Replikas grubu kurulduğu 1993 yılından bugüne rock müziğinde özel bir yer kaplıyor. Kendilerine avant-rock'çu diyen Gökçe Akçelik, Barkın Engin, Orçun Baştürk, Selçuk Artut ve Burak Tamer'den müteşekkil grup 2012 yapımı Biz Burada Yok İken albümüyle de Anadolu Pop'a şükranlarını bildirmiş oldu. Faaliyetlerine ödüllü film müzikleri de ekleyen grubun şarkıcı ve gitaristi Gökçe ile müzik, filmler, İmroz, komşularımızdaki acıklı durum ve kişisel planlarıyla ilgili sohbet ettik.
Serdar Akar'ın Maruf ve Kutluğ Ataman'ın İki Genç Kız filmlerinin müziklerini yapmaya karar vermeniz nasıl oldu?
1996 yılından itibaren Replikas müzikal anlamda kendi kimliğini buldu diyebilirim; 98'de Peyote'de çalmaya başladık, aşağı yukarı üç, üç buçuk saat çalıyorduk fakat büyük bir kısmı doğaçlamalardan oluşuyordu ve bize o doğaçlamaların görselliğe eşlik edebilecek bir müzik olduğu hep söyleniyordu. Biz de sinemaya ilgi duyan insanlarız, ben mesela bir ara sinemacı olmaya bile niyetlenmiştim; yaptığımız müziğin görselliği çağrıştıran bir yanı olduğunu biz de farkındaydık ve o aralar en başta Önder Çakar olmak üzere Yeni Sinemacılar bizi izlemeye başladılar, öyle bir yerde birleştik, onlardan geldi bize teklif Maruf'un müziklerini yapmak üzere, biz de çok hevesli olduğumuz için hemen üstüne atladık ve yapmaya karar verdik. Maruf'u yapmadan önce açıkçası üzerinde o kadar da düşünmemiştik, nasıl teknikler kullanacağız film müziği yaparken diye, onu kendi yöntemlerimizle bulmuş olduk, sonra da film müzikleri yapma özelliği olan bir grup olarak adımız duyuldu.
Kutluğ Ataman'ınki ise şöyle oldu. Kutluğ etrafında genç bir ekip kurmuştu filmi yapmak için, Türkiye'deki müzik gruplarını fazla bilmediği için ekibine sormuş: Perihan Mağden'in romanındaki orijinal karakter aslında daha sert müzikler dinliyor, heavy metal tarzı, Kutluğ Türkiye'de çalan ama daha kendine has, ilginç müziği olan bir grup istiyordu o agresif durumu ortaya koyabilecek. Çeşitli grupları dinlemiş en sonunda "bu adamlar olur" diyerek bizi seçmiş, hatta Dadaruhi albümünden isimsiz bir şarkımızı beğendiği için onu filmin final sahnesinde kullandı çünkü çok uygun olduğunu düşünüyordu. İkisin arasındaki fark Maruf'ta daha çok bir film score zihniyeti hakim, öbüründe ise kızın dinlediği şarkıları yaptık aslında, ya da restoranda çalan şarkıları, yani fonkisyonel bir film müziğinden çok bizim şarkı yaptığımız bir çalışma oldu.
Özer Kızıltan'ın Takva filminde inançlı bir insanın teredüttleri irdeleniyordu. Antalya film festivalinde en iyi film müziği ödülünü şahsına kazandıran müziğin Muharrem karakterine çok şey kattığı kesin. Hazırlıklar sırasında nasıl bir çalışma içine girdin?
Takva Yeni Sinemacıların Maruf'tan sonraki filmiydi, hikayenin fikri oluşma aşamasındayken işin içine dahil edildim, müziği benim yapıp yapmayacağım belli değildi fakat halen geçerli olan bir durum vardı, müzik konusuna fikrine danışılan kişiydim; klişeleri kolaylıkla çağrıştıran ney sesleriyle turistik bir sonucun ortaya çıkma ihtimali yüksek olduğundan müzikleri kim yapmalı, kim yapmamalı, müzik nasıl olmamalı diye konuşuyorduk, 2004 yılıydı, iki üç sene boyunca yapım sürecinin içinde yer aldım film 2006'da çıkana kadar, film ve müzikleri için bir takım dergahlara gidildi, İslami yaşayışı ve müzik pratiklerini ayrı ayrı yerlerde görmüş oldum. Türkiye'de dergah deyince daha çok akla gelen Mevlevi'lerin müziği; genelde bildiğimiz ve televizyona yansıyan ağırlıklı olarak o oluyor. Oysa daha küçük dergahlarda çok daha farklı, daha basit ama zikre yönelik bir müzik de var.
Filmin ana gerilim noktası ile müziğinki aşağı yukarı aynı, yani modern hayatla, çok kapalı, çok "eski" bir hayatı sürdürmeye çalışan bir adamın uyuşamaması ve bir kırılma durumu, müzik de aslında bu gerilimden alıyordu çıkış noktasını, dolayısıyla tamamen o enstrümanlar, vurmalılar ve insan sesi üzerine kurulu, ama elektronik müziğin müdahalesiyle tekrar parçalanıp birleştirilmesiyle Muharrem'in iç dünyasını yansıtma fikrinin üzerinden gittim, dergahlarda birtakım kayıtlar yaptım, Metin Bozkurt'la beraber malzeme topladık, vurmalı kayıtları, insan sesi, zikir kayıtları… Tüm malzemeyi elektronik ortamda tekrar işleyerek filmin müziğini ortaya çıkardık. Adım adım her saniyesinde içinde olduğum bir proje oldu, miksine de kendim gittim, aslında son derece iyi, rahat, hatta ideal bir çalışma ortamı yakalamış olduk Takva'da çünkü her aşamasına, ses ve müzik hakkında alınan her karara dahil olabildim. Ayrıca Takva soundtrackolarak 2013'te yayımlandı.
Tek başına yaptığın ikinci film müziği Seren Yüce'nin Çoğunluk adlı yapımı oldu. Filmde irdelenen sosyal manzara sence ne kadar gerçekçi?
Seren'in uzun bir süre boyunca üzerinde düşündüğü ve yazdığı karakteri, memleket insanın birçoğuna sinmiş bakış açısını, gizli faşizm durumunu ortaya koyan bir ilk film olarak senaryosunu okuduğum andan itibaren çok beğenmiştim. Müzik açısından zor yanları vardı çünkü Takva kadar sert bir gerilim yok ortalıkta, aslında yavaş yavaş akan ve bütün ülkede etrafımızda var olan, net bir gerginlik yaratmayan ama hepimizi hayat boyunca ince ince geren, hasta eden bir durumu aktarıyordu Çoğunluk.
Fatih Akın ve Einstürzende Neubauten grubunun üyelerinden Alexander Hacke'yle İstanbul Hatırası'nda yer almak nasıl bir tecrübe oldu senin için?
Fatih'le de Yeni Sinemacılar dolayısıyla daha çok Almanya'da bilinen bir yönetmenken tanışma fırsatımız olmuştu ve o da bizi biliyordu Replikas olarak. Türkiye'ye geldiğinde görüşüyorduk, uğruyordu. O zaman da ilk başta böyle bir fikirden bahsetmişti zaten çünkü o bir zamanlar Peyote'ye gelmiş, Peyote'nin yeni yeni oluştuğu zamanlardı, bizim çaldğımız, Zen'in, Selim Sesler'in çaldığı acayip karakterli bir yer olarak algılamış ve orada film fikri oluşmuş, o yüzden de bizim de olmamızı istiyordu fakat nasıl bir film olacağı çok net değildi; biz oraya bir beste mi yapacağız yoksa kendi parçalarımızdan birini mi çalacağız belli değildi, sonradan Hacke'nin projeye dahil olmasıyla film için herkesin canlı olarak çaldığı mekanlarda çekimler yapılmasına karar verildi. Filmde örneğin Erkin Koray olacaktı, Fatih filmde kimlerin yer alacağına hızlı ve doğaçlama bir biçimde karar verdi, mesela birisi Siya Siyabend diyor, gidip onları buluyor…
Hacke de ilginç bir adam, grubu Einstürzende Neubauten benim kişisel olarak ve aslında grup olarak uzun süredir çok sevdiğimiz ve etkilendiğimiz bir grup, ayrıca Hacke'nin solo işleri de var, prodüktör olarak yaptığı bazı albümler var, onları da çok beğeniyorum ayrıca, açık kafalı ve çok iyi bir müzisyen o yüzden onunla çalışmak heyecan vericiydi; diğer yandan filmde beraber çalışmaya başlayınca anladık, filmdeki bütün gruplarla çaldı biraz, biz uzun bir doğaçlama yaptık, kimi zaman bas çaldı, kimi zaman vurmalılar çaldı, yani bizim müziğimize bir yerinden girip dahil olmayı becerdi ve sevdi, bir yandan kayıtları da yapıyordu; o açıdan eğlenceli oldu, yani Hacke'yle çalmış olmak. Hatta Babylon'da parti gibi bir şey olmuştu, orada da beraber çalındı, onunla tanışmak ve beraber bir şeyler üretmek de güzeldi.
Fatih'le çalışmak da güzeldi, aslında çok kişisel bakışı olan bir film ama insanların çok ilgisini çekiyor, mesela yurt dışında birçok insanın o film dolayısıyla buradaki müzikler hakkında bilgi edindiğini, film sayesinde daha çok ilgilendiğini gördüm; yurt dışında hakikaten çok önemsemiş bir film, biz mesela oralarda konser verdiğimizde Crossing The Bridge filminde oynayan Replikas deniyor, insanlar burada olan bitenleri o film sayesinde öğrenmiş, bunu şahsen farkettim.
Zerre albümünü İmroz'daki (Gökçeada) eski yarı açık cezaevinde kaydettiniz. Ada hakkındaki duyguların nelerdir?
2008'de olan o kayıt öncesinde stüdyo dışına çıkıp gerçek mekanlarda kayıtlar yapma fikri aklımızda vardı, biraz karışık bir dönemdi, plak şirketimizden ayrılmıştık ama o yaz kesinlikle albümü kaydetmeye kararlıydık. Önce İstanbul yakınlarda bir yerler arandı fakat hep birtakım engeller çıktı, mesela bir kervansaray bulduk ama orayı kiralayacak kimse yoktu, en sonunda artık kullanılmayan cezaevi bilgisi kulağımıza çalındı, İmroz'da tanıdığımız insanlar vardı, sorduk soruşturduk, zeytinyağı fabrikasına dönüştürülen bir bölümü için Arek abi aracılığıyla tesisin sahibi Kemal beye ulaştık, eski müzisyen olduğu için de yaz mevsiminde işlemeyen fabrikada istediğimiz gibi kayıt yapabileceğimizi söyledi. Tam da aradığımız yer olduğunu anlayınca adaya gelmeye karar verdik.
Cezaevinin ve tüm adanın korkunç hikayelerini ondan sonra duymaya başladık aslında, bir bilinçlenme durumu oldu yani. O cezaevinin nasıl bir fonksiyonu olduğunu, vesaireyi daha sonra öğrenmiş olduk. Müzikal anlamda çok iyi sonuç aldık, sound olarak, onun dışında bu vesileyle adaya ilk defa adım atmış olduk, Yeni Bademli'de kaldık, adayı baya bir dolaştık, olan bitenleri, burada yaşananları, her şeyi öğrenmiş olduk. O günlerden beri aslında bir ayağımız burada, en azından bir kısmımız gidip geliyor, burada yaşamaya devam ediyoruz, burada geçirdiğimiz vakit fazlalaştı, yani sonuçta yaşananlar hakkında ne düşündüğümüz malum tabii ki, kendine has, çok güzel bir adanın çok korkunç bir hikayesi olmuş, 70'lerde de, ondan öncesinde de.
Türkiye'de yaşanan huzursuzluk bir yana Batı komşularımızdaki iktisadi ve toplumsal kriz, Ukrayna'da, Suriye, Irak veya Filistin'de yaşananlar seni nasıl etkiliyor?
Açıkçası iyi etkilemiyor. Belki hiç bir zaman mümkün olmayacak ama bunları düşünmeden, bunlardan bağımsız olarak tamamen işime gücüme, müziğime odaklanmayı çok isterdim. Sabah kalktığımda neler olmuş diye baktığımda sinirlerimi darmadağın eden olaylar, bazen olumsuz bazen olumlu etkileyen olaylar çalkantılı ruh hallerine, hezeyanlara sürükleyebiliyor beni, böyle durumların olması beni çok mutsuz ediyor. Hiç bir zaman gerçekleşemeyeceğini bilsem de tüm bunlardan kopabilmek isterdim. Ama işte bütün bu karışıklığın içinde, yeni bir döneme geçiyor olduğumuzun iyimserliğini taşıyorum açıkçası. Türkiye için de mesela önümüzde çok karanlık yıllar olacağını düşünsem bile ondan sonra eski siyasetin biteceğini, dünyanın başka bir yere geleceğini, bizi şimdi mutsuz eden birtakım zevatın yok olup gideceğini düşünüyorum. Öyle bir iyimserlik içindeyim, ucuz bir iyimserlikten değil, hakikaten öyle bir şeyin olabileceğini düşünüyorum artık, özellikle Gezi'den sonra yani, fakat öbür taraf hakimiyetini kolay kolay bırakmak istemeyeceğinden zor zamanlar geçireceğimizi de düşünüyorum kısa süreli olsa da.
Bu arada müzik yapma çabam sürüyor, dünyada elektronik müzik adına tartışmalar yapılıyor, gündemim o kadar sert olmadığı yerlerde yaşıyorlar, onlara dahil olup, onlar üzerine düşünmeye çalışıyorum ama burada yaşadığımız hayatla kıyaslanınca çok naif kalıyor, ikisinin arasında bir denge kurarak yaşamaya çalışıyoruz maalesef, buradaki gerginlik ve sertlikten etkilenmemek mümkün değil yani, öyle bir durumdayım...
Şu andaki müzikal çalışmaların ne yönde?
Replikas olarak birtakım kayıtlar yapmıştık geçtiğimiz aylar içinde, geçen sene bir EP'miz yayımlanmıştı, onun dışında elimizde bazı doğaçlama kayıtlar da var, şu anda yayımlayıp yayımlamama konusunu düşünüyoruz aslında, grup olarak durumumuz böyle.
Benim şahsen film müziği projelerim var, kendim yapmayacak olsam da Yeni Sinemacılar için çalışmalarım var, senaryosunu okuduğum, üzerinde düşündüğüm iki film zaten var, diğer iki filmin de senaryolarını okudum ve toplamda müziğini yapma ihtimalim olan iki veya üç film var. Bir tanesi zaten çekilmiş durumda, diğerleri hala çekilmedi. Ayrıca kendi kendime yaptığım bazı projeler var, İstanbul'un çeşitli noktalarında yapılmış kayıtlarıma dayanan bir projem var, önümüzdeki sezona bir iki filmin müziğine mutlaka katkıda bulunmuş olacağım ama kışa doğru grup ve tek başıma olmak üzere çalışmalarımız yoğunlaşacak. (MT/EKN)