Üniversitelerde mevcut rektörlerin görev süresinin dolmasının yanı sıra milletvekilliği aday adaylığı için gelen rektör istifalarıyla rektörlük seçimleri yapılıyor.
İstanbul Üniversitesi’ndeki (İÜ) seçimlerde İÜ Demokratik Üniversite Girişimi adayı olan Prof. Dr. Raşit Tükel’in en yüksek oyu almasının ardından rektörlerin cumhurbaşkanınca atanması tartışması yeniden gündeme geldi.
Mevcut Yükseköğretim Kanunu’na göre üniversite, öğretim üyeleri oylarıyla en yüksek oyu alan altı adayı YÖK’e sunuyor. YÖK, bu altı adaydan üçünü cumhurbaşkanına öneriyor. Cumhurbaşkanı istediği adayı rektör olarak atıyor.
YÖK, öneri listesinde her zaman en yüksek oyu alanı ilk sıraya taşımadığı gibi, cumhurbaşkanı da atamalarında üniversite seçimlerini gözardı edebiliyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının ardından yaptığı 21 rektör atamasında en yüksek oyu alan sekiz aday atanamadı.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) İstanbul 6 Nolu Üniversiteler Şubesi Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç Dr. Mustafa Görkem Doğan ile rektörlük seçimlerinin geçmişini, rektörleri cumhurbaşkanının atamasının etkisini, rektörlerin konumunu ve üniversitenin nasıl yönetilmesi gerektiğini konuştuk.
Doğan, 12 Eylül sonrası gündeme giren atama mekanizmasının üniversite özerkliğini ortadan kaldırdığını, rektörlerin yetkilerinin çok fazla olduğunu belirterek katılımcı kurumlar aracılığıyla üniversitelerin yönetilmesi gerektiğini söyledi.
12 Eylül öncesi ve sonrası rektör seçimleri
Doğan, rektör belirleme süreçlerinin 12 Eylül öncesinde ve sonrasında geçirdiği dönüşümü şöyle anlattı:
“12 Eylül’den önce rektörler üniversite öğretim üyelerinin oylarıyla belirleniyordu. 12 Eylül’ün ardından bu seçim kaldırılarak YÖK’ün önerdiği adaylar arasından cumhurbaşkanının rektörü ataması usulüne geçildi.
“1980’lerin sonunda ‘Türkiye demokratikleştirirken’ ilk aşamaya aday belirleme seçimi koydular. Bu makyaj bir düzenlemeydi.”
“1 oy alanın rektör olması mümkün”
2547 sayılı YÖK kanuna göre son rektörle 1980’lerin sonunda değişen haliyle belirleniyor. Öğretim üyeleri oylarıyla en yüksek oyu alan altı aday YÖK’e sunuluyor. YÖK, bu altı adaydan üçünü cumhurbaşkanına öneriyor. Cumhurbaşkanı istediği adayı rektör olarak atıyor.
Doğan “Cumhurbaşkanının rektörü ataması özerkliği ortadan kaldıran bir şey. Bu sistem içinde seçimler bütünüyle anlamsız hale geliyor” diye konuştu:
“İstanbul Üniversitesi’nde YÖK’e gönderilen altı aday arasında 1 oy alan aday da var. Yasal düzenden bakarsan 1 oy alan adayın bile atanması mümkün. Bunun demokratik meşruiyeti olmadığı ortada. Kabul edilebilir sistem değil, değişmesi lazım.”
“Rektörlük makamı çok kuvvetli”
Mevcut YÖK kanunu rektöre öğretim elemanlarının görev yerini değiştirmekten, üniversite kurullarına başkanlık etmeye, her düzey personel üzerinde genel gözetim ve denetim yapmaya pek çok görev ve yetki veriyor.
Doğan, YÖK ile birlikte çok kuvvetli bir rektörlük makamının yaratıldığını ve atamalar nedeniyle de bu makamın demokratik meşruiyetinin olmadığını söyledi. Bu çok yetkili rektörlüğü sendika olarak “rektatör” diye tanımladıklarını not düştü.
“Raşit Tükel’in adaylığı da bu makamın kuvvetini dağıtmak için yapılan bir adaylıktı” diyen Doğan, Tükel’in en yüksek oy almasının ardından atanması için gerçekleşen kampanyaların da ilk olduğunu söyledi.
“Rektör olmak isteyen şimdiye dek Ankara’ya karargah kurar, YÖK’e, cumhurbaşkanına kendini göstermek için lobi faaliyeti yürütürdü. Tükel’in karargahı hala İstanbul Üniversitesi.”
“YÖK, Erdoğan’ın sekretaryası gibi”
YÖK, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının ardından 21 üniversite için gönderdiği öneri listelerinin dokuzunda en yüksek oy alan adaya ilk sırada yer vermedi. Erdoğan’ın tercihleri genelde YÖK’ün listesi yönünde oldu ve 21 atama içinde en çok oy alan sekiz rektör atanamadı.
“Prof.Dr. Yekta Saraç başkanlığındaki YÖK, Erdoğan’ın üniversiteden sorumlu sekretaryası gibi” diyen Doğan, rektör seçimlerine itiraz yolunun da kapalı olduğunu belirtti.
“Kamu idaresinin her işlemi için mahkeme yolu açık ama şimdiye dek böyle bir şey yapılmadı. Bozuk çarkta sağlam dişli olmaz, kime itiraz edeceksin. YÖK’ün cumhurbaşkanına bağlanmasına ilişkin tutanaklarda da görülür, cumhurbaşkanı siyasetler üzeri görülür, itiraz edilemez kabul edilir.”
AKP’nin 12 Eylül’le hesaplaşma yönündeki açıklamalarına ilişkin ise “AKP her anlamıyla 12 Eylül’ün devamı. Personel değişikliği oldu ama soyutlarsak, AKP 12 Eylül felsefesinin -hem Türk İslam sentezi hem piyasacılık anlamında- nihayete ve mükemmele ermiş halidir.”
"Üniversitelerde yönetim katılımcı olmalı"
Peki üniversitelerde yönetim nasıl olmalı? Doğan, yönetimin katılımcı kurumlar aracılığıyla gerçekleşeceği, tüm bileşenlerin karar alma mekanizmalarına katılacağı bir üniversiteyi savunduklarını anlattı.
“Katılımcı kurumlar eliyle yönetimi, idari ve bilimsel özerkliği savunduk. İdari özerklik olmadan bilimsel özerklik sağlanamaz. Mali özerklik dedikleri de bir tuzak, gerçek bir özellik değil, seni piyasaya bağlar.
“Yönetimi seçilmiş ‘rektatörlere’ bırakmak olmaz. Yönetim katılımcı kurumlar eliyle olmalı. Anabilim dallarından başlayarak kolektif bir yönetim gerekir. Öğrencilerin ve destek personelin katkı sağlayacağı mekanizmalar düşünülmeli.
“Anabilim dalları ve onların yönetim kurulları zaten var. Bunlar geliştirilebilir, idari personelin genel sekreteri seçmesi sağlanabilir, istişarelerle oluşturulacak kurullar düşünülebilir, öğrencilerin temsiliyet mekanizmaları demokratikleştirilerek sağlanabilir.
“Bu ütopik değil. Önemli olan siyasi iradenin bu yönde olması. Varolan siyasi irade böyle demokrasi taraftarı değil.” (BK)