Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Türkiye'nin yakın geçmişindeki tanıklıklarına ilişkin Cumhuriyet’ten Işık Kansu ile yaptığı söyleşi dizisinin dördüncü ve son bölümü yayımlandı.
Kanadoğlu, “Cumhuriyetin savcısıydım” başlıklı dizinin son bölümünde Ergenekon sürecinden bahsetti ve gelecek seçimlere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
“Ortak aday kamuoyu araştırmasıyla belirlenmeli” başlığıyla yayımlanan son bölüm şöyle:
Ergenekon yargılaması
Ergenekon kumpasında 10. dalga içine beni de kattılar. Adeta bir kara mizahtı. Kent Otel’de toplanıyor ve gizli örgüt toplantısı yapıyormuşuz. Düşünün; o gizli örgüt toplantısına koruma polislerimizle gidiyoruz, orada yediğimiz yemek sırasında bize hizmet eden garsonlar var. Böyle bir kepazelikle bir komplo altında kaldık.
Bugün o kumpas gündeme geldiğinde çok rahat “Aldatıldık” denebiliyor. Aslında kimsenin aldatıldığı filan yok; herkes farkındaydı zaten. Kumpas ortak yapıldı, birlikte yapıldı. O kumpas devam ediyor... Örneğin, 104 amiral açıklaması gibi. Ama bu kumpasların, her defasında daha boş olduğu ortaya çıkmakla birlikte, belirli kişilere, belirli düşünce sahiplerine büyük baskı kurulduğundan da hiç kuşku yok. Bu nasıl önlenir? Önümüzdeki seçimler kader seçimidir.
Kanadoğlu ve Ergenekon:
Kanadoğlu'nun Ankara'daki evinde 7 Ocak 2009 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında arama yapılmıştı. Kanadoğlu'nun evinin aranmasının ardından geçen yaklaşık 1 yıllık süre içinde ifadesi alınmamış, bu durum II. Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından avukat Levent Göktaş tarafından da gündeme getirilmişti.
İkinci "Ergenekon" davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine savcılık tarafından gönderilen yazıda, Kanadoğlu'nun evinde arama yapıldığı ve hakkındaki gizli soruşturmanın halen sürdüğü bildirilmişti.
Kanadoğlu, soruşturmayı yürüten savcılığa 8 Ocak 2010’da ifade vermişti.
İddianamede Kanadoğlu ile ilgili arama kararına ilişkin şu ifadeleryer alıyordu:
“Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar, 17.05.2006 tarihinde Danıştay 2. Dairesi'ne yönelik silahlı saldırı sonucu Yüksek Hakim Mustafa Yücel Özbilgin'in öldürüldüğü, iki Yüksek Hakimin yaralandığı saldırı, 13 Haziran 2007 tarihinde İstanbul Ümraniye'de 27 adet el bombasının ele geçirilmesi, 26.06.2007'de Eskişehir'de yapılan operasyonda 12 el bombası, iki uzun namlulu silah, 11 kilo C-3 ve 11 kilo TNT patlayıcılarının ele geçirilmesi, birçok şüphelide devletin güvenliğine ilişkin gizli belgelerin bulunduğu, Yargıtay mensuplarına yönelik suikast planlarının ele geçirildiği, Başbakan, birçok gazeteci ve yazara karşı şok suikastların planlandığı, örgüt mensupları ile irtibatlı olduğu şüphelinin adreslerinde bulundurması muhtemelen delil ve dokümanlara el konulması.”
Kader seçimi
Bu kader seçiminin mutlaka güvenlik içinde yapılmasının sağlanması gerek. Eğer bu sağlanabilir ve bu ucube tek adam rejiminin iktidarı seçim yoluyla değişirse, ülke görece, huzura ve güvene kavuşur. Şimdi özveri; kişisel ihtirasların, gelecek için arzulanan makamların bir tarafa bırakılmasını gerektiriyor. Seçmeni tıpış tıpış değil, şevkle, heyecanla ve umutla sandığa götürecek ve ona sahip kılacak; yenilgiye değil, yengiye alışık, genç, dinamik, güven veren ve karşı ittifaktan bile oy alabilecek inanılır ve güvenilir, kamuoyu araştırmalarıyla belirlenecek bir ortak adaya ihtiyaç vardır.
Zamanında seçim için zaman var diyenlerin erken veya baskın seçim olasılığının zamanı yetersiz kılacağını göz ardı etmemeleri gereklidir. Millet İttifakı’nın, Türkiye’nin kader seçimi ve geleceği üzerinde kumar oynama hakkı ve lüksü yoktur.
Dürüst ve adil seçim
Önümüzde bir erken ya da baskın seçim görünüyor. Sayılan oldu bittilere karşı sessiz kalan, yeterli ve etkili tepki göstermeyen muhalefet partilerinin, olabilecekleri şimdiden önlemenin yollarını araması gerekiyor. Aslında bu erken seçim, bir kader seçimidir. Çünkü ya gerçek bir çağdaş demokrasi sağlanacak; laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olacağız ya da yurttaş olmaktan çıkıp bir otoritere biat etmiş Ortadoğu ülkesi haline geleceğiz.
O halde bu kader seçiminin dürüst ve adil yapılışı herhalde seçimin kendisi kadar önemlidir. Ancak, herkes sanki her şey normal olacakmış gibi hesap ediyor. Ekonomi, eğitim, kültür-sanat, dış politika çökmüş; dini siyasete alet etmek serbest, yargı bağımsızlığı yok; YSK de zaten o bağımlı yerlerden seçilerek geliyor.
Seçim güvenliği mutlaka sağlanmalı
Peki, bu durumda ne yapacağız diye şimdiden düşünmek gereklidir. Yani seçimin güvenliği, seçimin kendisi kadar önemli. Bu nasıl yapılır? Eğer çağdaş demokrasiyi kurma niyetindeyseniz, öncelikle bu kader seçiminin güvenlik içerisinde yapılmasını sağlamak gerekiyor.
Seçim gününün açıklanmasından oy verme gününe kadar parti devletinin devlet partisine maddi manevi her türlü olanağı aktaracağında kuşku yoktur. Seçmen kütüklerinin ve listelerinin hazırlanması anayasaya aykırı olarak İçişleri Bakanlığı’nın Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenmekte, sayılan oylar Adalet Bakanlığı’nın UYAP sisteminde toplanmaktadır.
YSK’nin geçmiş eylemleri
SEÇSİS sistemi ayrı bir kuşku konusudur. RTÜK, Anadolu Ajansı, TRT, geri dönmeyen devlet bankası kredileri ile kurulan yandaş medya, seçim öncesinde ve sırasında iktidar partilerinin yanında olacaktır. YSK’nin geçmiş eylemleri, geleceğin teminatıdır. (Sabih Kanadoğlu YSK geçmişini “Türkiye’nin kaderi 1999 yılında değişti” başlıklı bölümde anlatmıştı.)
Seçmen listelerinin binalarda oturanlar üzerinden değil, soyadına göre düzenlenmesi, denetleme yönünden ayrı bir sorundur. Geçici koruma altındaki Suriyeli, Afgan, diğer ülke vatandaşlarından kaçının T.C. vatandaşlığına alındıkları ve kimlikleri belli değildir. Çare, muhalefet partilerinin güç birliği ve iş bölümü yapmalarındadır. Seçmen listelerinin kontrolünden seçmenin sandığa ulaştırılmasına ve oylara sahip çıkılmasına kadar özverili, bilgili ve deneyimli yurttaşların varlığı sağlanmalıdır. Son İstanbul seçimlerinde Sayın İmamoğlu, Kaftancıoğlu, Kavuncu iş birliği ve sonucu, önümüzdeki seçimlerde tüm ülke için alınacak önlemlere örnek olmalıdır.
Parlamenter sistemin karikatürüyle olmaz
Çok büyük zarara uğratılmış olan Cumhuriyetin onarılıp onarılmayacağına gelince... Akıllı davranırsak onarabiliriz. Hemen parlamenter demokrasiye dönülebileceği gibi bir beklenti yaratılıyor. Bu kolay bir olay değil, çünkü anayasa değişikliği gerektirir. Anayasa değişikliği de TBMM’de 360 oy gerektirir. Seçimlerde büyük bir tsunamiyle TBMM’de 360’ı bulur ve halka götürülebilecek bir anayasa değişikliği yapabilirsiniz.
Şimdi söylenen şu: Tarafsız cumhurbaşkanı seçelim. Onun altında bir Bakanlar Kurulu benzerini kuralım, içine parti liderlerini alalım, başbakan benzerini görevlendirelim. Bu sistemin gerçeğini kurmadan, anayasasını değiştirmeden, bunun karikatürüyle başarıya ulaşılmaz. Çünkü, başbakanlığa getireceğin kişi, başbakanlığın ne sıfatını ne yetkisini hiçbir yerden alamaz. Anayasamızın 6. maddesine göre “Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” Anayasada böyle bir kaynak yoksa anayasaya dayanmayan bir güç koyuyorsunuz demektir. Anayasa dışı kurulacak bir yöntemle başarı sağlanamaz.
Başka bir yol yok
O halde yapılacak iş, öncelikle Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilecek kişi, yukarıda sıraladığımız niteliklerde bir kişi olmalıdır. İkincisi, bu aday, Türkiye’yi bugünkü hale getiren süreci ortadan kaldıracak yetkiyi kullanma gücünü, cesaretini gösterecek bir kişi olmalıdır. Yani, parlamenter rejime geçecek süreç içerisinde AKP döneminde çürütülmüş, yozlaştırılmış, çökertilmiş kurumları ve kuruluşları; laik, demokratik Cumhuriyete bağlı liyakatli kadrolarla değiştirmek olanaklıdır.
Bu işlem, parlamenter rejime geçişle olacaksa nasıl olacağını izah edemezsiniz. Ne süre bakımından ne de yetkileri bakımından. Bu düşünce kimsenin hoşuna gitmeyebilir, eleştirilebilir ama bunun başka yolu yoktur. Liyakat dışında devletin kurumları belirli bir ideolojinin egemenliği altına alınmışsa parlamenter rejim içinde tasfiye edilemez. O halde bir Cumhuriyet kurum ve kuruluşu, bugün nasıl bir cemaat, mezhep, tarikat ve parti yapısı haline getirildiyse olması gereken haline de ancak o yetkilerle getirilebilir. Kader seçimini kazanan; laik, demokratik, sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti olacaktır.
(TP)
Söyleşi dizisinin diğer bölümleri: