Önce Antalya, sonra Yunanistan'ın Rodos adası aslında birbirinin kültürünü paylaşan iki toplumun insanlarına kucak açtı. Defne Türk-Yunan Dostluk Derneği iki kültürü, ufuktaki barışa doğru bir kulaç daha yaklaştırdı. Akdeniz'in mavisi ise iki ülkenin insanlarının ayakları altındaki halı...
Antalya'nın Roma İmparatorluğu döneminden kalma Hadrian kapısında yapılan açılış töreni ile başlayan festivalde hep barış konuşuldu. Unutulması gereken düşmanlıklar, ders kitaplarından çıkarılması bir zorunluluk haline gelen milliyetçilikler, yaşama bir tutam nefes katan olumlu yaklaşımlar paylaşıldı.
Teoride her şey çok güzeldi. İki ülkenin insanlarının yeniden benzer geleneklerini, birbirinin tıpkısı adetlerini, isimleri bile aynı yemekleri anlatıldı her aşamada. Yunan katılımcılar Türkiye'nin içinde bulunduğu son siyasal süreç ile ilgili bilgi sahibi oldu örneğin. Artık iki ülkenin birbiri için bir tehdit unsuru olarak görülmemesi dileği, birlikte içilen rakılara, uzoların buzuna karıştı, zeybek ile sirtaki birbirine çok yakıştı.
Ali ile Yannis
Türkiye'de sayıları ne yazık ki giderek azalan Rum cemaatinin sorunları anlatıldı sık sık; çoktan Boğaziçi'nden göçmek zorunda bırakılıp Atina'ya yerleşen 63 yaşındaki Yannis Bey'in İstanbul'u, adada yaşamaya devam eden nargileci Ali Memiş Kapundanaki'nin Rodos'u.
Barış diye diye çekilen halaylar, her iki ülkede mübadeleye tabi tutulan acı anıların unutulması için belki de. Sirtaki, hala kendisine Türk diyemeyen, Müslüman diyerek idare etmeye çalışan Rodosluların acısını hafifletmiyor. Vatan belledikleri topraktan kovulmanın ya da orada korku içinde yaşamanın biriktirdiği öfkenin hafiflemesi demek belki buzuki ile bağlama.
Antalya Kaleiçi'nde kendisini yalnızlığa terk edilmiş buluveren, köhnemeye yüz tutmuş cumbalı evler, Rodos'ta 13. yüzyıldan, ta şövalyeler zamanından kalan, zırhını üzerinden çıkarmamış eski kent. Birbirine hala o kadar uzaklar ki.
Acılar Ortaçağ'dan kalma
14. yüzyılda surun dibine inşa edilmiş otantik dükkanında nargilecilik yapan 73 yaşındaki Ali amca, "Zor" diyor kısık sesle, "Burada hayat göründüğü gibi değil".
Değil, çünkü "bizi arkadan hançerlerler" psikolojisi devlet yönetimlerinde hala egemen. Ermenilerin, Rumların Tatavla'sına, onlar gidince zafer naraları atanlarca nasıl "Kurtuluş" adı verildiyse, Rodos'ta da benzeri yaşanıyor. Dedesi kaptan olduğu için Yunanistan Hükümeti tarafından sonradan Kapundanaki soyadı verilen Ali Memiş, "Bir ara düşündüm" diyor, "Gidip Türkiye'ye yerleşeyim dedim. Ama kopamadım buralardan. Siyasi sıkıntılar zaten var ama buna bir de ekonomik gerçekleri ekleyin" diyor, düzgün cümleler kurarak konuştuğu "kırık" Türkçesi ile.
Bir ara içeriye müşterileri geliyor. Rumca karşılıyor müşterilerini. Birisine ise daha farklı davranıyor, daha bir samimi. Herhalde Yunanca, "otur işte şöyle" diyor gülümseyerek. Sonra da bana dönüp, "bu İstanbullu ha" diye ipucunu vermeyi de ihmal etmiyor.
Kahvenin parası haftaya
Elmalı nargilemden bir nefes çekip, Ali Memiş Kapundanaki'nin bolca Mevlana çinileri asılı ortaçağdan kalma duvarlarına dumanı savururken, "Türkçe biliyor musunuz?" dedim, alacağım yanıttan handiyse emin.
Tek gözünü kırpıp elini "Eh işte!" dercesine sallayan 60'larının başındaki adamla sohbet böylece başladı. Çokca umursamaz bir hava içinde konuşuyordu. Yannis'miş adı. Tarlabaşılıymış, kuyumcu. Sonraları Kurtuluş'a taşınmışlar, yazları da Büyükada'da oturuyorlarmış ailecek. Ne zaman ki 6-7 Eylül olayları olmuş, tedirginliğe kapılmışlar. "30 yıldır Atina'da yaşıyorum. Karımla yıllar önce boşandık. 28 yaşında bir kızım var, üniversitede. Ondan başka da kimsem yok zaten."
Akrabalar birbiri ardına dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış. Açıkça söylemiyor ama Kıbrıs olayları nedeniyle Türkiye'de Rumlara karşı düşmanca tutumun alabildiğine yoğunlaştığı 1970'li yıllar onlar için bir kabusa dönüşmüş olmalı.
Belli ki 1974 Kıbrıs Savaşı'ndan sonra birkaç yıl daha sabretmiş ama açıkça ifade etmese de gözlerindeki ifadeden tercüme edebildiğim kadarıyla baskılara daha fazla tahammül edemediğinden kalkıp Atina'ya gelmiş. Ama o yine de, "Amerika'ya, Almanya'ya insanlar niye gittiyse ben de o yüzden gittim, o kadar" demeyi tercih ediyor.
Yannis Bey'in önüne büyük bir fincanda Türk kahvesi koydu Ali Memiş Kapundanaki. Beriki seslendi ardından düzgün Türkçesiyle: Ali, bana bak kahve güzel değilse parasını haftaya alırsın ona göre...
Tarabya, Kumkapı ve Beyoğlu
Sohbete devam. Soyadını ısrarla söylemek istemeyen Yannis Bey, anlatıyor:
"63 yaşındayım. Göbeği hala salmadığıma göre daha genç görünüyorumdur herhalde değil mi? Yılda en az beş kere İstanbul'a giderim. Her defasında arkadaşlarımla bir gece Tarabya'da bir meyhaneye, bir gece Beyoğlu'na, bir gece de mutlaka Kumkapı'ya gideriz. Kapalıçarşı'daki kuyumcular ile oturup sohbet ederiz. On gün kalır dönerim."
Yannis Bey hala Türk pasaportu taşıyor. Tam 30 yıldır bir kere bile aklına Yunanistan vatandaşlığına geçmek gelmemiş. Ama vize uygulamalarına canı sıkılıyor. "Romanya ve Bulgaristan bile vize istiyor" deyip Avrupa Birliği'ne yeni giren ülkelere bile zorlukla gidebilmekten biraz yakınıyor.
Biz pencerenin kıyısında sohbet ederken Ali Bey'in eşi İlten Hanım da 30'lu yaşlarını süren kızı ve bir komşusuyla büyük dükkanın arka kısmında televizyon seyrediyordu. Epey çekingence, sorduğum birkaç soruya kısa yanıtlar verdi. "61 yaşındayım" dedi.
Ama gözlerinden 70 yılı geride bırakan bir insanın yorgunluğu akıyordu. Çok konuşkan değildi. Ben de kısa kesip döndüm geriye; sağlı sollu resimlerin, seramik tabakların, çinilerin asılı olduğu dükkanın duvarlarına bakarak. Yannis Bey ile de, Ali Memiş ile de fotoğraf çektirdim.
Ben Yannis ile objektife bakarken, dükkan sahibi, "40 yıldır tanırım ben bunu" deyip gülümsedi. İkisi de yaşadıkları bu dünyanın kendilerine sunduğu koşullardan memnun değildi belli ki. Biri zorluklar içinde de olsa hala toprağındaydı, beriki İstanbul hasretini yılda birkaç kez gidip rakı içerek dindiriyordu. Aklının bir köşesi sürekli Taksim'de, Adalar'da, Tarabya'daydı.
Milliyetçiliklerin verdiği acının yüküyle sırtı kamburlaşan bu iki yaşlı adamdan hangisi daha şanslı sayılırdı? Yaşam onlara oynadığı bu kötü oyunu sürdürecek miydi?
İşte bu yüzden Defne Derneği'nin bu çabaları işe yaramalı. Bu sayede belki ileride bir gün Yannis Bey İstanbul'una kavuşur. Belki Ali amca geceleri daha huzurlu uyur. Eşi İlten Hanım belki bir gazeteci ile konuşurken daha az çekinir, sözcükleri daha rahat harcar. Belki...(MU/EÜ)