Halen Hürriyet gazetesinde çalışan Denker, izlenimlerini "Savaş Çocukları" başlığıyla kitaplaştırdı, fotoğraflarını da Bilgi Üniversitesi'nin Taksim, Sıraselviler caddesindeki Atölye 111 salonunda sergiliyor.
Sergi, 8 Mart 2002, Cuma gününe kadar yirmi dört saat açık.
Dünyanın dört bir yanındaki savaşları sergisi ve kitabında aktaran Hakan Denker ile Bianet için konuştuk.
Sergi ve kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
Yaklaşık yirmi yıldır gazeteciyim. On yıldır da savaş muhabirliği ve savaş fotoğrafçılığı yapıyorum. Birçok savaş bölgesinde çalıştım, oradaki acılara tanık oldum, çok çaresiz kalmış çocuklar gördüm.
Çocukları gördükçe ne yapabilirim diye düşündüm ve sonunda savaşlarda çektiğim fotoğraflardan bir kitap oluşturmaya karar verdim. Bilgi üniversitesinin desteğiyle kitap çıktı. Bu kitaptaki fotoğraflardan bir de sergi hazırladık Kitapta toplam altmış altı fotoğraf var, kırk fotoğrafı sergiliyoruz.
Elma çalma imkanı yok
Neden savaş çocukları?
Çünkü; bu güne kadar savaş içinde acımasızca cezalandırılan ve hiçbir suçları olmadan, o vahşi savaşın içine itilen hep çocuklardı. Savaş ne onların isteğiyle başlıyor ne de onların isteğiyle son buluyor. Çocukların ölmesi çok kolay. Savaş makinesinin en kolay öğütebildiği yemek hep çocuklar olmuştur. İşte bu yüzden savaş çocuklarını seçtim.
Bu çalışmanızın savaşlara etkisi olabilir mi?
Sadece bir kibrit çöpü yakıyorum, yoksa var olan savaşları bitirmek gibi ütopik bir misyon yok. Sadece insanları bu konuda biraz daha bilinçlendirip, yaşadıkları dünya üzerindeki savaş manzaralarını benim objektifimden görmelerini istiyorum. Çünkü gittiğim savaşlardan çok etkilendim.
Bu bakış açısı, bu içgüdüyle ölümsüzleştirdiğim fotoğraflar görenler tarafından da paylaşılmalı.
Çocukların savaştaki psikolojisi nasıl?
Çocuklar bütün yaşamları boyunca oynamak ve dünyayı toz pembe görmek isterler ama ne yazık ki savaşın içindeki çocukların böyle bir imkanı yok. Barut kokan simsiyah bulutların altında tozlu topraklı sokaklarda yaşamak zorundalar. Psikolojileri çok farklı.
Savaşta savaşmaktan başka çaresi olmayan çocuklar bir yandan savaşıyorlar bir yandan da çocuk oldukları için oynamak istiyorlar ama oynayacakları yer yok ki...
Oynayacakları yerde kan, barut, mermi, toz, toprak... Bir komşusunun bahçesindeki elmayı çalabilecek imkanı yok, çünkü bir ağaç yok, varsa da toz toprak içinde yıllardır meyve vermiyor. Zaten böyle bir şeyi bilmiyor çocuklar. Gece yattıkları zaman tek umutları ertesi gün güneşi görebilmek.
İzlediğiniz savaşlarda çocuklarla ilişkiniz nasıl oluyor?
Buradan giderken harcamalarım için belirli bir miktar para alıyorum bunun bir kısmıyla ilaç alıyorum. Bu ilaçları gerçekten ihtiyacı olan,ilaç alamayan ya da ilaç bulamayan çocuklara veriyorum. Çünkü; bu tip yerlerde ilaç bulmak çok güç ama orada bir çok hasta çocuk var... Belki hepsini kurtaramayacağım... Bir kaçının bile olsa hayatlarını kurtarabilmek ya da hastalığını daha rahat geçirebilmelerini sağlamak benim için çok önemli.
Ayrıca, rehberim aracılığıyla onlarla çok fazla sohbet ediyorum. Neler hissettiklerini çok iyi biliyorum ama yine de yaşadıklarını birileriyle paylaşma zevkini tatmaları için onlarla konuşuyorum. Bu şekilde onlarla çok sıcak diyalog kuruyorum.
Haberlerinizde çok fazla çocuk unsuru var mı?
Hayır yok. Çünkü gittiğim savaşın politik sebepleri veya boyutları ile ilgili toplumun bilgilendirecek türden haber yapmak zorundayım.
Şu anda haber muhabirlerinin yaptığı haberlerin yüzde 45'i çocuklarla ilgilidir. Fakat içinde mutlaka politik unsurları olan haberlerdir. Örneğin Filistin Lideri Yaser Arafat'ın Ramallah karargahı kuşatıldı. Şimdi bu haberde görünüş itibari ile çocuk unsuru var mı? Yok. Evet ama abluka altına alınmış sokakta bir sürü çocuk yaşıyor.
Bu anlamda, sergi size bir şans verdi mi?
Evet, çeşitli nedenlerle haberlerime yansıtamadığım çocukları ve onların dramını, yaşamını bu kitap ve sergi sayesinde anlatabildim.
Savaşa gitmeden önce ve döndükten sonra psikolojiniz farklılaşıyor mu?
Ordayken kendimi daha dolu ve doygun hissediyorum. Adrenalin bombası patlamaları yaşıyorum ve her seferinde, "galiba Hakan bu sefer son, bir daha geri dönmeyeceksin"diyorum. Kendimi buna hazırlayarak gidiyorum. Döndükten sonrada kendimi buraya çok fazla adapte etmek istemiyorum.
Çünkü değer yargılarım fazlaca erozyona uğradığı için buradaki sosyal yaşama biraz kayıtsız olmaya çalışıyorum. Buradayken hep orayı özlüyorum, yalnız oraya gittikten sonra tabii burayı, eşimi, evimi özlüyorum. Sonuçta ben de bir insanım. Garip bir kısır döngü bu.
savaş muhabiri olarak sosyal haklarımız neler? Diğer basın çalışanları arasında sosyal haklar olarak bir ayrıcalığınız var mı?
Benim gazetedeki diğer mesai arkadaşlarımla aramda sosyal haklar olarak hiçbir fark yok. Bir polis muhabiri hangi sosyal haklara sahipse ben de aynı sosyal haklara sahibim.
Ekstra bir sosyal güvenceye sahip değilim yani. Bunu çokta fazla sorun yapmıyorum kendime. Zaten Türkiye'de yaşamak başlı başına bir risk, orada hiç olmazsa kendi aptallığım yüzünden ölürüm ya da öldürülürüm ama Türkiye'de böyle değil. Bir başkasının aptallığı yüzünden ölüyorsun burada, risk daha çok.
Sizce yeterli mi?
Yeterli değil tabii canım, olması gereken standartların altında. Batıyla kıyasladığımız zaman Batıda benimle aynı işi yapan birçok arkadaşım benden daha fazla sosyal haklara sahip, bazıları da değil.
Ama çalıştıkları toplumdaki sosyal haklar gereği yine benden daha fazla sosyal haklara sahipler. Benim ülkemde doğru dürüst sosyal bir alt yapı yok ki, çalıştığım kurumun bana böyle bir sosyal hakları sunması söz konusu olsun.
Başka ülkelerden gelen savaş muhabirleriyle ilişkiniz nasıl oluyor?
İster iç basın ister dış basın olsun, aynı bölümlerde çalışan gazeteciler birbirlerini tanırlar. Benim de yurt dışından birçok arkadaşım var onlarla da seninle nasıl bir diyalogum varsa aynı, değişmiyor.Onlarla da haberlerde paslaşma veya haber atlatma gibi birçok şeyi yaşıyoruz.
Afganistan'ı yakından gözlemleyen biri gazeteci olarak Afganistan halkının durumuyla ilgili neler söylersiniz?
Orada tek bir gerçek var: yüzyıllardır savaşan bir toplum. Eğitim düzeyi çok düşük olduğu için dış dünyadan tamamen kopmuş. Hayatta kalmak ve yaşamak onlar için savaşmak demek ya da savaşmak yaşamak ve hayatta kalmak demek. Bir iş sahibi olup sosyal bir hayat kurmak gibi kaygıları yok. O yüzden belirli bir yaklaşımları da yok. Yani insanca yaşayamıyorlar, sizin benim gibi yaşayamıyorlar.
11 Eylül olaylarındaki gerçekler medyada nasıl yansıdı?
Görsel olarak ele alırsak bizim orada gördüklerimizi bire bir aktarmak çok da mantıklı değil. Çünkü bazı etik kuralları var. Bağırsakları çıkmış, kafası kopmuş bir insan resmini size sunmanın yararı ne? Ne gibi bir estetik değeri olabilir öyle bir fotoğrafın?
Bundan dolayı böyle görüntülerin gösterilmesi doğal ve yapılması gereken bir şey ancak. Olayın haber boyutuna bakarsak bu çok zor: Çünkü dünyanın patronu Amerika. Siz böyle bir konuyu araştırırken dünyanın patronunun yatak odasına girip oradaki prezervatifleri araştırmaya çalışmış oluyorsunuz.
Bu çok zor ve böyle bir şeye izin vermezler. Ancak bazı gerçekler var tabii ki. Belli bir eğitim seviyesi ve mantığı olan herkesin kavrayacağı bazı gerçekler var. Bu da, Usame Bin Ladin'in böyle bir saldırıyı tek başına düzenleyemeyeceğidir. Paranın da tek başına yapamayacağı şeyler vardır. Bu olayda Ladin'in ne kadar parmağı varsa CIA'nın da o kadar parmağı var. Ancak bu konuda çok da kesin konuşmak doğru olmaz, çünkü gidip görmedim. (TY/NM)