El Ezher ve Darül-Ulum'dan mezun olan babam bana, Allah'ın, adalet, özgürlük, sevgi, rahmet olduğunu öğretmişti ve beni karma eğitimin verildiği bir tıp fakültesine gönderdi. Doğru ahlakın, insanın yaşam biçimi, işini mükemmel yapması, yaratıcılığı, kadın olsun erkek olsun genel ve özel sorumluluk taşıması olduğunu öğretti.
Babam, son 30 yıldır siyasi gücü, uluslararası bazda Amerikan-Siyonist hegemonyanın yerel bazda Arap diktatörlerin yükselişiyle birlikte artan terörist azınlığa değil, Müslüman ve Arap ülkelerindeki aydınların çoğunu içine alan İslam dininin en büyük ekolüne bağlıydı.
Geçtiğimiz günlerde kadının başını örtmesi etrafında dönen sıcak bir çatışmaya sahne olduk. Kadının başörtüsü büyük bir siyasi sorun; Arap ülkelerinde, Fransa'da siyasi partilerin ve cemaatlerin etrafında çekiştiği büyük bir seçim manevrasına dönüştü. Hatta Britanya ve ABD de kadının başının örtüsü etrafındaki bu çatışmaya dahil oldu.
Fransız hükümeti, okullarda dini kimliği açık şekilde ifade eden sembol ve kıyafetleri yasaklayan bir yasa tasarısı hazırlattı. Bu tasarı Yahudi kippası, Hıristiyan haçı ve İslami başörtüyü kapsamakta. Chirac ve Fransa'daki destekçileri böyle bir yasanın farklı dinlere mensup Fransız halkından büyük kitleleri hoşnut edeceği düşüncesinde.
Bu kitleler evlatlarının ve kızlarının siyasi tahriplerden veya dini taassuptan uzak insancıl bir iklimde eğitim almalarını istiyor. Dolayısıyla böyle bir karar önümüzdeki Fransa seçimlerine olumlu etkisi olacak ve fakirliğin, işsizliğin ve gençler arasında uyuşturucu tüketiminin artması sebebiyle Chirac'ın sarsılan halkçılığını düzeltecektir. Oysa tüm bunlar küreselleşme, neo-liberalizm, kâr ve işçi sınıfının sömürülmesiyle kalkınan kapitalizm denen sistemin sonuçlarından bazılarıdır.
Chirac, Irak savaşı konusunda siyasi ve ekonomik çıkarlarından dolayı Bush ve Blair'le anlaşmazlığa düşmüştü. Emperyalist büyük devletler arasındaki bu çekişme bilinen bir durum. Bugün yaşanan aslında yeni bir şey değil.
Çocukluğumda Almanya ve Fransa'nın Mısır toprakları için çatıştıkları İkinci Dünya Savaşı'na şahit oldum. Ardından 1948'deki Filistin savaşını ve İsrail devletinin nasıl kurulduğunu gördüm. Sonrasında Mısır'a üçlü saldırı olarak adlandırılan 1956 savaşını. Zira Mısır üç orduyla -Britanya, Fransa ve İsrail- savaşıyordu ve dördüncüsü perde arkasındaki ABD'ydi. Ardından 1967 ve 1973 savaşları, 1991 Irak'a karşı Körfez Savaşı ve 2003'te Irak'ın ABD, Britanya ve Siyonistlerce işgal edilmesi geldi.
Büyük devletler arasındaki bu ekonomik siyasi çekişmeye kadının başörtüsü de girdi. Britanya ve ABD geçtiğimiz günlerde Chirac'ın tutumunu kız öğrencilerin kişisel özgürlüklerine saldırı olarak görerek eleştirmekte hızlı davrandılar.
Bu, aynı zamanda tüm dünyada milyonlarca kişi tarafından lanetlenen Bush ve Blair'ir önümüzdeki seçimlerde biraz daha oy kazanmak için giriştikleri siyasi bir manevradır.
Bush ve Blair'in, kız öğrencilerin başlarını örtme özgürlükleriyle övündükleri bir zamanda orduları, Irak halkından binlercesini öldürmekte, başta petrol olmak üzere ekonomik kaynaklarını yağmalamakta, Amerikan- Britanya-Siyonist medyası, ülkelerimizdeki bilinci zayıflatmak, kadının özgürlüğünü savunmak adı altında ekonomik ve siyasi amaçlarını gizlemek için önemli rol oynamaktalar.
Taliban'ı ABD silahlandırdı
Bilinci zayıflatmanın en büyük hamlesi ise insanlara Amerikan ordusunun, Afgan kadınlarının Taliban yönetiminden veya Iraklı kadınların Saddam Hüseyin yönetiminden kurtarılması için Afganistan ve Irak'ı füzelerle ve bombalarla vurduğu yanılgısını aşılamaktır.
Herkes çok iyi biliyor ki yabancı işgal, hiçbir halkı özgürleştiremez, Afgan ve Iraklı kadınların durumu yabancı işgal sonrası daha da kötüleşti ve bu kadınlar şimdi Amerikan-Britanya- Siyonist emperyalizmini kovmak için direniş hareketine katılmaktalar ve terörist Taliban yönetiminin Amerikan hükümeti tarafından desteklendiğini ve silahlandırıldığını çok iyi bilmekteler. Saddam Hüseyin gölgesindeki Irak hükümeti açısından da durum aynı...
Peki kadın nasıl kendisine karşı durmakta?
Eylül 2003'te New York'taki bir toplantıda bazı Iraklı kadınlarla karşılaşmıştım. Amerikan askerlerinin Irak'ı işgaliyle Irak kadınlarının kurtulacağını sevinerek anlattıklarında dehşete düşmüştüm. Kahire'de ve Paris'te bazı örtülü kızlar Fransız hükümetinin çıkarmakta kararlı olduğu devlet okullarında başörtü takılmasını yasaklamayı öngören yasayı protesto ederek gösteri düzenlediler ve 'Başörtü sembol değil, inançtır' şeklinde bir sloganı yükselttiler.
Oysa İslam'ın temel kaynağı Kuran'da kadına başını örtmesini dayatan tek bir ayet dahi yer almıyor.
Kadının başının gizlenmesi düşüncesinin kaynağına yönelik herhangi bir araştırma bizleri İslam dinine değil Yahudiliğe götürecektir. Talmut'ta şöyle diyor: "Kadının çıplak saçı çıplak bedeni gibidir." Yahudi felsefesi kadının (Havva'nın) bilinen bir ağaçtan yediği için günahkâr olduğu esası üzerine kurulu.
Dolayısıyla kadının başı -veya aklı- günah ve rezalete teşvik edici bir unsur. Bu yüzden başının kesilmesi ya da başsız bir beden haline gelecek şekilde başının gizlenmesi gerekmekte. Yahudi diyanetinde kadın eksiktir ve onu eksik kılan başı-aklıdır. Fakat evlendiği zaman eksiksiz hale gelmektedir kadın.
Çünkü eşi onun başı veya aklı olmaktadır.
Her sabah Yahudi erkek şöyle dua eder: "Ey Allahım beni kadın değil de erkek yarattığın için sana şükrederim." Bu düşünceler, eşleri ve kızları üzerinde kontrol kurmak isteyen bazı Hıristiyan ve Müslüman erkeklere ulaşmış olup dini, bu kontrolün aracı olarak kullanma girişimidir. Siyasi köktenci akımların yükselişiyle birlikte kadınların akıllarına düşman olan, Yahudilikten ve klasik köle düzeninden kalmış bazı düşünceler artış gösterdi.
Başörtü veya kadının başının örtülmesi bu düşüncelerden bazılarıdır. Paris'teki gösteride bacakları açık şekilde veya vücut hatlarını gösteren dar pantolon giyerek başlarına eşarp takmış kızlar dikkatimi çekti. Kahire'deki gösteride ise kot pantolon giymiş, yüzlerini ithal tozlarla, Fransız göz sürmeleriyle, yanak ve dudak rujlarıyla kirletmiş, Coca-Cola ve Pepsi içen kızlar gördük. Gösteri sonrası bazıları, Nil'in kenarına gidip erkek arkadaşlarıyla beklenmedik duygularla, birbirine tutunmuş eller ve gözlerle oturmaktalar.
Ülkelerimizde kadınlar bir yandan Amerikan tüketim ticaretinin diğer yandan dini şekilciliğin değerlerinin kurbanıdır. Ayrıca 'aklın örtünmesi' olarak adlandıracağımız ve saçın örtünmesinden daha tehlikeli olan bilinç zayıflatılmasının kurbanıdırlar.
Çünkü aklın örtünmesi görülmemekte, çelişkili ve deforme olmuş bir yola sebebiyet vermektedir. Erkek ve kadın olarak gayretlerimiz, başta Amerikan ve İsrail malları olmak üzere yabancı ürünleri boykota yönlendirmek olmasına rağmen gayretler kızların Fransa'daki örtüsü etrafındaki çatışmaya çevriliyor.
Fransa'da veya Arap ülkelerinde kadınların başının örtülmesi, bizleri işgal güçlerini kovmamızı veya ekonomik güçlerini vurmamızı sağlamaz. Aksine bu yabancı güçlerin artmasına, askeri olarak bizleri vuran ve kaynaklarımızı yağmalayan bu ülkeden daha fazla ithal mal tüketmemize yol açacaktır.
Boş bir halka içinde dönüyoruz ve yerli uluslararası despotizmin gölgesinde yaşadıkça içinden kesinlikle çıkamayız. İşte kadınların sesi böyle kısıldı. Arap ülkelerindeki askeri ve ekonomik savaşların artması, devlet ve küçük aile içinde erkek şiddetinin artmasına yol açtı.
ABD-İsrail devlet terörünün bu yeni dalgası, genelde ve özel olarak erkeğin kadınla ilişkilerinde şiddetin artmasına sebebiyet verdi. Arap erkeği uluslararası ve yerel bazda yenilmişlik duygularına kapıldı. Bu duygular erkeklerin ruhundaki korkuları artırdı ve korku, devlet içinde daha fazla şiddete yol açtı. Böylelikle güçlü zayıfı vurdu, aile içi şiddet arttı.
Fakirlik arttıkça kadınlar ezildi
Kadının erkeğin kontrolüne boyun eğmesi, kadınlar arasındaki fakirlik ve işsizlik sebebiyle artış göstermekte. Kadın, küreselleşme, artan özelleştirme, fabrikaların sürekli olarak kapatılması ve işsizliğin artması sebebiyle çalışma sahasından dışlanmaktadır.
Savaş ve barış yıllarında faturayı erkeklerden çok kadınlar ödemektedir. Bir lokma ekmek için Arap kadınlar arasında göç oranında artış yaşandı. Sağlık ve çevre açısından tehlikeli yerlerde ucuz işçiliğin avı oldular. Fahişe ve eğlence aracı rolündeki bedenleriyle uluslararası ticaretin kurbanı haline geldiler.
Kadınlar arasındaki işsizlik ve fakirliğin artmasıyla ailenin erkeğine ekonomik bağımlılıkları artmakta. Zira kim harcama yapıyorsa egemen de o. Arap hükümetleri, örneğin Mısır'da Amerikan-Siyonist hegemonyaya artan bağlılıkları sonucu meydana gelen ekonomik başarısızlıklarını zayıf nedenlerle pazarlamaktalar. Kadının çokluğunu veya artan nüfus oranını, fakirliğin ve işsizliğin artması, eğitim, sağlık ve kamu kuruluşlarının kötüleşmesinin sebebi olarak sunmaktalar.
Siyasi zayıflıkları nedeniyle kadınlar üzerindeki ekonomik, askeri ve sosyal tehlikeler erkekten daha fazla. Mısır parlamentosundaki kadın üye oranı yüzde 2 ve bu oran başkentten uzaktaki il ve belediye meclislerinde daha da aşağıda.
Tüm bunlara rağmen kadınlar, uluslararası ve bölgesel yenilgilere karşı direnişten vazgeçmediler. Yüz binlerce kadın, askeri ve ekonomik savaşlara karşı uluslararası ve yerel gösterilere katıldı. Son yıllarda bu savaşların vahşet derecesi, kitle imha silahları üretimindeki gelişmeler sebebiyle arttı.
İsrail 200'den fazla nükleer bombaya sahipken Arap ülkeleri tek bir nükleer bombaya sahip değiller ve İsrail, nükleer silahını ABD, Britanya, Fransa ve diğerler büyük devletlerin yaptığı gibi sürekli olarak geliştiriyor.
Medya ikiyüzlü
Arap kadınları dünya kadınlarıyla birlikte, terörü ABD ve İsrail devletleri değil de onların işgallerine direnen halkçı hareketler olarak resimleyen, kitle imha silahlarının bu iki ülkede değil de Irak ve diğer küçük ülkelerde bulunuyormuş gibi lanse eden medyanın ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarmada rol oynadı.
Amerikan askeri güçleri, kaynaklarını yağmalamak ve siyasi olarak dünya üzerinde kontrol sağlamak amacıyla 120 devlette mevcut şu an. Irak'taki 1991 savaşının maliyeti 61 milyar dolardı ve ABD bu rakamdan sadece 7 milyar doları ödedi. Başka ülkeleri ise savaşın maliyetini ödemeye mecbur bıraktı. Bugün ise başka devletleri Irak'ta süren savaşın maliyetini ödemeye zorlamakta.
Fakat yarısını kadınların oluşturduğu uluslararası halkçı gösteriler, yeni Amerikan dünya düzeninin ayıplarını, ikiyüzlülük üzerine kurulu medyasını ve bilinç zayıflatmalarını su yüzüne çıkardı. Kadınlar geçen iki yıl Brezilya'da Porto Aligari'de yapılan ve bu yıl Hindistan'ın Bombay kentinde gerçekleştirilen Dünya Sosyal Forumu toplantılarına katıldılar. Bu forum, küreselleşme ve neo-liberalizme karşı direnişte önemli rol oynamaktadır.
Kadını ve erkeğiyle bu halkçı güçler ikinci bir kutup gibi Sovyetler'in çökmesiyle dünyada tek kutbu temsil eden Amerikan süper gücüne direnebilecek bilinçli ve organize büyük bir siyasi güç haline gelmiştir. Bu büyük yeni halkçı güçle daha adil, özgür, barış ve sevgi dolu yeni bir dünya yaratılabilir. (NES/NM)
* El Hayat gazetesinde yayımlanan bu yazıyı, 30 Ocak 2004 tarihli Radikal gazetesinden aldık.
* NEVVAL EL SAADAVİ: Londra'da yayımlanan El Hayat gazetesi, romanları Türkçeye de çevrilen Mısırlı feminist yazar, 21 Ocak 2004