Massachusetts Amherst Üniversitesi’nden (University of Massachusetts Amherst) iktisat doktorası yapan Esra Nur Uğurlu’la olan söyleşimiz devam ediyor.
Çarşamba günü AKP’nin iktidarı sonrası neoliberal politikaları ve hükümetin ‘rekabetçi kur’ söylemini konuştuğumuz Uğurlu’yla dün dünya piyasaları, dünya piyasalarında yaşananların Türkiye ekonomisine etkisi ve ekonomik büyümenin haklın refahına katkı sunup sunmadığını konuşmuştuk.
Bugünün konusu ise krizin ve rekabetçi kur söylemlerinin emekçi kesimi nasıl etkilediği:
TIKLAYIN - Esra Nur Uğurlu'yla ekonomi - I: Türkiye'de ekonomik çöküş nasıl başladı?
TIKLAYIN - Esra Nur Uğurlu'yla ekonomi – II: Ekonomik kriz daha da derinleşir mi?
“Rekabetçi kur alım gücünü düşürüyor”
Dünya piyasalarında yaşananlardan ve Türkiye’deki ekonomik krizden bahsettik ama bu yaşananların insanları nasıl etkilediğinden hiç konuşmadık. Söylendiği üzere ‘rekabetçi kur politikaları’ işçi kesimini nasıl etkilediğinden biraz bahsedebilir misiniz?
Gerek anaakım gerek heterodoks farklı iktisadi ekoller bünyesinde yapılan birçok teorik ve ampirik çalışma rekabetçi kur ile ekonomik büyüme ve işsizliğin azalması arasında pozitif bir ilişki olduğunu öne sürüyor. Buna rağmen gelişmekte olan ülkelerin genellikle rekabetçi kur politikaları uygulamaktan kaçındığını, aksine yerel paralarını değerli tutmaya yönelik politikalar izlediğini görüyoruz. Aynı Türkiye’nin 2002-2013 yılları arasında yaptığı gibi.
Peki akademik çalışmalar rekabetçi kurun ekonomik büyüme için doğru bir politika olabileceğini söylerken rekabetçi kur politikaları neden daha popüler değil? Rekabetçi kur politikalarının işçi sınıfı üzerindeki etkileri bu soruyu açıklamada önemli bir rol oynuyor.
Rekabetçi kurun işçi kesimi üzerindeki en temel etkilerinden birisi alım gücünü düşürüyor olması. Ortalama bir çalışanın tüketim sepetinin yurt içinde üretilen ve ithal edilen ürünlerden oluştuğunu düşünürsek rekabetçi kur ithal ürünlerin TL cinsinden fiyatını arttırarak genel fiyat seviyesinin artmasına yol açıyor.
Ayrıca Türkiye gibi üretim yapısının ithal ara ürünlere bağımlılığının yüksek olduğu ülkelerde rekabetçi kur politikaları ara ürün fiyatlarını yükselterek üretim maliyetlerini arttırıyor ve maliyetlerin firmalar tarafından fiyatlara yansıtılmasıyla birlikte enflasyona yol açıyor. Sonuç işçi sınıfının enflasyon karşısında alım gücünün azalması oluyor.
İkinci olarak nominal ücret artışlarının fiyat artışlarıyla paralel olmadığı durumlarda (yani maaşınız enflasyon karşısında yeterli korunmadığında) rekabetçi kur politikaları reel ücretleri düşürerek gelirin işçi sınıfından sermaye sınıfına aktarılmasına yol açıyor.
Her ne kadar Türkiye bazında kur ve gelir dağılımı arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmaların sayısı yok denecek kadar az olsa da başka ülkeler üzerine yapılan ampirik çalışmalar rekabetçi kur politikalarının gelir dağılımını işçi kesimi aleyhine bozduğunu gösteriyor.
Bu iki temel sebepten dolayı işçi sınıfının rekabetçi kur politikalarından olumsuz etkilendiğini söyleyebiliriz. Fakat burada ufak bir parantez açmak istiyorum. Rekabetçi kur politikalarının emek-yoğun üretim metotlarını teşvik ederek istihdam yarattığına dair birtakım akademik çalışmalar da bulunmakta. Yani rekabetçi kur politikalarının bir yandan satın alma gücünü azaltırken, diğer yandan orta ve uzun vadede istihdam kapasitesini genişleterek işçi kesimini olumlu etkileme potansiyeli mevcut. Rekabetçi kurun istihdam üzerindeki olası olumlu etkileri emekçi sınıfların kur politikası tutumlarında ülkeler arasında veya zaman içesinde farklılıklar oluşturabiliyor.
Örneğin Güney Afrika’da en büyük sendika konfederasyonun (COSATU) istihdamı olumsuz etkilemesi sebebiyle Güney Afrika hükümetinin aşırı değerli kur politikalarını eleştirdiğini görüyoruz. Fakat Türkiye’de alım gücü üzerindeki olumsuz etkilerin kısa vadede ve net bir şekilde hissedilirken istihdam üzerindeki olası olumlu etkilerinin daha uzun vadede gerçekleşmesi ve zor gözlemleniyor olması nedeniyle rekabetçi kur politikalarının çalışanlar tarafından desteklenmediğini görüyoruz.
TÜSİAD ve MÜSİAD'ın politika farklılıkları
Hükümetin ekonomik krizi ‘rekabetçi kur’ politikası diye satmaya çalıştığı şeyin insanların alım gücünü düşürdüğünü görüyoruz. Peki sizce Türkiye’de nasıl bir kur seviyesi hedeflenmeli?”
Hem rekabetçi kur hem de aşırı değerli kur politikalarının getirdiği yükler olduğunu düşünürsek bu soru çok önemli ve biraz da zor bir soru. Rekabetçi kurun işçi sınıfı üzerine etkilerinin büyük ölçüde olumsuz olduğundan bahsettik. Sermaye sınıfına bakacak olursa Türkiye’de sermayedarların istenilen kur seviyesi konusunda ayrıştığını görüyoruz.
Üretimi ithal ara ürünlere görece daha bağımlı ve yurt dışından döviz ile borçlanan TÜSİAD sermayesi TL’nin değerli olmasını savunurken MÜSİAD’ın düşük faiz ve rekabetçi TL politikalarını desteklediğini görüyoruz.
Daha çok TL üzerinden borçlanan ve emek-yoğun yöntemlerle üretim yapan firmaları temsil etmesi sebebiyle MÜSİAD sermayesinin düşük faiz politikalarını desteklemesi ve TL’de yaşanan gelişmelerden şikayetçi olması şaşırtıcı değil. Fakat Türkiye’nin üretim yapısında kulvar atlayabilmesi için rotasını verimliliği ve katma değeri daha yüksek olan sektörlere çevirmesi gerekiyor.
Ayrıca 2013’ten bu yana TL’de yaşanan değer kaybının ödemeler dengesini ihracatı canlandırmaktan ziyade ithalatı azaltarak etkilediğini görüyoruz. Bu nedenle rekabetçi kur politikalarının Türkiye’de ihracatı yeteri kadar canlandırması ve yapısal dönüşümü desteklemesi çok muhtemel gözükmüyor.
“Rekabetçi kur demokratik olmayan ülkelerde yaygın”
Geçmişte rekabetçi kur politikalarından faydalanan ülkelere baktığımızda (Çin, Güney Kore, Tayvan gibi) bu politikaların uygulanması için gerekli olan kurumsal ve yapısal çerçevenin Türkiye’de var olup olmadığını (ve de olup olmaması gerektiğini) tartışmamız gerekiyor. Bu ülkeler bankacılık sektörlerini ve emek piyasalarını rekabetçi kurun imalat sanayisi firmaları üzerindeki olumsuz etkilerini telafi edebilecek şekilde düzenliyor.
Basit bir şekilde açıklayacak olursak bu ülkelerde hükümetler imalat sanayisi firmalarına “rekabetçi kur sizin ithal ara ürün veya döviz masraflarınızı arttırabilir, ben bu artan masrafları sizlere kamu bankaları aracılığıyla ucuz krediler vererek ve maaşlar üzerinde baskı oluşturarak azaltmaya çalışacağım” sözü veriyor. Bu sayede rekabetçi kur politikaları imalat sektörü sermayedarlarından destek görmüş oluyor.
Çalışanların bu ülkelerde kur politikalarına olan tutumlarına baktığımızda ise birtakım çalışmalar Uzak Doğu ülkelerinin 1970’li yıllarda çok başarılı bir endüstrileşme süreci geçirdiği için geniş halk kesimleri ve yöneticiler arasında ‘örtülü bir sosyal mutabakatın’ oluştuğunu ve bu nedenle uzun dönemde fayda getirebileceğine inanılan iktisadi politikaların kısa dönem yüklerine rağmen halk tarafından kabul görebildiğini dile getiriyor.
Bazı ülkeler ise sosyal mutabakattan ziyade anti demokratik yöntemler ile rekabetçi kur politikalarına karşı oluşabilecek tepkileri bastırabiliyor. Genel olarak verilere baktığımızda rekabetçi kur politikalarının demokratik olmayan ülkelerde daha yaygın olduğunu, tekrar seçilme baskısı altında hareket eden hükümetlerin ise yerel paralarını değer kazandırmaya çalışma eğiliminde olduğunu görüyoruz.
TL'yi değersizleştirmek mi, değerli yapmak mı?
Buradan Türkiye adına iki sonuç çıkartabiliriz. Bunlardan ilki rekabetçi kur politikalarının sadece faizlerin düşürülmesinden ibaret olmadığı. Bu politikalarının başarılı olabilmesi için şirketlerin döviz maliyetlerini devletin diğer politika araçlarıyla törpülemesi gerekiyor. Bu da kamu bankalarının imalat sektörünün ihtiyaçları doğrultusunda yapılandırılması ya da işçi haklarının bastırılması anlamına gelebiliyor. İkinci olarak ise bu politikaların siyasi olarak sürdürülebilir olması için muhalif görüşlerin bastırılması veya halk ve yöneticiler arasında örtülü bir sosyal mutabakatın olması gerekiyor.
Türkiye’de böyle bir mutabakat ortamının olup olmadığını anlamak için İstanbul Ekonomi Araştırma’nın Ağustos 2020’de yürüttüğü bir anket çalışmasına dikkat çekmek istiyorum. Bu çalışmada katılımcılara rekabetçi kur konusunda ne düşündükleri ile ilgili iki soru yönlendirilmiş.
İlk soruda “ihracatı teşvik edecek şekilde kurun rekabetçi olması için TL’nin değer kaybetmesine izin verilmeli” ifadesine katılımcıların yüzde 78,5’i katılmazken, sadece yüzde 21,5’i katıldığını görüyoruz.
“Enflasyonun düşmesi için TL tekrar değer kazanmalı, kur düşmeli” ifadesine ise katılımcıların yüzde 78,5’i katılırken sadece yüzde 21,5’i karşı çıktığını görüyoruz. Yani nabız yokladığımızda TL’nin rekabetçi seviyelerde olmasının geniş halk kesimleri nezdinde rağbet görmediğini görüyoruz.
Rekabetçi kur politikalarına desteğin düşük olması TL’yi aşırı değerli kılan politikaların koşulsuz bir şekilde desteklenmesi anlamına gelmemeli. Zira Türkiye ekonomisinin 2002-13 yılları arasındaki performansına baktığımızda TL’nin çok değerli seviyelerde olmasının ithal girdiye olan bağımlılığı arttırdığını ve firmaları döviz cinsinden borçlanmaya teşvik ettiğini görüyoruz.
Bu da değerli kur politikalarının üretim yapımızı daha da dışa bağımlı hale getirme, cari denge sorunlarımızı derinleştirme ve finansal kırılganlıklara yol açma potansiyelinin olduğunu gösteriyor. Yani çözüm TL’yi aşırı değerli kılan politikalara geçmekte de yatmıyor.
Türkiye’de uygulanabilecek herhangi bir kurtuluş reçetesinin para politikasının ötesine geçmesi, faiz ve kur politikalarının toplumun farklı kesimlerine yükleyebileceği yüklerin gerek sanayi politikaları gerekse sosyal politikalar ile hafifletilmesi gerekiyor.
Esra Nur Uğurlu hakkında2014'te Orta Doğu Teknik Üniversite’si İktisat Bölümü'nde lisans eğitimini tamamladı. 2016-18 arasında Berlin School of Economics and Law’da ve Université Paris 13’te Uluslararası İktisat alanında master yaptı. Eğitimine 2018'ten beri University of Massachusetts Amherst İktisat Bölümü'nde doktora yaparak devam ediyor. University of Massachusetts Amherst, Boğaziçi Üniversitesi ve University of the Witwatersrand'da lisans ve yüksek lisans düzeylerinde dersler verdi. Şu anda Politik Ekonomi Araştırma Enstitüsü’nde (PERI) araştırma asistanı olarak çalışıyor. Doktora tezinde gelişmekte olan ülkelerde tüketici kredisi genişlemelerinin yapısal dönüşüm üzerindeki etkileri ve reel döviz kuru sapmalarının ekonomik ve politik sebepleri üzerine çalışıyor. |
(HA)