Tayfun Pirselimoğlu’nun aynı adlı romanından uyarlanan Kerr, babasının cenazesi için gittiği kasabada bir cinayete tanık olan Can’ın oradaki sıkışmışlığını konu alıyor.
Polis Can’ın ifadesini aldıktan sonra kasabadan ayrılmasına izin vermez. Bu sırada arka arkaya absürtlüklerin yaşandığı kasaba kuduz köpekler nedeniyle karantinaya alınır. Tuhaflıkların birbirini kovaladığı, her şeyin tekrar ettiği bu gri kasabada sıkışıp kalan Can belirsiz bir suçla itham edildiğini öğrenir.
Tayfun Pirselimoğlu’na Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü kazandıran Kerr, 95. Akademi Ödülleri’nin En İyi Uluslararası Film kategorisinde Türkiye’nin adayı.
Eylül ayında Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde gösterilen film, şimdi MUBI’de sinemaseverler ile buluştu.
Yönetmen Tayfun Pirselimoğlu ile Ayvalık Uluslarası Film Festivali'nde Kerr’e dair söyleştik.
Kerr zamanın ve mekânın belli olmadığı gri bir kasabada ilerliyor. Filmde her şey tekrar ediyor ama kendi içinde gelişiyor. Aynı adlı romanınızdan uyarlanan bu hikâyeyi beyaz perdeye aktarma süreci nasıl gelişti? Romanı yazarken film projesi ve dolayısıyla senaryo da kafanızda şekillenmiş miydi?
Romanları yazarken bir taraftan da tasavvurumda birer film olarak çekiyorum. Yani romanlarım açıları, çerçeveleri, atmosferleriyle sadece benim zihin sinemamda izlediğim filmler. Kerr’de de böyle oldu.
Sonrasında bunu başkalarına da izletmem gerekir isteğine kapılmış olmalıyım. Yazarken diğerlerinde olduğu gibi böylesi bir düşüncem olmamıştı doğrusu. Lakin Eco’nun dediği gibi eserlerin de kendi niyetleri oluyor ve biz de onlara tabi oluyoruz.
Filmdeki mekân kullanımlarında hep bir eskimişlik, "bitmişlik", geçmişte kalma göze çarpıyor. Duvarların sıvası dökük, en eğlenceli yer olması gereken lunaparkın girişindeki demirler paslı, denizi gördüğümüzde bile grilik hâkim. Bu vurgular tekerrür ve geçmişi yanında taşıma kavramlarıyla nasıl birleşiyor?
Bu, içinde debelendiğimiz hayatla ilgili. Filmin geçtiği kasabaya aşinayız ama mekâna ve zamana dair bildiklerimiz bilmediklerimize nazaran çok az. Yine de zihnimizde karşılıkları olmalı. Onların işaret ettikleri de bir huzuru yansıtmıyor.
Her ne kadar her şey tekrarlasa da aslında olaylar, eylemler ve kişilerde ufak farklılıklar olduğunu görüyoruz. Cinayet yeri/biçimi değişiyor ama genel çerçevenin katı sınırları kaçılamayan bir kasaba olarak çiziliyor. Aslında tekerrürler bile ilerlemeye katkıda bulunuyor mu?
Tekrar eden her ‘’şey’’ içinde eskisini de barındıran bir farkı da içeriyor. Tekâmül dediğimiz de bitenle başlayan arasındaki onu da içeren fark aslında.
Dolayısıyla, tekrara başladığımız noktadaki ben bir önceki benle arasında bu farkı taşıyor. Büyük bir çemberin üzerinde hareket ederek ilerliyoruz. Yazıp çizdiklerimde ve dahi Kerr’de bu var.
Filmdeki dış sesler de ritmik ve tekrarlı. Ses kullanımında neleri göz önünde bulundurdunuz?
Ses tasarımına çok önem veriyorum. İzlediğimiz çerçevenin dışında da olan bitenler var ve onları işaret etmeye yarayan en önemli unsurlardan biri de ses.
Ses konusunda görüntüyle alakalı ne kadar hassasiyetim varsa bir o kadar da ses meselesini düşünüyorum.
"İçerisinde bulunduğumuz dönem absürtlüklerle bezeli"
Bir bakıma kafkaesk bir hikâye olsa da Can’ın olaylar ve insanlar karşısında hiç atlatamadığı şaşkınlığı, kasabadaki her şeyi ve herkesi daha da absürt algılamamızı sağlıyor. Özellikle kimliğe ulaşma çabasında biraz David Lynch benzeri bir kargaşa seziyoruz. Kendisi sizi etkilemiş bir yönetmen mi gerçekten yoksa bu hikâyenin getirdiği bir tesadüf mü?
Lynch sevdiğim bir yönetmen ama bu hikâye ile bir alakası yok. Benim kimlik meselesi konusundaki takıntım çok eski. Kerr’den yıllar önce yazdığım, ilk ve son bölümleri bu kitapla aynı olan Kayıp Şahıslar Albümü’nde aynı ‘’şahıs’’ benzer bir şaşkınlık içerisinde debeleniyordu.
Bu ‘’kafkaesk’’ mevzuu da üzerinde durulması gereken bir nokta. Bence içerisinde bulunduğumuz dönem onu da çaresiz bırakacak ölçüde absürtlüklerle bezeli. Belki de başka bir sıfat bulmamız gerekiyor artık.
Can'ın geçmişiyle ve kimliğiyle olan bağını bulmasına yardımcı olan karakterlerin neredeyse hepsi erkek, sigara içiyor, yaşlı ve sıkıntılı. Bu noktada kasabaya ve Can'a renk veren tek karakterin kadın olduğunu görüyoruz. Bir erkeğin kendini bulma yolculuğunda kadınların daha önemli bir rolü olduğunu söyleyebilir miyiz?
Erkeğin bir zavallılığı temsil ettiğini düşünüyorum. Bu hayatın içerisinde sahip olmaları gereken erdem ve yollarını bulma konusunda her anlamda yetersiz ve acizler.
Filmde mekân kullanımı ve sabit planlar muhteşem. Herkesin birbirini tanıdığı küçük bir kasaba da kimliğiyle derdi olan karakter için harika bir ortam. Yine de filmin ortalarında görene kadar bu kasabada deniz ya da göl olduğunu hiç düşünmüyoruz. Zamansız, belirli bir yer olmayan bu kasabanın insanlarının denizle özdeşleştirdiğimiz sıcaklığa sahip olmaması, denizin bile gri olması, hatta bir cinayet mahalli olması ilginç bir tezat. Bununla neyi vurgulamak istediniz?
Bir hikâyeyi tasarlarken onun mekanları da zihnimde beliriyor tabii ki. Bu absürtlüğün yaşandığı kasaba da bu dünyayı yansıtacak şekilde belirdi.
Bunca saçmanın, akıl dışılığın aktığı yerin ancak bu şekilde olabileceğini düşündüm. Ancak daha önce de belirttiğim gibi biz bu kasabaya zaten aşinayız.
"Film icbar edici bir ortam"
Bir kitapta okuyucuya aktarabildiğiniz ama beyazperdeye yansıtırken izleyiciye geçmesinin zor olduğunu düşündüğünüz yerler var mı? Hem edebiyatçı hem sinemacı olarak iki farklı sanat dalı sizce birbirlerine ne kadar yakın ya da ne kadar yabancı?
Okuyucu ile kitabın kurduğu ilişki filmle farklılıklar taşıyor. Okuyucu kendi zihninin sınırları içerisinde yazarın tasavvurunun talebini gerçekleştiriyor. Bu, yazarın yetenekleri ile okuyucunun imgelem kapasitesi arasında oynanan bir oyun.
Film ise icbar edici bir medium; izleyiciyi en başından bir kabule zorluyor. Bu izleyicinin zımni bir akitle eyleme başladığı farklı bir oyun. Benim adıma iki tarafta da bu oyunları oynamak çok keyifli doğrusu.
Kerr ve tüm eserleriniz için emeğinize sağlık, şu an üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı?
Teşekkür ediyorum. Yeni projenin adı İdea. Yeni yılla birlikte başlamayı umuyoruz. O da bir kimlik değiştirme hikâyesi. (YK)