Roboski Müzesi Girişimi, bir süredir yaşananları unutturmamak ve adalet duygusunun onarılmasına katkı sunmak için Roboski Müzesi kurma çalışmaları yürütüyor.
Müzenin binası Roboski'de mimari bir proje yarışması ile oluşacak. İnşaat büyük ölçüde taş üstüne taş koymak isteyen gönüllüler ile yapılacak.
Bu sürece kaynak oluşturmak için birçok etkinlik yapılıyor. Ankara'da açılan "Hafıza, Yüzleşme, Dayanışma" sergisi de bunlardan biri. Sergide birçok sanatçının Roboski Müzesi'ne destek için bağışladıkları eserler yer alıyor.
Farklı illerde sergilenecek sergiye eserlerini bağışlayan Serpil Odabaşı sorularımızı yanıtladı.
Siz Roboski ile ilişkilendirdiğinde “hafıza” deyince ne anlıyorsunuz?
Hafızadan, oluşturulan, ya da oluşturulması gereken bir "ortak bellek" anlıyorum. Anlamların ve acının ortaklığında dondurulmuş imgeler gibi
Peki ya “yüzleşme”?
Bu çağın ve bu çağın yarattığı insan tipine hiç uygun olmayan kavramlar gibi geliyor bana. “Yarar”ın bu kadar öne çıkarıldığı bir dünyada “yüzleşme”, “dayanışma” kavramları çok üstüne basılıp geçilen bir yerde duruyor, zaten kimsenin zamanı da yokken tam da burda, bu vahşetin ortasına atılması gereken kavramlar. İçtenlikle cesaretle yapıldığında anlamlı olabilir ancak.
‘Dayanışma’nın ‘hayırseverlik’le karıştırıldığı durumlar daha fazla, yine tam da bu çağın yarattığı insan tipinin büyük gafleti, bir yaraya dokunup o yaradan medet uman, biat bekleyen mantık tam da hayırseverliğe tekabül ediyor, oysa Dayanışma eşitlikçidir, kendine benzetmeye çalışmaz, yan yana durur, eşit göz mesafesinden bakar. Anlamların ve acıların ortaklaşmasında, temel ihtiyacın da bu olduğunu düşünüyorum, eşit göz mesafesi.
Roboski Müzesi için Ankara'dan bağışladığınız 2009 yılı tarihli “Leke” isimli çalışmanız son derece yalın, resimde sadece bir kadın imgesi var. Lakin bu kadın imgesi iki boyuttan dışarıya taşan bir hacmin, anlam derinliğinde çoğalıyor, çoğalıyor ve sanki sonsuz çeşitleniyor. Bu derinliğin sırrı ne?
Hazırlanıp sunulmuş yüzlerce elbisenin hiçbirine girememek gibi, "Leke" adı da bu yüzden.. Ya bol gelen ya sıkan giysiler gibi sunulanlar, hiçbirinin içinde biz olamadığımız haller. Hep sınıfta kalmış, hep sınır dışı edilmiş, bütün kapılardan kovulmuş bir "kara leke" gibi hissetmek, egemenin hayatın her karesinde kendini sunuş biçimi ve önerisi; "biat et ve pürüzsüz yaşa". Biz başlı başına birer pürüzdük, çoklu bir pürüzlülük hali, egemenin, uzlaşmamız halinde bize vaad ettiği arka planın üstünde hep bir leke gibi sırıtacaktık. Hiç doğrusal olmayan, hep kaotik bir yaşam biçimi, seçilmemiş içine düşülmüş ve sonra sevilmiş içselleştirilmiş bir dışardalık hali belki.
“Utanç” ikinci çalışman anlatmak istediklerini özetliyor. Sen bu resimle ilgili neler söylemek istersin.
Hemen bütün dinlerde “günah” kavramı mevcut, insanlık tarihiyle birlikte “günah”larda çoğalıp toplanıp gelen, bende doğduğum büyüdüğüm ve hep borçlu hissettiğim coğrafyamın acısına baktım, yaşatılanı omzuma yüklerken, omuzlarımıza yüklemek istedim. Birer utanç yükü, sağ omuz ve sol omuz...Bu iş belki de hissedişimi en doğru ifade eden işlerimden biri olduğundan en kıymetlilerimdendir,
Tarihin resmi ideolojisi karşısında oluşturduğunuz dokümanterler, görsel hafıza oluşturmak bakımından Türkiye’de Kürtlerin yaşadıkları ile ilgili sivil bir tarih yazma biçimi olarak da okunabilir mi?
Bu sorun için teşekkür ediyorum, kendimi doğru ifade edebilme imkânı sundun. Acı fetişisti değilim, derdim, bir görsel hafıza defteri tutmak, çok yüksek debide üzerimize yağan ve boğan bir nehire küçücük küreklerle “Bize Yalan Söylüyorlar!” diye bağırmak gibi. Nehir devrilir, biz boğuluruz, belki iki küçük kürek söyler: “bize yalan söylediler.”
Unutmamak, yapılacak tüm yüzleşmelerin de en önemli kolonudur diye düşünüyorum, resmi ideolojinin, resmi tarihin yarattığı tahribatla ancak belgeleyerek baş edebiliriz. Ben bir öneride bulunmuyorum, bulunmak da istemiyorum aslında, şu doğrudur bu doğrudur didaktikliğinden kaçınıyorum ancak küçük bir defter oluşturuyorum, bu defterde şikayetlerim(iz) de saklı.
Kürt olmak, muhalif olmak, kadın olmak, Amed’de yaşamış olmak, tüm ötekilerin sizde toplanması zorlu bit hayat mücadelesi içinde nasıl bir karşı koyuşa dönüştü?
Hayat hiç doğrusal olmadı hep kaotikti, o kaotikliğin içinde belki de radarlarımız açılıyor bilemiyorum, hep ‘eğri’ olana, ‘kusurlu’ sayılana ve kabul görmeyene meyl eder oluyorsunuz. Hep daha hızlı düşünmek, hızlı karar vermek, kendinizi korumak gibi refleksler gelişebiliyor. Kırgınlıklar, öfkeler kalın bir tabakaya dönüşürken deri inceliyor, hassasiyetler çoğalıyor, bütün bunların bir biçimde resim dilime yansıdığını düşünüyorum. Bazen kavga ederken, bazen de kahkahalar atarken buluyorum kendimi, bu dil bana nasıl konumlanacağımın ipuçlarını da verdi, nerde duracağımın, ne kadar duracağımın ipuçları, dil beni yola sürükledi, yolda keşfederek yürüyorum. (LB/NV)