"Şahsi bir özür beklemiyorum. Suçun tanınmasını talep ediyorum. Benim için önemli olan üç bin yıllık varlığımın kabul edilmesi. O mirasın, varlığın, değerin devam etmesi."
Salpi Ghazarian, "Türkiye'den özür bekliyor musunuz?" sorusunu böyle yanıtlıyor.
Ghazarian, Ermenistan'ın bir önceki Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan'ın görevinden ayrıldıktan sonra kurduğu Erivan merkezli Civilitas Vakfı'nın yöneticisi. Dışişleri Bakanlığı sırasında Oskanyan'ın asistanıydı.
Uluslararası Hrant Dink Vakfı'nın, Heinrich Böll Vakfı işbirliği ile başlattığı "Türkiye Ermenistan Gazeteci Diyalog Programı" kapsamında, bir grup gazeteciyle ziyaret ettiğimiz Erivan'da Ghazarian ile biraraya geldik.
Halep'e uzanan bir hikâye...
Uzun yıllar Türkiye ile yürütülen diplomatik ilişkilerde yer alan Ghazarian, görüşmemizde diplomasinin hassas ve tartılmış cümlelerini kurmuyor. Kökleri Muş, Kayseri ve Gürün'e dayanan Ghazarian bize, kişisel hikâyesinde çok önemli yeri olan anneannesini anlatıyor. Ailesini 1915'te kaybeden anneannesi, 12 yaşındayken onu büyüten Türk aileden Ermeni bir tüccar tarafından satın alınmış. Ghazarian "Anneannem belki aynı durumda olan pek çok kişi gibi, 12 yaşında onunla evlenen Ermeni tüccarla kalabilirdi" diyor ve devam ediyor:
"Ama anneannem herşeyi geride bırakıp, Halep'e kaçmış. Oraya gitmeden önce annem de doğmuş. O yıllarda çocuk yaşta olan anneannem ve annem Halep'te bir yetimhanede büyümüşler."
Salpi Ghazarian'ın da çocukluğu anneannesi ve annesi gibi, doğduğu Halep'te geçmiş. Ghazarian on yaşındayken, 1964'te, Amerika'ya göç ettiklerini anlatıyor:
"Anneannem Arapça, Kürtçe ve Ermenice konuşurdu ama okuma yazması yoktu, ona okuma yazma öğrettim. Birimizin doğum günü olsa, 'Ben doğum günümü bilmiyorum' derdi; cebi olmayan bir kıyafet aldığımızda 'Yolda birşey bulsan onu nereye koyacaksın?' diye sorardı. O hep çöl insanı olarak kaldı. Benimki çocukluk anıları ama anneannem, bütün süreci yaşamıştı. Onun anılarının hayatımda büyük etkisi var."
"Birleşim noktalarını arıyorum"
Tarih eğitimi alan Ghazarian, 1915'in tanıklarıyla söyleşiler yapmış. Çalışmayı yaparken, 1988'de, Taner Akçam ile tanışmasının kendisi için bir dönüm noktası olduğunu söylüyor:
"Taner ile tanıştığımda anneannemi yeni kaybetmiştim. Taner, Ermenileri çok iyi tanıyordu, düşüncelerini dile getirirken dikkatli davranıyordu. Onunla konuştuğumda iki toplumun birbirini anlayabileceğini, konuşabileceğini fark ettim; ona derdimi anlattım. Bundan sonra 'birleşim' noktalarını bulmak, hayatımın temel amaçlarından biri oldu."
Ghazarian'a "Özür dilenmesi, kişisel olarak size ne ifade edecek?" diye soruyorum. Bu soruya yanıt vermek için Ghazaryan, kendi kızını anlatıyor:
"1980'li yıllarda soykırımdan kurtulan insanlarla yaptığım söyleşilerde 'Her şey değişirse geri döner misiniz?' diye sorduğumda 'Nereye gidebilirim?' cevabını alıyordum. Bir gün, nerede yaşadığımı soran kızımla Halep ve Lübnan'a gideceğim. Ben de anneannemin geçtiği bütün o yolu, büyüdüğü yetimhaneye nereden geldiğini görmek istiyorum. Benim için önemli olan kızımın nereli olduğunu öğrenmesi, Muşlu mu, Vanlı mı? Şahsi bir özür beklemiyorum, talep etmiyorum. Suçun tanınmasını bekliyorum. Diğer taraftan önemli olan üç bin yıllık varlığımın kabul edilmesi. O mirasın, varlığın, değerin devam etmesi. Kabul edilmeyen sadece soykırım değil, tarihsel geçmişimiz ve varlığımız."
Sonunu bildiğimiz bir film
Ghazarian "Herhangi bir diplomatik sürecin sonunda uzlaşmanın ve tanınmanın gelmesi gerekir" diyerek protokollere de değiniyor: "Aslında bu sonunu bildiğimiz bir film. Oysa oyuncular, yani diplomatlar, bunu bilmezden geliyor. Bu nedenle işlemeyecek bir belgeyi ürettiler."
Bu sözlerinden sonra "Ama" diyerek devam ediyor Ghazarian: "Amerikalıların da dediği gibi, odada kocaman bir fil var ve kimse bunun hakkında konuşmuyor. Bu fili görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar."
Filmin sonunun ne olması gerektiği onun için çok net:
"Tıpkı Ermenilerin ve başka devletlerin yaşananları bir soykırım, bir suç olarak tanıdığı, kınadığı gibi Türkiye'nin de Osmanlı hükümetinin suçunu reddetmesini bekliyorum. Türkiye'de dil de dâhil Osmanlı mirasının çoğu reddedilmişken bu suç da tanınıp kınanamaz mı?"
"Hikâyeler bir cümleye sığmaz"
Nisan'dan beri "dondurulan" protokollerin kabulünün iki ülke ilişkilerinin ilerlemesinde yararlı olup olmayacağı sorusunu Ghazarian şöyle yanıtlıyor:
"Genel olarak bütün protokoller geleneksel türde imzalanabilir. Geleneksel, alışılmış protokoller diplomatik ilişkilerin uluslararası normlar ve ilkelere dayandığını söyler; tarafların toprak bütünlüğüne saygıyı ve içişlerine karışmamayı içerir. Ermenistan ve Türkiye arasında bu ilkelere göre ve tabii sınırların açık olacağının belirtildiği protokoller imzalanmalıydı. Söylediğim gibi bir protokol imzalanıp, kabul edilirse, ne kadar sürecek olursa olsun, iki halkın soykırımın tanınması da dâhil her şeyi tartışabilmesi mümkün olabilir."
Ghazarian sözlerini anneannesini anarak noktalıyor:
"Ama iki sayfalık protokol hazırlanıp anneannemin, burada yaşayan milyonlarca insanın hikâyesi bir cümleye sıkıştırıp atılırsa bu kabul edilmez ve ilerleme sağlanamaz. " (SP)