Elinde telefon, son iki yıldır sürekli aradığı için artık ezberlemiş olduğu numarayı son bir umutla tuşluyor. Telefon çalıyor ve karşıdaki kayıtsız, bıkkın ses o kalıp cümleyi tekrarlıyor.
-O tarihte salonumuz dolu
-Henüz tarihi söylememiştim ki. Bu cevabı biliyoruz. Keşke daha yaratıcı olsanız. Peki şu veya bu tarihte ya da sonsuz bir tarihte uygun mu? Yoksa salonunuz hiç mi boşalmıyor?
-Üzgünüm. Size iyi günler... Telefon kapanıyor. Düt düt düt... Belli, çok üzgün çokk.
Bu kez ezberlediği başka bir numarayı tuşluyor. Derdini anlattıktan sonra absürt sorular başlıyor.
-Kürtçe oyun sizin mi?
-Evet, bizim.
-Bizim o oyuna salon verme yetkimiz yok.
-İyi de daha oyunu... Laf ağzında kalıyor. Çünkü telefon çoktan kesilmiştir bile... Düt düt düt...
Sıradaki numara.
-Başvurunuz olumsuz değerlendirilmiştir.
-Neyini olumsuz buldunuz? Daha oyunu izlemediniz ki.
-Bilmem, benim yetkim yok. Falanca birim değerlendirmiş.
-İzlemeden de değerlendirme yapılıyor demek ki. Öngörünüze hayran olmamak elde değil.
“Kürt tiyatrosu yapınca yaptığın salon başvurularının diyalogları da absürt bir oyun metni diyaloglarına dönüşüyor” diyor Teatra Jîyana Nû oyuncularından Rugeş Kırıcı.
Son iki yıldır Teatra Jîyana Nû’nun İstanbul’ da başvuru yaptıkları CHP’nin elinde olan Maltepe, Kadıköy, Beşiktaş, Ataşehir, Bakırköy ve Şişli belediyelerinin geri dönüş yapamama halleri tam bir kara mizah türünden. Oyunun tekstini, videosunu, fotoğraflarını göndermelerine rağmen geri dönüşler sürekli olumsuz.
Zaten geri de dönmüyorlar. Sizin arayıp sonucu öğrenmeniz gerek. “Yakın tarihte oyununuz varsa Sanat Kurulumuz” izleyecek” diyerek üç kişilik yer ayırtıp, gelmeyen belediye yetkilileri var.
Aylardır o üç kişilik yer boş duruyor. Ha bir de ölü taklidi yapanlar. Onlar hiç başvuru yapılmadığını farz ediyorlar. “Shakespeare ve Brecht 'in replikleri Kürtçe olunca daha mı tehlikeli oluyor? Kürt tiyatrosu ısırmaz, korkmayın!” diyor Kırıcı.
Rugeş Kırıcı’yla Mezopotamya Sahne’nin biraz sıkışarak oturduğunuzda en fazla 80 kişilik izleyici alan daracık salonundaki, bir türlü rahat edemediğiniz sıralarında oturarak izlemek zorunda kaldığımız Tenê Ez adlı oyun sonrasında görüşüyoruz.
Chaplin’in “Büyük Diktatör”ü
Charlie Chaplin’in 1940’da yazdığı, yönettiği, müziklerini yaptığı ve oynadığı Büyük Diktatör filmini tiyatroya Têne Ez (Sadece Ben) adıyla uyarlamışlar. Chaplin’in ilk kez sessizliğini bozarak çektiği bu ilk sesli filmi; dahice öngörüsüyle faşizme ve tüm zorba rejimlere karşı duruşu anlatmasıyla halen güncelliğini korumakta.
Teatra Jîyana Nû oyuncuları az oyuncu kadrosu olan bir oyun ararken oyunculardan Cihat Ekinci’nin aklına bu filmi uyarlamak gelir. Sanatçı Rugeş Kırıcı, “İlk önce ürktük açıkçası. Film çok güzel ama bir metni yok. Dramaturjik olarak birbirine nasıl bağlayacaksınız? Bir sahne oluyor, gidiyor başka bir yere bağlanıyor. Biz bunu nasıl bağlayacağız?”
Önce filmin metnini deşifre ederler. İki buçuk saatlik filmin diyaloglarının ham halidir bu. Daha sonra tek perdelik bir oyuna dönüştürmek için, metne ekleme ve çıkartmalarla uyarlamalarını yaparlar.
“Her okuduğumuzda bize yeni birşey çağrıştırdı. Günümüze çok uyuyor. Politik süreçlerde çok da değişen birşey olmamış. Bizim için klasik metinden çıkıp böyle bir şey yapmak yeni bir şeydi. İleride bırakabileceğimiz bir metnimiz var. Söylemde, aktarımda ve oynama biçiminde yerele uyarladığımız, bu ülkeye, Kürde ait birçok öğe kattık. Konu olarak direkt olsa da absürt bir anlatımı var. Böyle ciddi bir meseleyi sadece Charlie Chaplin anlatabilirdi. Prova sürecinde de doğaçlamalarla yeni şeyler ekledik. Derken böyle bir oyun çıktı” diye konuşan Kırıcı, çok riskli bir işe soyunduklarının da altını çiziyor.
Çünkü bu film Kürtçe’de ilk defa tiyatroya uyarlanacaktı ve metot ol
arak da Chaplin’in hareket düzenini ve tarzını da yansıtmak istiyorlardı. Chaplin’i oynamak iddialı bir şeydi. Çuvallayabilirlerdi. Bunun için pandomim ve hareket düzeni konusunda Mehmet Selin Sağdıç’la çalışırlar. Bu süreci ise şöyle anlatıyor:
“Bizim için yeni bir deneyimdi. Epeyce zorlandık. Çünkü hep klasik oynamıştık. Her sahneyi önce Sağdıç’a izlettiriyorduk. Onda belli fikirler çağrıştırıyordu. Sonra üzerinde çalışıyorduk. Deneysel bir çalışma oldu bizim için. Bir tür atölye süreciydi. Pandomim sanatı ayrı birşey tiyatroda. Çok hakkını verdik mi değil ama bize yetti. İzlemek gerekiyor elbette. Daha sonra bizim bu konuda çok daha yatkın olduğumuzu söyledi. Belki de moral vermek için söylemiştir, bilemiyorum”
Animasyon kullanıldı
Siyah-beyaz formdan uzaklaşmadan hazırladıkları oyunda dekordan uzaklaşmanın yolunu da Xebat Bayram’ın çizimleriyle animasyon kullanarak bulurlar.
“Mekan değişimlerini barkovizyondan yansıttığımız animasyon ve çizimlerle yaptık. Makyajlarımıza varıncaya kadar siyah-beyaz formdan çıkmadık. Biraz da epik ve Brechtyen çalışmak istedik. Hiçbir nesne yok. Bir tane sandalyemiz var. Açıkçası o yolculuğu yaparken sonuç ne çıkar acaba biz de bilmiyorduk.”
Kolektif bir çalışma
Oyun kolektif bir çalışmanın ürünü. Serhat Kural koreografide, Nurhak Kılagöz de müzikleri için yardımcı olmuş. Teknik bölümde Ronî Ekinci var. Tek bir yönetmeni yok. Rejisini Rugeş Kırıcı, Ömer Şahin ve Cihat Ekinci birlikte yürütmüş. Ana karakteri Mehmet Musaoğlu oynuyor.
Kalabalık oyuncu kadrosu sorununu ise her oyuncunun 4-5 role girmesiyle çözerler. Bu da temposu yüksek oyunda oyuncuların kan ter içinde kalmasına yol açıyor.
“Aslında böyle bir oyunun çok kişiyle oynanması gerekli ama biz beş kişi oynuyoruz. Hepimiz şekilden şekile giriyoruz. Bu kendi yaratıcılığımızı da zorluyor bir yandan. İmkanlarımızdan kaynaklı. Yokluk yaratıcılığı getiriyor. Diyoruz ki ‘dekor yapamıyoruz, napalım o zaman böyle bir şeyi deneyelim. Ya olursa’ diye başlıyoruz. Deniyoruz, oluyor. Bu kadar aksesuarı nereden bulacağız? diyoruz. O yüzden ‘mış gibi’ yapıyoruz. Onda da pandomimci arkadaşın etkisi çok büyük tabi. Seyirci inanıyor duruma. ‘Elimde mektup var’ diyorum zaten. Sallayınca anlaşılıyor. Epik bir anlatım. Daha oturması gereken bir sürü şey var tabi. Beş gösteri yaptık. Çok sevildi. Seyirci yorumlarını alarak revize etmeye çalışacağız.”
Mekan bulmakta zorlanıyorlar
Oynadıkları mekan çok küçük olduğundan yeterli seyirciye ancak 10 gösteriden sonra ulaşabildiklerini söyleyen Kırıcı, salon için başvurdukları belediyelerden hep olumsuz cevap aldıklarını söylüyor.
“Salon dolu, yer yok gibi cevaplar veriliyor. Ben kendi adıma yer yokluğu üzerinden tanımlamıyorum ve bu kadar Kürdün yaşadığı bir kentte nasıl oluyor da Kürt sanatına yönelik bir tanecik yer ayıramıyorsun. Bunun artık açık ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü aylar önce de başvursan bir sürü oyuna cevap veriliyor, bize neden cevap verilmiyor? Arıyorum, ‘daha önce de başvurdum’ diyorum. Bana başka bir alternatif sunun. Kürtçe müzik dahil olmak üzere bir performans gösterildi mi bünyenizde şimdiye kadar. Son iki yıla bakıyorsun yok aslında. Kürtçe olduğu için mi yer vermiyorsunuz. Cevap şu oluyor ‘hayır öyle bir politikamız yok’. Aslında örtülü bir sansür. Ortalığın sakin olduğu dönemlerde başvuruyorduk ve alabiliyorduk. Ama şimdi biraz ürkme hali var Kürtçe olduğu için. Oysa içeri diyorsun ki ‘Ben İtalyan bir yazarın oyununu oynuyorum. Bunu Türkiye’de pek çok grup oynuyor. İçeriği de bu. Alın size görüntüler, içerik, fotoğraf. ‘İçerikle ilgili bir sıkıntımız yok ama yerimiz yok, yetkimiz yok, Kürtçe mi’ diye sormaya başlıyorlar.”
İstanbul’da salonlar hep dolu
Belediyelerin, yönettiği alanda yaşayanların kültürüne ilişkin çalışma yapma sorumluluğunun olduğunu anımsatan Kırıcı, “O kültüre ait bir şeyler vermek zorudasın, hatta arayıp, bulup, göstermek zorundasın. Ama onu yok sayıyorsun. Bir sürü ürün var ama böyle bir arayışa bile girmiyorsun. Belli popüler isimler vardır müzikte, ki onların da alabildiğine inanmıyorum artık. Onun dışında ben denk gelmedim. Ankara’da Çankaya Belediyesi’nde, Adana Yılmaz Güney sahnesi ve İzmir’de oynadık ama İstanbul’da bu salonları bir türlü alamıyoruz.”
Bölgede belediyeler kayyum yönetiminde olduğu için zaten salon bulamadıklarını hatırlatan Kırıcı, Diyarbakır’da Amed Şehir Tiyatrosu, Van’da Mencel ve Batman’da Yeni Sahne’de oynadıklarını söylüyor. Kırıcı, istisnalar dışında tiyatro topluluklarının büyük salonlarının da kendilerine açık olmadığını anımsatarak, “Herşey bu kadar sıkıştırılmış ve herkes bu kadar şikayetçiyken bu görmezden gelme durumunu anlayamıyorum. Bunu söylüyoruz. Başvurmuyor değiliz ama genelde dolu oluyor. Hadi dolu olsun diyoruz. Bazen pozitif ayrımcılık gerekiyorsa yapmalılar. Zaten herkes sıkıştırılmış durumda, Kürt tiyatrosu için bu iki kat daha fazla. O yüzden görmezden gelinmemeli diye düşünüyorum. Salon var da Kürt sanatına yok.”
Muhalif olanlar da korkuyor
En muhalif söylemi olanların da artık ürktüğünü belirten Kırıcı, “90 larda bunun adı Kürtçe yasaktı. Şimdi adı değişti ama biçimi aynı bence. Biraz daha mesafeli durayım. Bununla anılmayayım. Benim ana dilimde tiyatro yapmam kadar doğal ne olabilir ki? İngilizce, Almanca oyunlara yer bulabiliyorsun ama bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın dilinden korkuyorsun. Yapılan ürünü sanatsal olarak beğenmeyebilirsin o ayrı mesele ama henüz hiç izlemediğin bir ürün hakkında fikir sahibi olamazsın. Bilmiyorsun ve haberin yok o oyundan. Bizim başvurularımız devam ediyor, bekliyoruz.”
Tenê Ez oyunu 10-11 ve 12 Ocak’ta Amed Şehir Tiyatrosu’nda izleyeciyle buluşacak. 13 Ocak’ta Batman’da gösterilecek oyun için koşullar uygun olduğunda Avrupa turnesi yapmak da oyuncuların planları arasında. (BD/HK)