Ruşen Çakır'ın "Ayet ve Slogan" adlı kitabı 1990'da yayınlandı. Kapak yazısında şöyle diyordu: "Son yıllarda Türkiye gündemine yerleşen İslami hareket üstüne çok az şey biliyoruz. Bu bilgilerimizin çoğu da yanlış". 15 Temmuz sonrası, Gülen Cemaati İslami hareket değil, ezber cümlesi bize belletilmeye çalışılıyor. Bu savı öne sürenlerin çoğunluğu İslami hareket içinden konuşuyor.
Ruşen Çakır kapaktaki cümlesini ülkenin sol-sosyalist cenahına yönelik kurmuştu; 15 Temmuz sonrası yapılan açıklamalar, bizzat İslami siyasi hareketlerin de kendilerini çok tanımadığını gösterdi. "Aldatıldık", "Meğer şöylelermiş, meğer böylelermiş" açıklamaları ve bizzat Gülen Cemaati içinden zaman içinde kopmuş "itirafçıların" anlatımlarıyla Cemaati "yeniden" öğreniyor ve büyük bir tasfiye hareketini izliyoruz. Oysa Ruşen Çakır 1990'dan, hatta kitabın hazırlık dönemi de katıldığında daha öncesinden beri etkin "İslami oluşumlar (tarikatlar, partiler, ekoller, çevreler...) hakkında" yazıyor, çiziyor. Çakır'ın çalışmalarını okuyanlar için anlatılanların birçoğu yeni değil, bir çoğunun da çarpıtılarak aktarıldığı sır değil.
15 Temmuz sonrası yaşananları nasıl okumamız gerektiğini; aslında neler olduğunu ve kısmen de bizi nelerin beklediğini gazeteci-yazar Ruşen çakır ile konuştuk.
Gülen Cemaati’ni yıllardır gazeteci olarak takip ediyorsunuz, 15 Temmuz’daki gibi bir darbe girişimi bir hamle bekliyor muydunuz?
Hayır, böylesini beklemiyordum. Bir hamle yapmalarını bekliyordum ama açıkçası böylesine büyük ve iddialı bir şeye kalkışmalarını beklemiyordum. Orduda var olduklarını biliyordum, bu kadar yaygın olduklarını bilmiyordum. Bildiğini söyleyenlerin çoğu 15 Temmuz öncesi bu konuda yazıp çizmiş insan da çok yok. Sonradan “Belliydi zaten” diyen çok oldu. Ben Cemaat’in bir şeyler yapacağını söyleyen biriyim ama bu darbe girişimi beni şaşırttı açıkçası. Olaylar yatıştıktan sonra şimdi anlamlandırabiliyorum ama bu kadarını beklemiyordum.
Gülen Cemaati’nin devlette örgütlenmesi konu edildiğinde genellikle emniyet ve yargı öne çıkardı. Sizin beklediğiniz daha sivil bir hareket miydi? Ne tür bir hamle bekliyordunuz?
Aslında şunu söylemek istiyorum: Orduda oldukları biliniyordu ama ordu yoluyla darbe yapabilecekleri çok ortada değildi. Burada darbeye girişmek için birbiri içine geçmiş iki neden var. 30 Ağustos’ta yapılacak Yüksek Askeri Şura’da Cemaat'in büyük ölçüde tasfiye olma ihtimali vardı. İkincisi Cemaat’in Erdoğan ve AKP karşısında verdiği savaşı kaybetmekte olması. Son bir hamle olarak bunu yaptıkları anlaşılıyor. Anladığım kadarıyla başarılı olacaklarına da ciddi bir biçimde inanıyorlardı. Şimdi insanların kalkıp “Bu ne saçma sapan darbe” demeleri hikaye. 15 Temmuz gecesi yaşananlara baktığınızda asker ve polisle birlikte ellerindeki gücü yığmışlar, hazırlık da yapmışlardı kendilerince. Ama bir şekilde başarılı olamadılar, iyi ki de olmadılar.
Ama ben mesela 1980 darbesini hatırlıyorum. Asker Türkiye’nin her yerinde aynı anda öyle kalabalık bir biçimde el koymuştu ki, karşı durmanın bir yolu yoktu. 15 Temmuz gecesi darbeye girişen asker sayısı size yetersiz gelmedi mi?
Belli bir kadronun üstüne ulaşamamışlar. Ulaşabildikleri de anladığım kadarıyla işbirliği çerçevesindeydi. Yani en üst düzey generaller arasında doğrudan cemaatçi çok yok. Biraz daha bekleselerdi; belki 4-5 sene kadar bekleselerdi, şimdi darbeci olan tuğgeneral ve tümgeneraller, korgeneral belki de orgeneral olacaklardı. Belli ki bu hamlenin 15 Temmuz’da yapılması Fethullah Gülen’in karar verdiği bir şey.
“Ayet ve Slogan" 1990'da yayınlanmıştı. O yıllardan beri Gülen Cemaati’ni ve diğer cemaatleri takip ediyor, inceliyorsunuz. Şu an AKP iktidarı 15 Temmuz darbe girişiminin içinde olan ve bir şekilde destek verenleri, devletten uzaklaştırıyor. Az bir sayı değil. "Yerlerini kim dolduracak diğer cemaatler mi" kaygısı var. Siz ne diyorsunuz?
Gülen Cemaati’nin insan sayısı diğer cemaatlerin insan sayısının çok altında. Ancak nitelikli insan sayısı diğerlerinin toplamının çok üzerinde. Çok parlak, özel olarak yetiştirilmiş, yerleştirilmiş insanlar bunlar. Dolasıyla bu ciddi bir fark. Ne deniyor; Gülen Cemaati’nden boşaltılan yerler diğer cemaatlerden doldurulur mu? Doldurulamaz. Bazı cemaatler var çoğu esnaftır, bazı cemaatler var ticaretle uğraşanlar vardır orada. Şimdi İsmailağa Cemaati’nden mesela, çıkartsanız çıkartsanız kaç tane hakim, savcı ya da subay çıkartabilirsiniz? Herhangi bir cemaat yetiştirdiği çocukları devlete yerleştirmeye şu an karar verse, beş-on sene sonra alt düzeyde memur olarak girmiş olur. Ama zaten baktığınız zaman böyle bir hareket yok. Hadi diyelim ki, böyle bir niyetleri olsun; Türkiye’deki tüm cemaatler üniversiteye giden çocuklarını hukuk fakültesine gönderdiler. Bu çocuklar mezun olduklarında ilk seçenek daha çok para kazanabilecekleri avukatlığı seçer. Hadi diyelim seçmedi ya da büro açacak olanak bulamadı, savcı ya da hakim olmaya çalışabilirler. Ama Gülen Cemaatindeki işleyiş böyle değildi. Çocukları hukuk fakültesine yerleştirirken zaten baştan hakim ya da savcı olmaları için hazırlıyordu. Zaten soruları önceden alma şansları da vardı. Şimdi açığa alınan ya da gözaltına alınan binlerce savcı ve hakimden bahsediliyor değil mi? Çünkü Gülen Cemaati başından itibaren devlete kadro yetiştirmek için kurgulanmış bir hareket ve 40 yılı aşkın sürede bu noktaya gelmiş. 40 yılda bu noktaya gelmiş kadronun boşluğunu 40 günde dolduramazsınız, hatta 4 yılda da dolduramazsınız. Dolayısıyla şu an çok ciddi bir mesele var. Yapılması gereken cemaat arayışına girmeden liyakat esasıyla kadroların yeniden doldurulmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti Alevilere negatif ayrımcılıktan vaz geçerse sorun büyük ölçüde hallolur. Keza Kürtlere, sol eğilimlilere olan tavrını değiştirirse sorun çözülebilir. Aksi durumda ülkücülere ya da AKP’ye yakın insan kaynağına başvurmaktan başka seçeneği kalmaz. Bu kaynak nicelik olarak fazla olabilir ama nitelik olarak o kadroları dolduramaz.
Öyle görünüyor ki operasyonlar bittiğinde devletin neredeyse üçte birini boşaltmış olacaklar. Bu çok büyük bir rakam, kısa sürede nasıl çözmeyi planlıyorlar?
Bir kere memur sayısını azaltacaklar. Zaten öteden beri Tayyip Erdoğan’ın istediği bir şeydi. Yani giden insan kadar memur alımı yapılmayacak. Memur kanunu değiştirecekler. Memur sayısında şişme olduğundan şikayet ediyorlardı, kamu harcamalarını kısmak gibi dertleri vardı. Daha az memur alacaklar. Bunların da güvenebilecekleri insanlardan arayacaklardır ama “güven” meselesinin ne kadar güvenilmez bir şey olduğunu Cemaat ile gördüler. Onun için bunu nasıl yapacaklar, açıkçası bilmiyorum. Ama “onların yerine İsmailağa cemaatini, Menzilcileri alalım” gibi bir yaklaşıma gidileceğine ihtimal vermiyorum. Tamam olabilir desek bile arada şöyle bir fark var: Gülen Cemaati mensupları devlette birey olarak var olmadılar, bulundukları yerlerdeki hiyerarşinin dışında bir hiyerarşiye tabi oldular. Diğer cemaatlerden devlet içinde insanlar vardır. Ama Gülen gibi hareket değil bunlar, öyle bir dış hiyerarşiye tabi olmazlar. Yani , “paralel” olarak adlandırılıyor ya öyle bir yapılanmaya gitmelerinin ne ihtimali var, ne niyetleri var, ne de olanakları… Ve de Tayyip Erdoğan artık buna izin veremez.
Ama sonuçta bu operasyonlar sonrası devlette bir değişim olacağı belli. Devlet denilen mekanizmanın işleyişi kurucu bir ideoloji, bir fikir birliği üzerinden işler. Şimdi şöyle bir görünüm var iktidar partisi devletin üst kademesi dahil kadroları boşaltıyor yerine kendine yakın isimlerle yeni bir yapılanma oluşturuyor…
İlk akla gelen bu. Ama bugün yapılan üçlü zirve, Yenikapı mitingi, Saray’a muhalefet liderlerinin çıkması gibi olaylar, Tayyip Erdoğan’ın ve AKP iktidarının 15 Temmuz öncesinde olduğu gibi kendi başına hareket etme kapasitesi ve niyeti olmadığını gösteriyor. Tabii ki bu HDP’yi dışlıyor olması nedeniyle baştan sakat bir şey ama, yine de HDP dışında bir çoğulculuk arayışı var. Bu ne kadar sürer, ne kadar etkili olur ve devletin karar alma süreçlerine ne kadar etkili olur bilmiyorum. Ama bu olayı çok ciddiye aldıkları görünüyor. Tayyip Erdoğan CHP’yi ve MHP’yi kandırıyor yorumları bana inandırıcı gelmiyor. Daha farklı bir şey yaşanıyor çünkü 15 Temmuz Erdoğan iktidarının ne kadar kırılgan olduğunu kendisine de gösterdi. Tek başına durabilmesinin mümkün olmadığını gösterdi. Tabii Erdoğan’ın bildiğimiz refleksleri var; çoğulculuğa pek yatkın değildir. Dolayısıyla biraz ihtiyat payıyla yaklaşmak lazım. Ama sonuçta 15 Temmuz çok ters bir ders oldu. Burada bir başka sorun daha var, 15 Temmuz sonrası Batı, Erdoğan’ın ve Ankara’nın beklediği desteği vermedi. Normal şartlarda darbe girişiminin ardından Tayyip Erdoğan’a yönelik negatif algının azalması ve belli bir yakınlaşma olması beklenirdi. Tam tersine negatif algı daha da arttı. Bu çok kronik bir mesele olduğunu gösteriyor. Artık Erdoğan bu durumu tek başına taşıyacak durumda değil. Kendisi de bunu görüyor ve MHP ve CHP’yi süreçlere dahil etmeye yöneliyor. Peki bu yeterli mi; bence değil. Kürtlerin olmadığı bir koalisyon kalıcı olamaz. Kürtlerin desteğini almış olsaydı dünyada algı çok daha değişik olacaktı.
Böyle bir desteği almasının Suriye politikası açısından da bir anlamı olacaktı aynı zamanda, değil mi?
Tabii öyle. Ama onun ötesinde şu anda dünyada Türkiye'ye bakıldığında görülen iki şey var: Bir Tayyip Erdoğan, iki Kürtler. Dünya CHP’yi de MHP’yi de çok tanımıyor, bilmiyor. Ve de Erdoğan’a negatif, Kürtlere pozitif algı var Batı’da.
Batı derken Rusya’yı katıyor musunuz?
Yok. Rusya bambaşka bir konu. 15 Temmuz sonrası beklenenden çok daha fazla destek verdi Rusya. Şu an Türkiye’yi Suriye’deki politikasına çekme başarısını gösterdi bu yaklaşımıyla. Kartını iyi oynadı. Batı tarafından yalnızlaştırıldığı bir aşamada Türkiye'ye destek verdi ve karlı çıktı.
Bugüne biraz daha yaklaşalım. Haftasonu Antep’te yapılan bombalı saldırıya gelelim. 15 Temmuz sonrası TSK’nın ve emniyetin gardı düşmüşken ve o panik havası sürerken ne PKK, ne de IŞİD saldırı düzenledi. PKK kısa süreli eylemsizlik durumuna geçti. IŞİD ise günler sonra böyle bir eylem yaptı. Bu saldırının mesajı neydi?
Menbiç’in intikamıdır. Atatürk Havalimanı’ndan beri saldırmıyordu IŞİD. İzledi, PKK’nin saldırılarını gördü, bu saldırılara gelen tepkiyi ölçtü, Suriye nedeniyle PKK’ye karşı intikamları birikti ve böyle bir saldırı ile hem PKK’ye cevap vermek istedi hem de PKK’ye karşı oluşan alerjiden istifade etmek istedi. Türkiye, daha önceki IŞİD saldırıları gibi hızla Antep’i unutmaya başladı. Ne yas ilan edildi, ne de orada öldürülenler şehit ilan edildiler ve ölenler maalesef öldükleriyle kaldılar. Şöyle açayım bunu: Bazı ölümler vardır bir şeylerin önün açarlar, burada böyle bir şey de olmadı. Dün Fenerbahçe maçını izledim. 15 Temmuz Şehitleri için gösteriler yapıldı ama Antep’le ilgili tek bir şey yapılmadı. 15 Temmuz’da tanklara karşı gelerek ölenler bir şeyin önün açtılar, bir harekete dönüştü. Antep’te çoğu çocuk olan ve sırf Kürt oldukları için öldürülenler insanlar üzerinden bir şeyler yapılabilirdi, yapılmadı. Hemen unutuldu Antep. Bu IŞİD’in başarısıdır maalesef.
Türkiye’yi iyi okuyorlar yani.
Tabii, IŞİD’in bu kolu Türkiye’nin parçasıdır; çok iyi biliyorlar neyin ne olduğunu.
Bir de Türkiye’deki eylemlerini üstlenmiyorlar.
Üstlenmemesi çok söylenen bir şey. Bununla ilgili bir yayın yaptım, orada da söyledim, bir yığın nedeni var. Mesela üstlenmelerinin Türkiye’de yarattığı tartışmalar işlerine geliyor. Üstlenmiyor ama ret de etmiyor. Yapmadığı eylemi reddeden bir hareket oysa. Dolayısıyla bu IŞİD’in başarılı bir stratejiyle geliştirdiği bir taktik. Üstlenmiyor, bırakıyor, şüpheler oluşturuyor; hükümeti muallakta bırakıyor, hatta mağdurları da muallakta bırakıyor. Bu da Türkiye’yi iyi okuduklarının göstergesi. (HK)
25 Ocak 1962 Hopa doğumlu. Laz. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. 1981 Şubat-1982 Ağustos arasını Hasdal ve Metris askeri cezaevlerinde tutuklu olarak geçirdi. Boğaziçi Üniversitesi’ni yarıda bıraktı. 1985 yılında Nokta Dergisi'nde gazeteciliğe başladı. Sırasıyla Tempo, Cumhuriyet, Milliyet, CNN Türk, NTV, Vatan ve Habertürk’te çalıştı. TESEV'de Demokrasi, Sivil Toplum ve İslam Dünyası Programını yönetti. Açık Toplum Vakfı Danışma Kurulu’nda görev yaptı. 20 Ağustos 2015’te yayına başlayan medyascope.tv’nin kurucu yayın yönetmeni ve yazarı. Fransızca ve İngilizce bilen Çakır, yurtiçi ve dışında çok sayıda konferansa katıldı. Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümünde "Çağdaş İslami Siyasi Düşünce ve Türkiye", Buffalo New York Devlet Üniversitesi'nde "İslam, Demokrasi ve Sivil Toplum" dersleri verdi. Galatasaraylılar Derneği ve Galatasaray Kulübü üyesi olan Ruşen Çakır, yazar Müge İplikçi ile evli ve 1998 doğumlu Ali Deniz'in babası. Kitapları:
Kaynak: rusencakir.com |