Görsel: Jon Han
Koronavirüs salgını, ekonomik sıkıntılar, iktidar baskısı altındaki yargı, gazetecilere ve gazetelere yönelik baskının konuşulduğu 2020 Türkiye için hızlı geçti. Reform paketlerine rağmen ifade, basın ve düşünce özgürlüğü hala baskı altında. 2020'de tüm bunlara nazaran daha az konuşulan bir şey var: Sansür
Sansür ve otosansüre karşı platform olan Susma geçtiğimiz günlerde pandemi gölgesinde medya, sosyal medya, dijital-basılı yayıncılık, sinema, tiyatro ve müzik alanlarında gerçekleşen sansür vakalarını ele aldığı 'sansür ve otosansür' raporunu yayınladı.
Susma Platformu Proje Koordinatörü Sumru Tamer rapordan yola çıkarak Türkiye'nin sansür ve otosansürle mücadelesini bianet'e anlattı:
"2020 ifade özgürlüğü ihlalleriyle geçti"
2020’nin sansür ve otosansür için bir özetini yapmamız gerekirse neler söylemek istersiniz?
Bir sene içerisinde çok fazla önemli gündem, korkunç ihlaller ve adaletsizliklere şahit olduk. 2020’ye dair bu raporu hazırlarken de benzer duygulara kapıldık. Bir senede onca şey yaşanmış. Mesela, 2019’un sonunda Suriye’ye yönelik askeri operasyonlara dair haber ya da eleştiri yapan gazetecilerin ve sanatçıların cezalandırıldığını, savaşa hayır demenin yasaklandığını gördük. Ardından, hükümetin açıklamaları üzerine sınır kapısına giden mültecilerle ilgili durumu haberleştirmek isteyen gazetecilerin engellenmesine şahit olduk. Bu sırada RTÜK internet yayıncılığını denetleme yetkisini üstlenmiş ve ilk “dijital” sansür yaptırımlarına başlamıştı.
Grup Yorum üyeleri başta olmak üzere özellikle Kürtçe müzik yapan müzisyenler yargılanmaya ve konserleri yasaklanmaya devam etti. Eylem ve etkinlik yasakları birçok şehirde kesintisiz devam ederken, özellikle kadına karşı şiddetle ilgili yapılmak istenen danslı eylemler sonrasında da İstanbul Sözleşmesi ile ilgili basın açıklamaları da engellendi.
Koronavirüs ile beraber de toplumsal sağlık gerekçesinin her türlü eylem ve etkinliği yasaklamak için kullanıldığını gördük. Diyanet’in LGBTİ+ leri hedef göstermesiyle başlayan süreç, homofobik politikaların ayyuka çıktığı bariz anlardan biriydi. LGBTİ+ örgütleri ve örgütlerin etkinlikleri üzerindeki baskı artarak devam etti, LGBTİ+ karakterler olan diziler ve filmler sansürlendi, çocuk kitapları ‘eşcinselliğe özendirdikleri’ için muzır ilan edildiler.
Koronavirüs ile beraber yeni bir infaz yasası geçirilirken, gazeteciler ve sanatçılar bu yönetmeliğin dışında bırakıldılar ve pandemiyi cezaevinde geçirmek zorunda kaldılar. BU sırada hükümet internette sansürü arttıracak yeni bir sosyal medya tasarısı geçirdi. Bunlar sadece aklıma ilk gelen başlıklar. 2020’nin her ayı yeni, farklı ve önemli gündemlerle ve bu gündemlere bağlı olarak değişen ifade özgürlüğü ihlalleriyle geçti.
"Koronavirüs paylaşımlarına soruşturmalar başlatıldı"
Covid-19 salgını sansür ve otosansüre nasıl etki etti bu dönemde?
Pandemi koşullarında sağlık politikaları hakkında kamuoyunun şeffaf bir şekilde bilgilendirilmesi, bilgiye erişim hakkı ve doğru bilgiye ve haberlere erişim gibi konular hayati önem kazandı. Bilginin doğru akışını ve şeffaflığı sağlamak konusunda sivil toplum oluşumları ile beraber gazetecilere de büyük bir sorumluluk düştü. Fakat koronavirüsün resmi olarak Türkiye’de görüldüğünün açıklanmasından önce, karşılaşılan vakalara dair haber yapan gazetecilere soruşturmalar açıldı. İlk resmi vaka açıklamalarından sonra ise önce vaka sayılarına dair haberler sonra da ölüm sayılarına da haberler engellenmeye başlandı.
Yine koronavirüs ile ilgili paylaşım yapan sosyal medya hesaplarına dair de soruşturmalar başlatıldı. Benzer şekilde televizyon programlarında hükümetin pandemi ile ilgili işlettiği süreci eleştiren sunucu ve konuşmacılara soruşturmalar açıldı. Bu soruşturmalara çoğunlukla “halkı paniğe sevk etme” gerekçesiyle başlatıldı.
"Dijital alanın yeni düzenlemelerle sansür kıskacı altına"
Bu kötüye gidişin nedenleri neler?
İfade özgürlüğünün her zaman bir mücadele alanı olduğunu söylemekle başlayalım. Ne zaman ifade etmek için yeni ve alternatif alanlar yaratılsa, bu alanların denetime tabii tutulabilmesi için iktidarlar yeni yollar ve yeni mekanizmalar geliştiriyor. Biz de 2016’dan beri sansür ve diğer ifade özgürlüğü ihlallerini raporlarken bu mekanizmaların her sene değişmesine ve koşullara adapte edilmesine tanık olduk aslında.
Bu anlamda bu sene medyaya nefes alanı veren dijital platformların, yurttaş gazeteciliğinin vazgeçilmezi platform ve sosyal medya ağlarının yeni sosyal medya yasası ve RTÜK yasası ile denetim altına alındığını gördük. Dijital alanın da yeni düzenlemelerle sansür kıskacı altına alınması bu anlamda kötü gidişatın nedenlerinden biri diyebiliriz.
Bu arada bu sene Wikipedia Türkiye’de 2 sene engelli kaldıktan sonra tekrar erişime açıldı. Anayasa Mahkemesi yapılan bireysel başvuru sonucunda Wikipedia'ya erişimin engellenmesinin ifade özgürlüğü ihlali olduğuna dair kararı vermesi 2 sene sürdü. Bunu olumlu bir gelişme olarak okuyabiliriz tabii.
Ama bir yandan da uzun süren hukuki süreçlerin hak arama çabalarına ket vurduğunu da söyleyebiliriz. Hukukun bağımsızlığının ve ayrıca adil yargılanma hakkının da son derece zedelendiği bir dönemde olduğumuzu, ifade özgürlüğünü bu gelişmelerin de korkunç bir şekilde etkilediğini belirtmeliyiz.
"İhlallerinin en çok yaşandığı alan gazetecilik"
Peki 2020’de sansürü en çok kimler, hangi alanlarda uyguladı? Sansürden veya otosansürden kimler nasıl etkileniyor?
Geçtiğimiz senelerde de olduğu gibi bu sene de sansür ve ifade özgürlüğü ihlallerinin en çok yaşandığı alan gazetecilik oldu. Gazetecilere açılan soruşturmalar, süren davalar, çıkan cezalar medya alanında yaşanan baskıyı göz önüne serdi. Gazetecilerin yanında gazeteler de sansür ve engelleyici uygulamalardan etkilendi. Basın İlan Kurumu bu anlamda öne çıkan aktörlerden oldu.
Basın İlan Kurumu (BİK), muhalif gazetelere sürekli ilan cezası keserek gazeteleri önemli gelir kaynaklarından mahrum bıraktı diyebiliriz. İnternet alanında derinleşen denetim mekanizması da gazetecilik alanında yaşanan ifade özgürlüğü engellerini arttırdı. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) haber sitelerindeki içerikleri ve bazı haber sitelerinin tamamını erişime engelledi. Ayrıca, RTÜK ‘ün yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle, RTÜK dijital platformlardan yayın yapan radyoları da denetlemeye başladı. Özgürüz Radyo’nun sitesi RTÜK'ün mahkemeye başvurması ve yine BTK'nin kararlarıyla defalarca engellendi. Kısacası gazetecilik üzerindeki sansür, muhalif seslerin kendilerine alan açmayı başarabildikleri dijital platformlara da yayılmış oldu.
RTÜK ve BTK dijital sansürün en önde gelen aktörlerinden oldular. RTÜK’ün dizi ve film platformlarına da müdahale ederek dizilerin senaryolarına daha diziler yayınlanmadan müdahale etmeye başladığını, dizilerin kataloglardan çıkartılmasını talep ettiğini, LGBTİ+ içeriklerin yanında cinsellik ve erotizm içeren görüntü ve ifadeleri de sansürlediğini hatta RTÜK başkanının ve diğer RTÜK yetkililerinin sosyal medya paylaşımlarıyla sosyal medyada başlatılan homofobik kampanyalara destek verdiklerini gördük.
Raporda öne çıkan sansür uygulayıcısı aktörlerden biri de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı oldu. Bakanlığa bağlı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu birçok kitabı muzır yayın ilan etti. Bu yayınların çoğu çocuk kitabıydı ve toplumsal cinsiyet, anatomi, cinsellik, cinsel yönelim ve çocuk hakları gibi konulara odaklanıyorlardı. Yazarların, yayınevlerinin ve çevirmenlerin muzır neşriyat kararlarıyla ve davalarla boğuştuğu bir yıl oldu diyebiliriz. Kürtçe kitap çıkaran yazar ve yayınevlerinin kitaplarına ise fuarlarda ve kitapçılarda yer verilmediğini, daha doğrusu olması gerekenden daha az yer verildiğini gördük.
Sansüre yasal gerekçe
Uygulanan sansürün yasal dayanakları var mı?
Raporladığımız vakaların büyük bir çoğunluğu daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi kültür, sanat medya alanında iş üreten aktörlerin karşılaştıkları adli süreçlere dayanıyor. Gazeteciler ve müzisyenler başta olmak üzere birçok kişinin TMK kapsamında yargılandığına tanık olduk. Gazeteciler yaptıkları haberler, müzisyenler söyledikleri Kürtçe şarkılar, sosyal medya hesaplarında yaptıkları paylaşımlar nedeniyle başta terör örgütü propagandası olmak üzere örgüte yardım etmek ve örgüt üyesi olmak gibi iddialarla yargılandılar.
TCK’nın hakaret ile ilgili 299. ve 125. maddeleri de kişilere soruşturma açılması ve yargılanması için sıkça kullanıldı. Kişiler ürettikleri
iş, yazdıkları haber ya da paylaştıkları sosyal medya içeriklerinde Cumhurbaşkanına, kamu görevlisine ya da diğer kişilere hakaret ettikleri iddiasıyla yargılanıp ceza aldılar.
“Kişilik haklarının ihlâl edildiği” gerekçesi de, haberler ve içeriklerin erişime engellenmesi amacıyla sık sık kullanıldı. Kişilik haklarını ihlâl eden internet yayınlarının sulh ceza mahkemesi kararıyla 24 saat içinde yayından kaldırılmasını düzenleyen 5651 sayılı Kanun’un 9. Maddesi uyarınca, çoğunlukla kamu görevinde bulunan kişilerin talebiyle açılan davalarda, genelde usulsüzlük ve yolsuzluklara dair bilgi veya iddialar içeren haberleri engellemek için sıklıkla kullanıldı bu gerekçe.
Bu sene birçok şehirde fiili OHAL'in yaşanmasına sebep olan Valiliklerin eylem ve etkinlik yasaklarını unutmamak gerek. Kentlerdeki kültür ve sanat ortamının yanı sıra geniş anlamıyla bütün toplumsal alanı, “kamu düzeni, milli güvenlik, huzur ve barış ortamının sağlanması” gibi gerekçelerle; ortadan kaldırmaya çalışıldığını gördük. Bu yasaklar kararları, valilik ve kaymakamlıklar tarafından 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ve 19. Maddeleri ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. Maddesi uyarınca alındı.
Daha önce bahsettiğimiz gibi yayıncı, yazar ve çevirmenlerin muzır neşriyat ilanları ile sıkça karşılaştığı bir yıl oldu. Kitaplar de 1117 sayılı Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu’na istinaden “küçüklerin maneviyatı üzerinde “muzır ve müstehcen tesir” yapacağı” gerekçesi ile muzır ilan edildi, yazar ve çevirmenleri ‘müstehcenlik suçu’ (TCK 226) kapsamında yargılandı.
“Halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet ve bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılama” (TCK 216) gerekçesiyle televizyolardaki programlarda ya da sosyal medya hesaplarında çoğunlukla diyanet, imam hatipler ve Müslümanlık ile ilgili yorum yapan kişilerin yargılandığını gördük.
"Muhalif sesleri susturmak için kullanılıyor"
Türkiye’de ifade özgürlüğünün durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz ve şu anki durum bize gelecek için ne söylüyor?
Geçtiğimiz sene içinde bizim de bulunduğumuz birçok sivil toplum örgütünün de çabaları sonucunda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi oturumunda Türkiye hükümetine ifade özgürlüğünün sağlanması için birçok öneri verildi. Türkiye ifade özgürlüğünün korunmasına dair bazı önerileri kabul ederken, gazetecilerin ve insan hakları aktivistlerinin keyfi bir şekilde gözaltına alınmaları, tutuklanmaları ve hapiste tutulmaları konusundaki önerileri , TMK ‘nın gözden geçirilmesi, hakaret ile ilgili kanunların- özellikle de Cumhurbaşkanı’na hakaret gibi- gözden geçirilmesine dair önerileri reddetti.
Kısacası hükümet tarafına baktığımızda ifade özgürlüğü ihlallerine sebebiyet veren bu kanunların ve gerekçelerin basın başta olmak üzere muhalif bütün sesleri susturmak için kullanılmaya devam edeceğini söyleyebiliriz.
"Otosansür vakası yok denecek, çünkü veri yok"
Son olarak sansür mekanizmaları ifade özgürlüğünün önünde nasıl bir engel oluşturuyor?
Gözden kolayca kaçabilecek bir durum var: Susmayı normalleştirebiliyoruz. İfade özgürlüğü ihalleri üzerine çalışırken, özellikle de vaka raporlama ve monitoring (izleme) üzerinden bir aktivizm yapıyorsanız gözünüzden çok kolay bir şekilde kaçabilecek şey, otosansür. Siz de fark edeceksinizdir raporumuzda vakalar arasında otosansür vakası yok denecek kadar az.
Otosansür, tiyatrocularla, senaristlerle, sinemacılarla, gazeteciller ile bir araya gelerek yaptığımız etkinliklerde, söyleşilerde, video-röportajlarda konuştuğumuz bir şey oluyor. Ve açıkçası artık kimse “ben otosansür uygulamıyorum” demiyor. Sansür ve ihallerin arttığı,bu dönemde insanların yaptıkları otosansür üzerine konuşmalar, hangi konulardan bahsetmediklerini, göstermediklerini anlatmaları bile zorlaşıyor. Sonuç olarak yaratılan korku iklimi insanları ifade özgürlüklerini talep etmekten bu haklarını özgürce kullanmaya çabalamaktan bile alıkoyuyor. (HA)