Mikenlerden geriye kalanlar, adanın kuzeyinde Ialyssos bölgesindeki megaron biçimli ev ve çanak çömlek kalıntıları ile Makria Vounara ve Moschou Vounara tepelerindeki mezar yapılarıdır.
Bu mezarların birinden çıkarılan afyon ve haşhaş kapsüllerine ait uçlara bakılacak olursa, kolonicilerin hiç eksik olmadığı Ege'de, anlaşılan ticaret gibi keyfin de sınırı olmamış.
Rodos, Akdeniz ile Anadolu arasındaki en işlek noktalardan biri olmakla kalmaz, Mikenlerle birlikte Ege'nin önemli ticari dağıtım merkezlerinden biri konumuna gelir. Bunun kanıtı ise Kaş Uluburun batığından çıkarılan bazı Miken mallarının benzerlerinin Rodos'ta bulunmuş olmasıdır.
Anlaşıldığı üzere, Rodos'a yolu düşenler onun kıymetini bilmiş ve adanın da şansı dönmüş; giderek gelişmiş, zenginleşmiş ve güçlenmiş.
MÖ 11. yüzyıl, Rodos'un altın çağlarının da başlangıcıdır. Bu kez adaya uğrayanlar, bir Yunan kavmi olan Dorlardır. Girit üzerinden Rodos'a gelen ve On İki Ada üzerinden batı Anadolu'ya geçen Dorlar, Rodos'un üç eski yerleşim merkezi Ialyssos, Lindos ve Kameiros 'un yanı sıra Khios (İstanköy) adasını, Datça yarımadasındaki Knidos ve kuzeyindeki Halikarnassos (Bodrum)'u ele geçirerek Dor Heksapolisi'ni (altı kentten oluşan kent birliğini) oluştururlar.
Rodos, Dorların en önemli merkezlerinden ve meskenlerinden biri olur. Güneş-tanrı Helios 'un o devasa heykelinin temelleri de Dor inancıyla liman çevresine atılır.
Yunanlı şair Pindaros 'a göre, tanrılar yeryüzünü paylaşmak için aralarında kura çekerler. Ama güneş-tanrı Helios, kura çekilirken orada olmadığı için paysız kalır. Mitolojiye göre, o zamanlar sular altındaki Rodos Adası'nın kendisine verilmesiyle sorun giderilir.
Güneş-tanrı, adanın dipten deniz yüzeyine yükselişini görür ve pay tanrıçası Lakhesis de paylaşımı onaylar. Ada artık güneş-tanrı Helios'undur. İşin söylence kısmı çeşitli, ama bir de geçmişte olan bitenin tarihi var.
Erken devirlerde, Rodos'un 3 yerleşim merkezi Ialyssos, Lindos ve Kameiros'tur. İlyada'ya göre, bu merkezlerin kurucusu Yunanistan'daki Tessalya ovasından Ephyralı Tlepolemos'tur. Adayı "Helios oğulları" arasında eşit bölüştüren de odur.
Rodos'un bu üç eski yerleşim merkezi üç kabileye, merkezleri çevreleyen köyler ise kabilelerin alt kolları klanların payına düşer. Yani, günümüzden yaklaşık 5 bin yıl öncesinin Rodos'u bir kabile yerleşim merkezidir. Rodos'la ilgili mitolojiye yansıyan kura çekmenin kökenini de, o çağda Ege dünyasının büyük bölümünde hâkim kabile yaşantısında aramak gerekir.
Dorlar, Makedonya kralı Demetrios Poliorketes 'in kuşatmasına karşı gösterdikleri direnişin anısına, tanrıları Helios'a şükranlarını göstermek isterler. Lindoslu heykeltraş Khares tanrılarının 32 (kimi kaynaklarda 27) metre yüksekliğindeki bronz heykelini kalıplara dökerek 12 yılda şekillendirir.
MÖ 282'de Helios'un heykeli Rodos'un gözcüsüdür artık. Ne de olsa Helios her şeyi gören tanrıdır. Kimi kaynaklara göre elinde bir meşale vardır, kimilerine göre elini gözlerine siper etmiştir. Ancak bilinenin aksine, yeri liman girişinde değil, yeri kesin olarak halen tespit edilememiş Helios kutsal alanındadır.
Rodoslular heykelin adayı koruduğuna inanmışlar. Her yıl düzenledikleri "helicia" şenliklerinde, heykelin dibinden dört atlı arabayı denize bırakırlar, Helios dünyayı dolaşıp gözleyebilsin diye.
Yine de, Rodosluların tanrıları Helios adına verdikleri bunca emeğin ve vefanın karşılığı, 56 yıl sonra bir depremle dağılıp gitmek olacaktır. MÖ 226'daki depremle Helios'un parçaları limana ve çevresine dağılır. Görkemiyle "dünyanın yedi harikası" arasına girmiş heykelin dağılan parçaları, Araplar MS 653'te gelip de toplayana dek yerinde kalır.
Hurda niyetine toplanan parçalar, rivayete göre, 900 deve yükü tutar. Helios'un torsosuna ait kalıp ve kimi parçaları, günümüzde Kastello olarak da bilinen Büyük Üstad'ın Sarayı 'ndadır.
Helios'un dünya harikası heykelinden başka, Rodos'ta beden bulmuş bir de ünlü Laokoon heykel grubu var. MÖ 2.-1. yüzyıla ait olduğu düşünülen heykel grubuna konu olan Troyalı Apollon rahibi Laokoon 'dur.
Laokoon'un kaderinde ise ikiz oğullarıyla birlikte yılanlarca boğulmak vardır. Rahip ve oğullarının yüzlerindeki acı ve çaresizlik, Rodoslu üç heykeltraş Agesandros, Polydoros ve Athanodoros tarafından öylesine gerçekçi yansıtılır ki, bu ifade "patetik üslup"un en belirgin örneklerinden biri olarak literatürde yerini alır.
1506'da Roma'da bulunarak Papa II. Julius'un koleksiyonuna giren heykel grubunun büyük olasılıkla eserin Roma kopyası olduğu düşünülüyor. Heykel grubunu Vatikan Müzesi 'nde görmek mümkün.
Laokoon ve oğullarının bu duruma nasıl düştüklerine dair çeşitli rivayetler var. Bunlardan biri, Apollon rahibinin bekâret andına sadık kalmayıp çocuk sahibi olmasıdır.
Apollon'u öfkelendiren rahip, kendisine kura sonucu çıkan bir görevi yerine getirmek üzere deniz tanrısı Poseidon'un sunağında boğa kurban etmeye hazırlanıyordur.
Tam o sırada, Apollon'un gönderdiği Porkes ve Khariboia (ya da Periboia ve Kurissia) adlı iki dev deniz yılanı tarafından oğulları Antiphas ve Thymbraios'la birlikte boğulur. Laokoon'un Troyalıları Yunanlıların gönderdiği tahta at konusunda uyarması ise bir başka rivayettir.
Söylencelerde tanrıları kızdıranların payına iyi şeyler düşmez genelde. Hele ki o tanrılar, Troya Savaşı'nda Yunanlıların tarafını tutmuşlarsa... Giritli koloniciler, Dorlar, derken Bizanslılar, sonra Araplar... Gidenin ve kalanın kim olduğunu söyleyebilmek kolay değil.
Tarih ve mimarinin açık biçimde ortaya koyduklarının yanı sıra görülebilir olmayanlar da var Rodos'ta: Görünmese de varlığı inkâr edilemez olan tüm o yaşanmışlıkların toplamı... Davranış biçimine, yemeklere, evlere, sokaklara sinmiş, içinde yaşayagelmekten dolayı ayırt edilemez bir koku belki. Ama bir "mozaik" değil asla!
Rodos'un geleni, gideni çok olmuş, bir de ayrılmak istemeyip yerleşeni. Adanın kaderini -her yerde olduğu gibi- hepsi belirlemiş. İşte bunlardan bir başkası, taşın harçla örülerek heybetli surlara, kiliselere dönüştüğü, dini bütün hıristiyanların Haçlı seferleriyle "Doğu"ya, yani "Kutsal Topraklar"a aktığı bir çağda adayı kendilerine mekân belleyen Rodos Şövalyeleri.
Hıristiyanlar ne "sefer"lerin aksamasını, ne de hacılarının "Müslümanlarca" yollarından alıkonulmasını istemezler ve Akdeniz'le Ege'ye kıyısı olan çeşitli yerlerde şövalye üsleri kurarlar.
Rodos'un ortaçağı, Gavalas hanedanıyla başlayan Bizans egemenliğini sona erdirmiş St. John ya da Hospitaler Şövalyeleri 'nin dönemidir bir yerde.
Şövalyelerin Rodos'u feodal ortaçağ kenti usullerine göre yeniden inşa etmeye başlaması 1309 yılına denk gelir. Büyük Üstad'ın Sarayı bu yapıların en bilineni.
Restore edildiği halde eski görkemiyle varlığını bugün bile hissettiren surlar ise ortaçağ Rodos'unun etrafını II. Mehmed (Fatih)'in 1480'deki kuşatma girişimleri sonrasında sarmıştır.
St. John Şövalyeleri'nin adadaki hâkimiyeti yaklaşık 200 yıl boyunca, Ege'de "Türkün gücü" kendini iyiden iyiye göstermeye başlayıncaya dek sürer. Öyle ki şövalyelerin bir bölümü Malta'ya kaçmak zorunda kalır.
Osmanlı'nın cephesinden bakıldığında, "Rodos korsanları" Akdeniz'den geçen her gemiyi yağmalamakta, üstelik Memluklara yardım etmekte ve Müslüman hacılar için tehdit oluşturmaktadır. Doğal olarak, Ege'de herkes kendi hacısını kollamak istiyordur. Ancak devrin en müstahkem kalesine sahip ortaçağ Rodos'u bir yere kadar direnebilmiş ve 1522'de Kanuni Sultan Süleyman'ın donanmasına karşı koyamamıştır.
Ama ada Osmanlılara da kalmaz. 1912'de İtalyanların eline geçer, 1947'de ise İtalyanlar ve müttefikleriyle imzalanan barış antlaşmasıyla Yunan egemenliğine girer.
Mübadele öncesi sayıları çok fazla olan Türklerin adadaki varlığı göçlerle giderek azalır. 1974'ten sonra 3 bine inen Türk nüfusunun bir bölümü, ortaçağ surları içerisindeki Türk mahallesinde yaşıyor.
Sur içindeki Türk yapılarından biri, arşivinde çok sayıda el yazması Kuran-ı Kerim ile Türk-İslam eserleri bulunan, 1793'te Rikabdâr-ı Şehriyer-i Hafız Ahmed Ağa tarafından kurulmuş Hafız Ahmed Ağa Kütüphanesi 'dir.
Hafız Ahmed Ağa'nın vefatından sonra, oğlu Ahmet Fethi Paşa'nm 1853'te güvenlik nedeniyle babasının vakfını kendi vakıflarına kalmasıyla, Süleymaniye Camii ile birlikte saat kulesi ve bitişiğindeki Rüştiye Okulu tek bir vakıf haline gelmiş. Süleymaniye Camii gibi, İbrahim Paşa ve Sultan Mustafa camilerini ayakta tutabilmek için şimdilerde bu mekânlarda nikâh işlemleri de yapılıyor.
Günümüzde genel olarak izlendiğinde, adanın antikçağ ve ortaçağ yerleşimlerinin dışında kalan modern kent dokusunda belli bir düzen ya da estetik görebilmek zor. Izgara planlı, diğer adıyla Hippodamos planlı kentlerin erken örneklerinden olan Rodos'ta artık böyle bir planı izlemek pek mümkün değil.
Aslında kentin yeni dokusunun, bu tarihi alanların dışında kaldığı da söylenemez. Sözgelimi, Mandraki limanı boyunca bir yanda Hellenistik sur duvarları uzanıyor. Yine kent merkezinde anıtsal drenaj sistemini izlemek mümkün; içinde rahat rahat ayakta durup yürünebiliyor.
Anlaşıldığı kadarıyla antikçağ Rodos'u, ızgara kent planıyla olduğu kadar savunma ve drenaj sistemiyle de hayli düzenli bir kentmiş.
Sarnıçların büyük bölümü günümüz kent yapılarının temel kazıları sırasında ya da daha sonra farkedilerek belgelenmiş ve koruma altına alınmış. Tıpkı modern kentin kıyısındaki geç antikçağ "nymphaeum"u, yani anıtsal çeşme yapısı gibi.
Makri Steno bölgesinde cadde genişletme çalışmaları sırasında, geç Hellenistik-Roma dönemine tarihlenen çok sayıda mezar anıtı bulunmuş. Bunlardan biri St. John (Hagios Ioannis)'a ait. Burası, ilk kez 19. yüzyıl gezginleri tarafından keşfedilir, eskizleri çizilir ve mezar yazıtları yayımlanır.
Yine bu bölgede geç klasik döneme ait 35 mezar bulunuyor. Son seksen yılda Rodos'ta süregelen arkeolojik kazı ve koruma çalışmaları geç de olsa adayı bir ucundan "açık hava müzesi" haline getirmiş.
En azından Rodoslu arkeologların düşüncesi bu yönde. Zira, kentin son 20 yıldaki gelişme hızı artık neredeyse ancak kurtarma kazılarına izin veriyor.
Mandraki limanı ne sadece Dorlara, ne şövalyelere, ne de Kanuni'ye kucak açmış; her zaman yeni konuklarının yolunu gözlüyor. Onlarca gemi, tekne yanaşıp, demir alıyor gün içinde. Savaş ve ticaretin seyri bambaşka rotalardan yürüyor artık; adalar, limanlar ve gemiler sadece görüntüden ibaret.(MB/EÜ)
Kaynakça
* Elias Kollias, "The Knights of Rhodes: The Palace and the City."
Ekdotike Athenon S.A. Atina, 2003.
* Medieval Town of Rhodes: Restoration Works (1985-2000). Ministry of
Culture. Rodos 2001.
* George Thomson, Tarihöncesi Ege I, II. Payel Yayınlan, İstanbul, 1995.