Açık Radyo'da yayınlanan Van Depremi Günlüğü'nde, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal, depremden üç ay sonra üniversitenin durumu hakkında bilgi verdi.
20 Şubat Pazartesi günü Van Erciş depreminin 120. ve Van Edremit depreminin 104. gününde Çiğdem Mater, haftaiçi her sabah saat 8.30'da yayınlanan Van Depremi Günlüğü'nü Van Yüzüncü Yıl Üniversite'ne ayırdı.
Peyami Battal, Çiğdem Mater Battal'ın sorularını şöyle yanıtladı.
Yoğun bir tempoda çalıştığınızı sosyal medyadan biliyoruz. Nasıl gidiyor, neler yapıyorsunuz? Bu aralar eğitim başladı çünkü sanırım.
Bütün dinleyicilere iyi günler diliyorum. Sizin de ifade ettiğiniz gibi Van'da iki büyük deprem oldu. Bir tanesi Erciş bölgesini ciddi şekilde hırpaladı; hasar verdi.
Diğeri de 5.6 şiddetindeki deprem, Van'a ciddi bir şekilde hasar verdi. Tabii ki bundan üniversitemiz de etkilenmişti. Üniversitemiz bu süreçte ilk depremde hemen öğrencilerini evlerine bir gün içerisinde ulaştırmayı başardı. Biz, sabah 06.30 olmadan hem Erciş hem de merkezdeki öğrencilerimizi ailelerine gönderdik.
Ondan sonra biz paniklemedik. Sorunlarımızı düzgün bir şekilde ortaya koyduk. Dört temel sorunumuz vardı. Bunlardan bir tanesi; prefabrik derslik yapmamız gerekiyordu.
Çünkü bütün binalarımızda mutlaka güçlendirme gerekecekti. Bunu da üzüntüyle açıklamak istiyorum: Binalarımızın bir kısmında; önemli bir kısmında çok ciddi hasar olmamıza rağmen deprem yönetmeliğine göre mutlaka bütün binalarda güçlendirme gerekiyordu.
Bu yüzden büyük bir derslik sorunumuzun olacağını düşündüğümüz için, biz hemen adım attık ve dersliklerimizi başlattık.
Ne kadar binada hasar var, onu söyleyebiliyor musunuz?
Bizim normalde büyük hasar olarak gördüğümüz 3-4 binamızda olanlar da çivi çatlağı şeklinde.
Peki, yıkılacak binalar mı bunlar yoksa tamir mi edilecek?
Hayır, hayır. Sadece bir binamızı yıkacağız; kütüphane binamızı. Diğerleri ise sadece çivi çatlağı. Bunlar normalde hafif hasara giriyorlar.
Deprem performans testi yaptırıyoruz bütün binalarımıza ve binalarımızı güçlendiriyoruz. Yani çocuklarımıza ilk depremin olduğu günden itibaren hep şunu söyledim: Hiçbir çocuğumu güvensiz bir ortama almayacağım. Dolayısıyla da şu anda onunla ilgili bütün çalışmaları yaptık ve devam ediyoruz.
Siz nerede çalışıyorsunuz peki Peyami Bey?
Ben rektörlük binasındayım şu anda.
Siz binaya girdiniz.
Tabii giriyoruz. Yani binalarımıza artık giriliyor. Ben hatta kendi konutumda yani lojmanımda kalıyorum şu anda. Tabii uzun süre konteynerde kaldık çünkü o depremin akabinde insanlar biraz panikledi.
Ben de o insanlarla beraber uzun süre konteynerde kaldım. Dolayısıyla dersliklerimizi şu anda yaptık ve şu anda da öğrencilerimiz dersliklerinde eğitim, öğretim görmeye devam ediyorlar.
Geçtiğimiz haftalarda öğrencilerinizi konuk ettik Van Depremi Günlüğü'nde. Ve şöyle bir dertten söz ettiler: 15 günde birinci dönemi bitirmek planlanıyor diye.
Bu planımızı yaparken gerçekten çok uzun toplantılar yaptık, tartıştık, konuştuk. İki durum söz konusuydu; ya öğrencilerimizi başka üniversitelere gönderecektik veyahut da Van'da kalmalarını sağlayacaktık.
Hazırlık sınıfından bir grubu başka bir şehre gönderdik ve sorunlar şimdi bize ciddi bir şekilde geliyor. Yani eğer öğrencilerimizi başka şehre gönderme durumu olsaydı, şu an pek çok öğrencimiz maddi imkânsızlıklardan dolayı gönderdiğimiz şehre gidemeyecekti. Orada yer bulamayacaktı. Ve mecburen kayıt dondurmak zorunda kalacaklardı.
Peki Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin ne kadarı Vanlıdır, ne kadarı şehir dışından geliyor?
Bizim yaklaşık 21 bin öğrencimiz var; lisans ve lisansüstü düzeyinde eğitim, öğretim gören. Bunların yaklaşık yedi bini Vanlı. Dolayısıyla öğrencilerimizin burada eğitim öğretimini devam ettirmemiz gerektiği kararına vardık.
Kaldı ki; buna karar verirken daha önce deprem yaşamış olan üniversitelere sorduk. Kocaeli'ne ve Sakarya'ya sorduk.
Ne yaptılar diye...
Tabii davet de ettik geldiler. Belki dikkatinizi çektiyse bir televizyon programına çıktık beraber; canlı yayına. Gece 12'den sonra çadırda yaptık bir program.
Onların da ortak fikri şuydu: "Hocam dediler, öğrencilerinizi şehir dışına göndermeniz çok yönlü olarak doğru olmaz". YÖK'le de bu konu üzerinde durduk, tartıştık. Ve en doğru kararın, şu an aldığımız karar olduğunu; yoğunlaştırılmış eğitim kararı olduğunu gördük. Zira şunu söyleyeyim; zaten beş hafta ders görülmüştü depremden önce.
Artı buna ilaveten biz kalan haftaları da yoğunlaştırılmış eğitime tabi tuttuk. Yoğunlaştırılmış eğitimde dersleri hiç es geçmiyoruz. Şuanda YURTKUR'un da hızlı bir şekilde güçlendirmesi yaptırılıyor. YURTKUR, yaptırıyor.
Dolayısıyla kısa bir süre sonra onlar da hizmete açılacak ve barınma sonucu tamamen çözülmüş olacak. Öğrencilerimizin bu süreçte kampüste olduğu için sabah saat 8'den akşam saat 9-10'a kadar bazen 11'e kadar normal, değişimli derslerine devam ediyorlar. Bundan öğrencilerimiz, mutlu; memnun.
Hala mutlu olmayanlar var Peyami Bey.
Bakın ben size söyleyeyim; ben gece gündüz öğrencilerimle beraberim. Olabilir, içlerinden bazı arkadaşlar memnun olmayabilir. Bir şey demiyorum. Tabii ki biz bir afet yaşadık. Bu afeti normal bir olay gibi düşünmek çok doğru değil.
Doğru söylüyorsunuz.
Ben size şunu söyleyeyim. Bunları başka illere gönderseydik, bu memnuniyetsizlik şu an 20-30 katı kadardı. Bunu iddia ediyorum.
Bu çok doğru. Buna hiç itirazımız yok.
Bir örnek vereyim size. Ben zamanınızı alıyorum ama önemli bir konuydu. Gerçekten teşekkür ediyorum sizlere. Şimdi hemen depremin akabinde son sınıf öğrencilerine bütün illerde -bütün illerde diyorum bakın- ALES, ÜDS, KPSS kursları ayalardık ücretsiz. Ve bunlardan iki çocuğumuz -bakın burası çok çarpıcı, bunu özellikle dikkate sunmak istiyorum- "biz, ayarlamış olduğunuz kurslardan Ankara'dakine devam etmek istiyoruz ancak yerimiz yok" dediler.
Bir üniversitemizin yurdu vardı; aradım. 500-600 kişilik kapasiteye sahip. Bana aynen şunu dedi; "Hocam, kusura bakmayın, alamayız." YURTKUR'a başvurduk, kontenjanlar dolmuş. Haklılar. İşte ben tekrar döndüm, kendi kendime dedim ki; benim çocuğumun derdini ben çekerim.
Başkası benim çocuğumun derdini çekmez. Bunlar benim çocuklarım gibi. En ince ayrıntısına kadar her şeyiyle ilgileniyoruz. Yemesini, içmesini; biz temin ediyoruz. Hiçbir ücret ödemiyorlar. Kalmaya ücret ödemiyorlar. Bir başka şey daha söyleyeyim. O dediğim hazırlık sınıfını Ankara'ya gönderdik.
Ankara'daki çocuğun velisi bizi aradı. Aynen şunu dedi; "Benim çocuğumu Ankara'ya gönderdiniz. Bunun kalma, yeme-içme ve günlük dolmuş parasını da vermeniz lazım." Aynen bunu dedi. Dolayısıyla bir kez daha ben anladım ki; ne kadar olumlu bir davranış sergilemişiz. Bir de harç durumu var çocukların.
Evet, o benim sorularımdan biri. Harç meselesi ne olacak.
Şimdi dediğimiz gibi; biz çocuklarımıza zaten elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Harçla ilgili mevzuat da elimizden gelseydi, biz zaten onlara hiç sormadan harcı iptal ederdik. Ancak bunu ben, gerekli bütün; Maliye Bakanlığı'na, Sayıştay'a, YÖK'e de sordum. Hocam dediler, bu sizin elinizdeki bir olay değil.
Bu ciddi bir şey. Bunu Ankara'nın çözmesi gerekiyor. Biz de hemen şunu yaptık: bakanlıla görüştük. Eğer onlar da mevzuata takılmazsa, kesinlikle Maliye Bakanlığı'ndaki bürokratlar oldukça olumlu.
Ben yazıyı yazdım, bürokratların eline geçti yazı ve hemen uzmanları çalıştırmaya başladılar. Bugün muhtemelen tekrar soracağım ve belki bir cevap alabilirim. Çünkü bakan beye sormaları lazım. Çünkü ücret de yaklaşık 3-4 milyon civarında bir şey tutuyor. Bunun bir dönemi en az 2,5-3 milyon tutuyor galiba.
Dolayısıyla bu küçük bir para da değil. Karşılayabileceğimiz miktarda bir para da değil. O yüzden biz öğrencilerimizin her zaman yanındayız. Ben başta söylediğim şunu tekrarlıyorum: bunlar benim çocuklarım. Bizim çocuklarımız. Bunları asla ve asla en küçük sıkıntıya sokmak gibi bir vurdumduymazlık içinde olamayız.
Bunu buradaki ilgilendiğimiz ki görüyorlar. Ben hemen hemen her akşam gidiyordum. Şimdi rayına oturduğundan beri iki günde bir, bazen de her akşam gidip ders çalıştıkları yerlerin -ısısı da dahil, sıcaklığı da dahil- hepsini takip ediyorum. Ve çocuklarımızla birebir ilgileniyoruz. (ÇM/EÇ)