Ressam Can Göknil hem çocuklar hem de büyükler için öyküler yazıyor. “Göz ve Söz” Göknil’in Can yayınlarından çıkan ikinci öykü kitabı.
Can Göknil “Göz ve Söz” kitabında okuyucu yaşamın yoruculuğu ve tekdüzeliğinin içerisinden çıkartmaya çalışıyor. Unutulan hayallere, cinsen arzulara, herkesin yaşamında iz bırakan çocukluk serüvenlerine doğru bir sürükleniş var öykülerde. Öykülerdeki karakterler hızlıca akıp giden ve yeri geldikçe sıradanlaşan hayata karşı durup düşünerek, sorular sorarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Her öyküye, öykülerin konusuna da vurgu yapacak şekilde resimler eşlik ediyor. Bu sene 50. sanat yılını geride bırakacak olan Can Göknil ile “Göz ve Söz” isimli öykü kitabını söyleştik.
Can Göknil hakkında1945’te Ankara’da doğdu. Robert Koleji, Knox Koleji Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde eğitim gördü. New York Kent Üniversitesi’nin Resim Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Türkiye ve dünyanın birçok şehrinde 31 kişisel sergi düzenledi, 40 sergide katılımcı olarak yer aldı, 11 kalıcı sergiye eser verdi. 11 çok kitabı yazdı. 2015’te Çocuk Kitapları kategorisinde Astrid Lindgren Memorial Ödülü’ne aday gösterildi. Ayrıca Gölgem Renkli mi? ve Deniz Kokusu kitaplarının yazarı. Zühre İndirkaş ile Almanca, Die alttürkischen Mythen in Mittelasien und ihr Weiterleben in Anatolien kitabını yayımladı. |
Öykülerinizde çoğunlukla yaşamın içinde her koşulda umut var ediyorsunuz. Kendi yaşamınızda da bu kadar umutlu ve iyimser misiniz?
Öykülerken umut vaat ettiğimi bilmiyordum, sizden duyuyorum. Sevindim doğrusu bu duruma. Özel yaşamımda iyimser olduğum doğru. Dedim ya, hayat bana şefkatli davrandı. Ailem, eşim, çocuklarım, dostlarımla büyük bir sevgi çemberi içindeyim. Tüm çevrem sanatımı destekliyor, eşim her zaman önümü açıyor, teknik sorunlarımı çözüyor. Ortak projeler de yapıyoruz, birbirimizle yardımlaşıyoruz. Ben onun emeklilikte kurduğu marangoz atölyesine, o da benim resim atölyeme, çok düşkünüz diyebilirim. Yapıp yakııştırıp ortaya çıkardıklarımıızla mutlu oluyoruz. Akşamına denize karşı, şarap kadehlarimiz elimizde, üretiklerimizin huzuru içimizde, keyif ediyoruz. Sanırım insanın en mutlu dönemi erken ihtiyarlık zira ailevi mesuliyetlerin bitiyor ister istemez ve zamanın kendine kalıyor. Yeter ki sağlığın iyi olsun. Biz de 50. evlilik yıldönümümüzü yeni kutladık ve daha çok yaşamak için üretiyoruz ve spor yapıyoruz.
Cümlelerinizi okurken en çok hissettiğim duygu özgürlük oldu. Kaleminizden dökülen kelimelerle dayatma yapmıyorsunuz. Nedir sizin özgürlük anlayışınız? Karakterlerinizi nasıl özgürleştiriyorsunuz öykülerinizde?
Hiç dayatmacı olmadım. Olamam ki... Resimlerimle, çocuk kitaplarımla sözümü söylerken yorumda izleyiciye, okuyucuya yer bırakırım.Yani interaktif çalışırım. Karşımdakinin de söyleyecek sözü vardır elbet. Herkesin düşüncesi farklı, hem ben de yeni şeyler öğrenirim belki. 71 yaşımı bulana kadar sağda solda epey akıl topladım, dinleyen varsa doğru bildiğimi aktarıyorum ama öğrenmeyi de seviyorum. Öykü karakterlerimi soruyorsunuz, genelde gerçek kişilerden birleştirme. Onun osu, bunun busu. Farklı insanlardan eklemeler yapıyorum karakterlerme. Sonunda yeni karakterler doğuyor. Ama hala gerçek kişiler. Ben hepsin tanıyorum çünkü.
“Bana bunları öğretirken şişman göbeği sarı çizgili turuncu şort mayosunun içinde kocaman bir deniz topu gibi ışıl ışıl su yüzeyinde sallanırdı. O topun üzerine elimde bir oltayla kurulup, ayaklarımı suya sallandırarak saatlerce balık tutmayı hayal ederdim’’ Kitaptaki “Babamın Apalak Göbeği” isimli öyküde yazdığınız bu cümleyi defalarca okudum. Öykülerinizi zihnimde canlandırmak hiç de zor olmadı. Kendiliğinden oluşuverdi hepsi. Hayal gücünüzden siz nasıl besleniyorsunuz?
Ressam olduğum için cümlelerim görsellik taşıyor. Öyküde yeniyim ama ressam olarak bu sene 50. sanat yılım. Sanırım birikimimi resim kareleri olarak depoluyorum zihnimde. Çünkü anılarımı görsel olarak anımsarım. Genelde okurken, müzeleri gezerken gördüklerimi çizerim ve not alırım. Okuduğum, gördüğüm herşeyden beslenirim. Günlük gazetede yayımlanan bir haberin, bir fotoğraf karesinin bile bana ilham verdiği oldu.
Hayal dünyama çekilmeyi seviyorum. Hiç konuşmadan günlerce kendi içimde kalabilirim. Babam, “en iyi arkadaş kitaptır,” derdi. Beni en iyi arkadaşım hayal gücüm.
''Abisini Kaybeden Adam'' isimli öykünüzde yaşamın içinde ölümü çok doğal bir şekilde kabullenip mesleki faaliyetlerine devam eden doktordan, sağlık görevlilerinden bahsediyorsunuz. Ölüm ve yaşam arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirmeli? Yaşamın içinde ölümü ne kadar hatırlamak gerekiyor?
Bu sorunuzun en güzel yanıtını Çatal Höyük’te buluruz. Anadolu kültür tarihinin ana erkil döneminde tanrıçalar hem yaşamı, hem de ölümü simgeler. Çünkü ilksel insan ölümün de yaşam kadar doğal ve gerçek olduğunu görmüş. Günümüzde ise ölüm hastalıklarla yüzyüze gelince veya cenaze törenlerinde karşımıza çıkar. Bir sevdiğini toprağa vermek, o kişiden ayrılmak büyük keder ama görülüyor ki hayatta kalan için yaşam devam ediyor. Bence yaşama odaklanmak ve yaşadığın süreçte, insana, doğaya katkı sağlamak, yani bu dünyaya odaklanarak verimli yaşamak doğru bir yaklaşım.
''Evlenmeden önce yapmak istediği bir şey vardı. Çılgın bir şey! İstediği kadın kokusuydu. Bir kadının iç çamaşırlarına dokunmak, koklamak onunla birlikte olmak."
Bu karşı konulmaz arzusunun peşinden sürüklenen Rüstem turist kadınları bulma umuduyla yola çıkarken sahilde öpüştüğü Ann ile karşılaşmasında kendisini vahşi bir ortamın içinde hissediyor. Yaşamında sıradanlıktan kurtulmak isterken Rüstem, artık bir kurban durumuna düşüyor öykünüzde. Sizce ülkemizde cinsellik konusunda erkekler ve kadınlar hangi konumda? Neden gayet doğal bir durum olarak göremiyoruz cinselliği?
Ülkemizde cinsellik konusu çok ama çok sorunlu. Cinsellik bastırıldıkça sorunlar suç ve vahşet doğuruyor. Korkunç haberler okuyoruz.
Kız oğlan küçüklükten birlikte olmalı, beraber, dostça yaşamayı küçükken öğrenmeli çocuklar, doğal olan sağlıklı olandır zaten. Biz ne yapıyoruz, kızları paketliyoruz, erkekleri pohpohluyoruz. Okulda ayırıyoruz, mahallede birarada oynamaları genelde yasak. Acayip bir namus anlayışı var ki çağdaş yaşama ters. Kız çocukların üzerindeki baskı olduğu kadar erkekler de baskı altında. O bastırılmış gençler her türlü şeyi televizyonda veya internette görüyor, biliyor, merak ediyor. Cinselliği bastırılmış bir genç çıplak bir kız bacağı görse psikoljisi bozuluyor, ne yapacağını şaşırıyor, bazen de saldırgan oluyor.
“Beni annem yavruladı” adlı bir kitap yazdım ve resimledim. Her çocuk merak eder ben nereden geldim diye sorar. Bazı anne babalar bu soruyu yanıtlarken yardımcı olmak adına yazmıştım bu kitabı. Çok masum, aile içi sevgiye odaklanan bir kitap ama sonradan kullağıma geldi ki bu konudan rahatsızlık duyan bir öğretmen kitabı sınıfta yırtmış. İlk öğretim öğretmeninin sınıfta kitap yırtması, doğum olayını nefret ve kine bulaştırması öğrencilerini ne şekilde etkilediğini düşünmek dahi istemiyorum.
“Sanatçı kanatlı doğar bir ömür uçar” diyorsunuz. Ressam olmanız öykülerinizi nasıl etkiledi? Renkler, gözlemler sizin öykülerinizin oluşma sürecinde hayal gücünüzü nasıl besliyor?
Resim ve edebiyat iki ayrı dal ama sanat çatısı altnda birleşiyorlar. O nedenle de kitabıma “Göz ve Söz” başlığını seçtim, üstelik kitabımdaki her öyküye bir de resim, heykel veya desenimi ekledim. Yani göz ve söz kardeşliği tadında bir kitabım yayımlandı.
Sergilerimde de aynı uygulamayı kullanıyorum. Hatta göz, söz ve saz birleştiği oluyor. Şöyle ki son kişisel sergimde konum sevda türküleriydi Sergi konularımı hep öz kültürümüzden seçerim. Tablomda sevdiğim bir türküyü resim olarak yorumlarken, yan alt köşeye türkünün sözlerini iliştirdim. Sanat galerisine kurduğum müzik sistemiyle de türküleri seslendirdim. Sazlı sözlü çok şen bir sergi kurduk Galeri Apel’de. İnsanlar türkülere eşlik etti, yüzleri güldü biraz. Aslında bütün sanat dalları birbirini besliyor. Yararlanmayı bilmek gerek.
Siz çocuklar için de öyküler yazıyorsunuz. Öykülerinde hayallere, umutlara bu kadar değer veren birisi olarak Türkiye'de çocukların hayal gücünü kullanmasına yeterince izin veriliyor mu sizce? Eğitim sistemiz sizce hayal gücünü çok fazla mı kısıtlıyor?
Resimli çocuk kitaplarımın okuyucusu dört, beş, altı yaşlarında, bazı kitaplarım da yedi, sekiz yaşlarındakilere uygun. Bu yaşlardaki çocukların hayal gücü engin. O kadar güzel resim yapıyorlar ki. Naif, tertemiz ruhlarını yansıtıyorlar. Çocuk kitaplarımla okullara davet ediliyorum. Programa aldıkları kitaplarımın resimlerini ekrana yansıtıyorum öyküyü özetlerken. O kadar akıllı sorular soruyorlar ki. Kitabın işlediği konuyu veya bambaşka şeyleri konuşabiliyoruz. Sonra da ressam veya yazar olmaya hevesleniyorlar. Derken aradan bir tanesi futbolcu olmak istediğini çünkü bu meslekte çok para kazanıldığını söylüyor. “Babam böyle söyledi” diyor. O yaşlarda hem hayalci hem de çok gerçekçi olabiliyolar.
Bu durum çocuklar büyüdükçe değişiyor. O akıllı telefonlar yok mu? Ülkemizin sorunlarının farkına varıyorlar. Ergenlik problemlerini de yaşayınca umutları sönüyor. Geçen yıl bir öykü yarışmasının seçici kurulundaydım. Konu çocuk haklarıydı.Yazdıklarını okudukça gördüm ki çok mutsuz ve de umutsuz bir gençlik yetişiyor. Bunun sorumlusu da biziz, yetişkinler. Sadece eğitim sistemi değil, değerlerimizi yitirdik maddiyat karşısında., doğayı da bitirdik bence. Çocuklara mutlu bir gelecek sunmuyoruz. (FÇİ/EA)