege Sefer, bu haliyle kadın kooperatiflerinin piyasa ilişkilerine alternatif oluşturacak dayanışma ekonomileri oluşturamadığını vurguladı.
Eyüpsultan Belediyesi Sosyal Destek Hizmetleri Müdürü Öznur Sarıahmetoğlu ise, belediyelerin kooperatifleri desteklemek için neler yapabileceğini anlattı. Belediyelerin kadınları güçlendirmek için, kooperatiflerin nasıl kurulabileceği hakkında eğitimler verebileceğini, ayrıca kooperatiflere mekân ve altyapı desteği verebileceğini anlattı.
Sarıahmetoğlu, kooperatiflerin sadece gıda ve tarımsal üretim için değil, çocuk ve yaşlı bakım hizmetleri için de kurulabileceğini belirterek, sosyal hizmetlerle dayanışma ekonomileri arasındaki ilişkiyi vurguladı.
Ayrıca, Tepeden inme şekilde belediyelerin kadınlara kooperatif kurdurması yerine, yerindenliğe öncelik veren bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini söyledi.
(EMK)