Konferans, genel seçimlerden henüz çıkan günümüz İran'ında neler oluyor, İran nereye doğru gidiyor sorularına yanıt getirmeyi hedefliyordu. Bu yönde Tahran'dan henüz dönmüş olan ve İran'daki gelişmeleri yirmi yıldır takip eden Il Sole 24 0re'nin Yakın Doğu muhabiri Alberto Negri ilk sözü aldı.
Negri: "Muhafazakarlar Çin örneğini izliyor"
Negri, seçim öncesi dönemde İran'daki üniversite öğrencilerinin reform taleplerine yönelik eylemleri çok önemli bulduğunu, bazılarının İran'daki öğrenci hareketini Çin'de Tiananmen meydanında yaşananlarla karşılaştırdığına dikkat çekti. Negri öğrencilerin İran tarihinde her zaman önemli bir rol üstlendiğini ancak bu son seçimler öncesi dönemde İranlı reformcuların öğrencilere gereken desteği vermediğini söyledi.
Newsweek dergisinde yer alan bir haberde İranlı üniversite öğrencilerinin yeterli politik birikime sahip olmadıklarına dikkat çekiliyordu. Negri'nin başkent Tahran'daki tanıklığı da dergideki yorumu destekler nitelikte çünkü İtalyan gazetecinin gözlemine göre İran'daki üniversitelerde siyasi bir birikime sahip öğrencilerin oranı yüzde 15'i geçmiyor.
Negri'nin Tahran sokaklarında gündelik yaşama dair bir başka gözlemi ise din-devlet işbirliğinin yanı sıra din-ekonomi ilişkileri de oldukça içli-dışlı İran'da. İranlı yeni muhafazakarlar Negri'nin aktardığına göre, modern ve pragmatik bir İran'ın özlemi içinde. Çin'de uygulamaya çalışılan liberal ekonominin bir benzerini model edinmek istiyorlar.
ABD-İran ilişkileri ise halen belirsizliğini koruyor Negri'ye göre. Mollalar ABD ile ılımlı bir ilişkinin kurulmasına karşılar. ABD ile geliştirilecek her türde ilişki "tehlikeli" olarak görülüyor. Negri'nin İran basınından da takip ettiği yorumlara göre ise İran sağı özelikle de dinci kesimler Yeni Dünyaya açılmayı reddediyor.
Negri Tahran tanıklığını şöyle noktalıyor, "İran'da başörtüsü ve çarşafların altında düşünen kafalar var!"
Faryan Sabahi: İran'a içeriden bakış
İkinci konuşmacı ise İran asıllı gazeteci ve araştırmacı Faryan Sabahi'ydi. Milano Bocconi ve Cenevre üniversitelerinde göçmenler konusunda dersler veren Sabahi, dünkü toplantıda Mondadori yayınevinden yeni çıkan "İran'ın Tarihi" adlı kitabını da kısaca tanıttı.
Sabahi bir batılı gazeteci gözüyle Tahran'daki yaşananları aktarmaya çalışan Negri'den farklı olarak bir İranlı olarak, içeriden bakarak yorumlarda bulundu günümüz İran'ına. Konuşmasına başlamadan önce Brüksel'e yönelik bir eleştiride bulundu.
"Batı para kokusu alınca akan sular duruyor"
"Brüksel önceki gün seçimleri onaylamadığını resmen açıkladı. Neden onlarca reformist dışlanırken davranmadı! Batı İran'a ilgi gösteriyor çünkü bu ilginin ardında ekonomik yatırımlar yer alıyor. Zaten yakın doğuda para kokusu alınınca akan sular duruyor."
Sabahi'ye göre İranlı aydınların büyük çoğunluğu reformcular yerine muhafazakarlara oy verdi. Bu tercihin özünde İran'daki İslam Cumhuriyetine bir tür sadakat duygusu hakim. Bir de İranlı seçmenler 20'yi aşkın reformcu politikacıyı yeterince tanımıyordu. Reformcular 2000'de büyük bir başarı elde ettilerse de yeterince deneyimli olmadıkları için birçok hata da yaptılar ve halkın güvenini kaybettiler. Sonuçta bu "tartışmalı" seçimlerden İranlı muhafazakarlar galip çıktı.
Muhafazakarların başarısı nerede?
Bu başarının ardında yatan nedenleri Sabahi üç ana noktada toparladı.
* Muhafazakarlar sürekli İran medyasında yer aldılar ve halkın ilgisini çeken dinsel sorunlar üzerine yüzlerce röportaj verdiler.
* Seçim çalışmalarında oldukça başarılı bir organizasyon yaptılar. Şahı İran'dan kovalarken de organizasyon konusunda oldukça başarılıydılar.
* Sandık başlarında tehdit-hile mekanizması işledi elbette.
"Müslüman dünyada dinsel özgürlükten söz edilemez"
Sabahi, İran'dan Batı'ya bakışını ise şöyle aktardı:
* İran İtalya'ya çok yakın bir ülke. Başka bir dünya yok İran'da. Ama İran için Batı Avrupa tarzı bir demokrasi modeli önermek imkansız. Özellikle şimdi demokrasi ve laiklikten söz etmek mümkün değil.
* Öte yandan çelişkilerle dolu bir ülke İran. 800 gazete yayımlanıyor bu ülkede. Sürekli kapanıp açılıyor gazeteler. 7 milyon kişi İnternet'te geziniyor. Her 10 kişiden 7'si bilgisayar kullanıyor.
* Ama İran'da yönetim biçimi olarak demokrasiden değil, teokrasiden söz edilebilir.İslam ve demokrasi birbirini tamamlayabilir, ikisi arasında belki bir uzlaşma noktası da bulunabilir. Şimdi İran sağı bazı reformları hayata geçirebilir."
Ancak Sabahi'nin konferanstaki konuşmasından ortaya çıkan tek bir gerçek var: Batı tarzı laik-demokrasinin yönetim biçim olarak İran'da uygulanmasının olanaksızlığı. Çünkü Sabahi'ye göre Şii hareketi İran'da ulusal kimliği ifade ediyor.
Sabahi, Hatemi hakkında ise kısaca şöyle konuştu, "Hatemi aydın bir kişi. Ama politikacı değil. Aynen diğer reformcular gibi. O hiçbir zaman lider olmak istemedi. Uzak kalmayı tercih etti. İran'da nüfusun yüzde 70'i 30 yaşın altında. Bu nedenle bu gençlerin çoğu 1979'u çok net hatırlamıyor.
Konuşmasını şu kısa yorumla noktaladı Sabahi, "Müslüman dünyasında dinsel özgürlükten söz etmek mümkün değil, zaten böyle bir kavram yok. Bu İran'a özgü bir sorun değil, bütün Müslüman ülkeler için geçerli
Sergio Romano: "AB kaybetti, sonuçlar ABD'yi sevindirdi"
Konferansın üçüncü davetlisi Corriere della Sera gazetesi ve Panorama dergisi için köşe yazıları yazan eski NATO ve Moskova büyükelçisi Sergio Romano'ydu. Romano ise İran'da yaşanan son gelişmeleri Negri ve Sabahi'den farklı olarak uluslararası düzlemde ve ABD ile ilişkiler çerçevesinde değerlendirdi.
Wall Street Journal'ın "darbe gibi seçim" başlıklı haberinden yola çıkan Romano, İran seçimlerinin polisiye yöntemlerle gerçekleştiğini ve hedefin bu seçimlerden muhafazakarların başarı ile çıkması olduğunu söyledi. "Muhafazakarlar kazandı çünkü İranlı seçmenlerin ancak yarısı sandık başına gidebildi" dedi.
Romano'ya göre bu sonuçta iki önemli neden öne çıktı. Birincisi İran'da askerler önemli bir ağırlığa sahip. İkincisi İran'da 70'ler ve 80'lerden bu yana otoriter bire rejim hakim ve sivil halk özgür değil.
Romano'ya göre İslam toplumunda kadın dinamiği önemli ve İran sınırlı bir özgürlükle yaşanabilir bir ülke. Romano, "ABD politikası ve İran'da dine dayalı yönetim biçimlerinin toplamını alırsanız bu son seçimlerin sonucunu anlamanıza yardımcı olur," dedi.
Romano'ya göre, ABD İran'a demokrasiyi getirmek gibi bir misyon üstlenmek istiyor. Bu nedenle de İran'daki yeni muhafazakarlar ile daha kolay bir iletişim kuracağı inancında. Bu seçim sonucu bir anlamda ABD'nin yakındoğuda yürüttüğü politikayı tamamlayan bir halka.
İran seçimlerini sağlıklı bir dış politika yürütemeyen AB için bir yenilgi,kaybedilmiş bir savaş, ABD açısından ise "bir başarı" olarak niteledi. "O kadar ki, ABD'de muhafazakar siyasetçiler, Bağdat yerine Tahran'a gitmeliydik," diye konuştuklarına dikkat çekti Romano.
İran seçimlerinin ABD'deki yansımaları konusunda ise ,ABD'nin Tahran'da olup-bitenden hoşnut kaldığının özellikle altını çizdi. ABD, "yeterli demokrasi" yok iddiası ile demokrasi dersi vermek gibi bir bahane ile İran'la ilişkilerini sıkı tutmaktan, "ılımlı müdahaleden" yana.
"Ama bu başarıyı nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar. İran'da yeni-muhafazakarlar yönetime gelecek olursa belki onlarla bir mantık yürütülebilir. Bu arada ABD, İran'ın demokratikleşmesi için bir politika geliştirmeli görüşünü ortaya atan bir kesim de var."(AK/EK)