Fatih Çölgeçen, profesyonel müzik kariyerine 2016 yılında Birhan Keskin'in "Taş Parçaları" şiirini besteleyerek adım atmıştı. Müziği, kendini ifade etmenin bir biçimi olarak gören Çölgeçen, "Taş Parçaları"nın ardından yayınladığı single'lar ve "Soğuk Uyku" albümüyle, tabiri caizse, bu ifade biçiminin adını koymuştu. Fatih Çölgeçen şimdi de Behçet Necatigil'in "Gece ve Yas" şiirini notalara döktüğü, aynı adı taşıyan şarkısıyla karşımızda. "Necatigil'i her okuduğumda bana hissettirdiği duygular kendi dizelerinde de yazdığı gibi 'Çekingen, tutuk, saygılı' üçgeninde birleşmiştir" diyen sanatçıyla, müziğine yansıyan ruh hâlini, müzik-edebiyat ilişkisini ve pek tabii yeni şarkısı "Gece ve Yas"ı konuştuk...
Son konuştuğumuzda, "Ben de müzik yapabilmek için ikili bir hayat yaratmak zorunda kaldım," demiştin. Son durum nasıl hayatında? Her şey yolunda mı?
Pek yolunda değil gibi hissediyorum. Belki olması gerektiği şekilde ilerliyordur, bilemiyorum ama hayattan alacaklıymışız gibi davrandığımız için sürekli bir şeyler olması gerekiyormuş şımarıklığı beni biraz tüketti sanırım.
Yine aynı röportajda bir tarafının hâlâ üzülmeye, hüzünlü olmaya çok yatkın olduğunu ve o ruh hâlini sadece müzikle yansıtmayı tercih ettiğini söylemiştin. Diğer tarafın müziğini beslemiyor mu?
Muhakkak besliyordur. Sonuçta etkiye açık varlıklarız. Bir tarafı görmezden gelirsek sonucu iyi olmayabilir. O yüzden zor olsa da kendimi her açıdan görmeyi, kabul etmeyi ve yaşamayı becerebilmeliyim. Bunu iyi yönlendirebilirsem haliyle müziğimi de bir noktada besleyecektir.
İlk şarkın "Taş Parçaları"nı Birhan Keskin'in şiirinden bestelemiştin. Şimdi de Behçet Necatigil'in "Gece ve Yas" şiirinin şarkısıyla karşımızdasın. Şiir ne zaman karşına çıktı? İlk okuduğunda neler hissettin? Şarkıya nasıl dönüştü?
Yaklaşık yedi yıl önce tesadüf eseri okumuştum. Beni sadeliği ve sahiciliği ile etkilemişti. Çünkü "Gece ve Yas" yalnızlığa, ölüme ve çaresizliğe karşı müthiş bir kabullenme halini barındırıyor. Şarkıya yakın bir tarihte dönüştü diyebilirim. Ama zaten ilk okuduğum anda sesimle birleştireceğimi hissetmiştim.
Önce "Soğuk Uyku" albümünü, sonra da "Gece ve Yas" şarkını dinledikten sonra uzun bir süredir kendini unutturan "özgün müziğin" modern varyasyonlarıyla karşılaştım diyebilirim. Buradaki "varyasyonları" da üzerine senin eklediğin sound'la sağladığını söyleyebilirim. Albüm sonrası teklilerinde ise nostaljik bir atmosfer hâkim. Plağı geriye sarmaktan hoşlanıyorsun ve sanırım bunlar senin beslendiğin müzikler. Doğru mu anlamışım?
Geçmişten, geçmişe dair iyi ya da kötü şeylerden beslenmeyi seviyorum. Bu hem müzik için hem de yaşama dair birçok şey için geçerli. Müzikal anlamda bakınca bana rehber olabilecek tonlarca malzeme var. Özgün müziği de bu yüzden seviyorum. Evet, doğru anlamışsın.
Müzik-edebiyat ilişkisini bir "keşif yolculuğu" olarak görüyor musun? Misal "Gece ve Yas"ı okumayan biri, şarkının hikâyesini merak edince Behçet Necatigil'in dizeleriyle karşılaşıyor. Ve belki bundan sonra sıkı bir şiir okuru oluyor. Bu "keşif yolculuğu" görüşüme katılır mısın?
Kesinlikle katılıyorum. Edebiyat ve müzik birbirini çok canlı bir şekilde besleyen disiplinler. İyi söz yazarlarının aynı zamanda çok güçlü okuyucular olduğuna inanıyorum. İlham aldığım noktaların en başında edebiyat geliyor. Sadece şarkı söyleyebilmek müzisyen olmak için kimilerine göre yeterli olabilir ama sanatın diğer disiplinlerinden beslenen, özellikle edebiyat ile ciddi anlamda ilgili olan bir müzisyenin derinliği, yazdığı sözlerde mutlaka vücut buluyor.
Özellikle 70'li yıllarda, müzisyenlerle şairler arasında çok sıkı bir "iş birliği" söz konusu. Dönemin şairlerinin eserlerinden bestelenmiş onlarca şarkı sayabiliriz. Sonra, malum, 12 Eylül her şeyin üzerinden geçiyor. 90'lı yıllarda pop müzik fırlıyor. 2000'lerin başında "alternatif rock" kentli insanın müziği oluyor. 2010'larda çeşitlenmeler başlıyor. Günümüzdeki yelpaze ise çok geniş. Ancak bu dönemlerin hiçbirinde, müzisyenlerle edebiyatçılar bir araya gelmiyor. Aklıma ilk gelen gruplar Pentagram, Duman, Mor ve Ötesi bahsettiğim ilişkiyi barındıran şarkılar yapıyor. Şimdi ise, herhangi bir müzisyen, grup, şairlerimizden birinin bir şiirini bestelediğinde, sanki daha önce böyle bir şey yapılmamış gibi başlı başına "haber" oluyor. Bu durumu genel olarak nasıl değerlendirirsin?
Bu durum az okumaktan, dikkatli dinlememekten ve araştırma eksikliğinden kaynaklanıyor. Türkçe sözlü müziğin tarihine, yolculuğuna biraz aşina olan bir dinleyici için bu tarz haberler şaşırtıcı gelmiyordur. Biraz deşince aslında çoğumuzun bildiği bir şarkının bir Metin Altıok, bir Gülten Akın şiirinden bestelendiğini rahatlıkla görmüş oluruz. Maalesef toplumumuzun entelektüel kapasitesi üzücü derecede düşük...
Bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsun?
Artık planlarla ilerlemek istemiyorum. Düşünmüyorum açıkçası. Yoldayım, akıştayım, hayat nasıl isterse öyle gelsin.
(BS/AÖ)