Verici ve cılız bir direk
Gelecekten beklentilerim ya da olmak istediklerimin arasında bir radyo kurmak ve başına geçmek fikri hiç olmamıştı çünkü...33 yaşımın sonlarına doğru yol alırken, takvim yaprakları 1995 yılını gösteriyordu.
Önce bir şirket satın almıştık. Bu şirkete ait 2 Kw'lık bir verici ve Çamlıca'daki kocaman direkler arasında kaybolmuş 20-25 metre uzunluğunda benim gibi zayıf ve cılız bir direk vardı...
Ben çiçeği burnunda patron
İlk iş radyoya yer bulmak ve sistemi kurmaktı...Moda caddesi üzerinde nispeten bu işi sağlıklı yapabileceğimiz bir daire bulduk ve hemen tadilata başladık. Bu arada çiçeği burnunda patron olarak ben, hem işin teknik boyutlarına, hem de kadro oluşturmaya dair işleri üslenivermiştim.
İşe başlar başlamaz, mütevazı ama kendi içinde iddialı bir işyeri kurmaktı idealim... Sabahın 05.30'unda kalkıp düşüyordum yollara... Bir yandan büroda yürütülen çalışmaya katkıda bulunmaya çalışırken, diğer yandan stüdyoların oluşturulması için piyasa araştırması yapıyordum.
Görür, nasıl yapılacağını
Durum böyle olunca ve bizim memlekette de önce insanın üzerindeki elbiseler gelince, gittiğim bir çok yerde önce şüpheli bakışlarla beni süzüveriyorlar, ardından başlayan sohbette ilk izlenimi silmek bana düşüyor.
Yine böyle bir ziyarette, demokrat bir yayın kuruluşu diye kapısını çaldığımız bir başka radyocunun üstten bakan tavırları tepemin tasını iyice attırınca; hemen o kurumun kapısının önünde yanımda bulunan ve ilk haber merkezi çalışanlarımızdan olan arkadaşa; "görür bu adam, bu işin nasıl yapılacağını, nasıl yapılması gerektiğini ben ona göstereceğim" dedim ve yürüdüm...
Bu isim hep varolacak
Günler günleri kovalarken, mekanımızla çalışanlarımızla ilk adımlarımızı atıp, 95.1 Frekansından yayına da başladık. Radyomuzun adı; hem benim için, hem de çalışanlarımız için çok özel bir yere sahip oldu...
Öyle ki, kapanma cezalarının ardından yaptığım bazı görüşmelerde "iş sizin adınızdan başlıyor, radyonun adını değiştirin" diyenlere, bu güzel ismi bu nedenle değiştirmemi benden istemeyin, bu isim hep varolacak, sonuçları ne olursa olsun diye yanıtladım...
Kestiler adımıza cezaları
Radyomuzun adıyla başlayan ve yayınlarıyla devam eden rahatsızlıklar; birilerinin rahatsızlıklarını sözden eyleme dökmesine de gerekçe oluşturdu. Buldukları gerekçelerin, hukuki açıdan bir anlamı olsun ya da olmasın önemli değildi onlar için.
Ve nitekim de öyle oldu pratikte; saçma sapan gerekçelerle kestiler adımıza cezaları. Önce 90 gün, ardından 365 gün, bir 365 gün onu izledi. Derken, ceza kesenler de hala hayatta kalmamıza hayret ederek, yeni cezalar kesmeye devam ettiler.
3 yıl 9 ay yayın durdurma
Üçüncü 365 günlük cezayı 180 günlük ceza izledi... Radyomuza verilen bu cezaları üst üste koyup topladığımızda 3 yıl 9 ay olduğunu ve yayın hayatımızın önemli bir bölümünü suskun geçirdiğimizi gördük.
Verilen her cezada benim saçlarımdaki ak sayısı artarken, benden başlayan ve bu süreci birlikte omuzladığımız çalışanlarımızdaki inat ve kararlılıkta büyüdü.
İnadına hep daha iyisini yapmak
Hakkımızda hep 3984 sayılı yasanın 4/g bendine aykırı davranmak; "toplumda şiddet ve nefret duyguları geliştiren" yayınlar yapmaktan hükümler verilirken, alfabenin "g" harfine karşı bir antipati gelişti bende.
Onlar hakkımızda bu fermanları verirken, biz inadına hep daha iyisini yapmak, daha iyi olmak için emek harcamaktan çekinmedik. Hep veren taraf olduk. Karşılığında aldıklarımız ise; öylesine hoş, öylesine insan, öylesine duygu yüklü mükafatlardı ki...
İlk ceza 90 gün
Cezalardan ilkinin gerekçesi çok önemli değil. Ama yine de yazmak istiyorum. Çünkü 90 günlük ceza bizim için bir ilkti ve içimize oturmuştu...
Ahmet Arif'in hikayesi değilse bile, "Otuz üç Kurşun" şiirini sanırım herkes bilir. 1998 yılının yaz başında Muğlalı Paşa'nın büstünün Hava Harp Okulu'nun bahçesine dikilmek istenmesi üzerine, Evrensel Gazetesinde Semih Hiçyılmaz "Otuz üç Kurşun"un hikayesini köşesinde anlatmıştı.
Tersname adlı programda bu yazıya yer vermemiz 4/g maddesini ihlal etmemize gerekçe olarak gösterildi.
Paşa cezaevinde ölmüş
Düşünsenize bir; Muğlalı Paşa 33 Kürt köylüsünü kurşuna dizdirmiş ve o dönem yargılanarak suçlu bulunmuş, cezaevine konulmuş, sonra onu aklamak için kollar sıvanmış ama Muğlalı Paşa'nın kalbi aklanmasını bekleyememiş ve Paşa cezaevinde ölmüş.
Paşa ölse de olsun demiş birileri ve aklama operasyonu devam etmiş. Sonra da bütün bunların üzerine Hava Harp Okulu'nun bahçesine Paşa'nın büstünü dikmeye kalkmışlar...
Durum bundan ibaret. Muğlalı 33 köylüyü suçsuz yere kurşuna dizdirmiş, aklanıyor. Semih Hiçyılmaz'ın bu konuyla ilgili kaleme aldığı gazete yazısını biz radyodan okuyoruz hakkımızda 90 günlük bir kapatma cezası kesiliyor.
Sen git Ankara'larda uğraş
Üstelik gazetede çıkan bu yazıyla ilgili hiçbir toplatma ya da soruşturma söz konusu değil...Diyeceksiniz burası Türkiye ve RTÜK'te her şeyin üzerinde. RTÜK cezayı keser sen git Ankara'larda uğraş dur ki, yürütmeyi durdurasın, davayı kazanasın falan...
Her şeye rağmen düştüm yollara...Bizim çocuklar nöbette...Hiç aralıksız geceli gündüzlü canlı yayındalar. Dinleyiciler telefonla arıyorlar, bizzat radyoya gelerek bizimle olduklarını belirtiyorlar...Bu ziyaretler Ankara'dan olumlu bir haber bekleyen çalışanlara güç veriyor.
Seyyar satıcı yalvarıyor
Bazen da gözyaşlarıyla da olsa yaptıkları işin güzelliğini daha bir iyi kavramalarına yol açan anlar yaşıyorlar. Bu kapanmalardan birinde bir seyyar satıcı geliyor büroya. Başlıyor yalvarmaya; "ne olur kapanmayın" diye. Arkadaşlar şaşkın, bizim elimizde değil deseler de, nafile... Dinleyici hem ağlıyor hem de yalvarıyor.
Bu isteminin gerekçesini de şöyle anlatıyor: "Ben seyyar satıcıyım. Sabahın erken saatinden akşam eve yorgun argın dönünceye kadar hayatım sizinle geçiyor. Her şeyi sizden duyuyorum, sizden öğreniyorum. Eve geldiğimde de ayaklarımı uzatıp dinlenmeye çalışırkenki keyfimi de sizinle paylaşıyorum. Siz benim her şeyimsiniz..."
Sevinç gözyaşı döktük
Bize hiç geçmeyecekmiş gibi gelen bu 90 günlük süreyi eğitim ve hazırlıkla geçirdik. Saatler 00.00'ı gösterdiğinde, dinleyicilerin getirdikleri çiçeklerle adeta bir çiçek bahçesine dönmüş stüdyonun ortasında, tüm çalışanlar misafir topluluğunu unutup birbirimize sarılıp sevinç gözyaşları döktük.
Hakkımızda kaynatılan cadı kazanını unutarak. Her şey geride kalmıştı, çok güzel projeler üretmiştik birlikte, çok güzel programlar yapmıştık. Haber yazım teknikleri, diksiyon dersleri almıştık. Her şey çok güzel olacaktı...
Sevinç sürmedi
Ama bu sevincimiz de uzun sürmedi. İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir'in 1999 yılı Şubat'ında telsizlerden geçen ve tüm televizyon ve gazetelerde yer alan açıklaması; "Özgür Radyo"nun 365 gün 3984 sayılı yasanın 4/g bendine muhalefetten kapatılmasının gerekçesi yapılmıştı...
"Hürriyet" gazetesinin birinci sayfasında yer alan bu haber nedeniyle ne gazete hakkında, ne de Hasan Özdemir hakkında hukuki bir işlem yapılmazken, bu haberi veren ulusal televizyonlardan hiç biri de RTÜK'e takılmamıştı.
Öyle ya onların adları Özgür'le başlamıyordu. Özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı bu coğrafyada sizin nenize gerekti radyonun adını Özgür koymak...Üstelik defalarca da bunu satır aralarında ifade etmişlerdi.
"Yoksa sizi kocam mı gönderdi?"
Yeniden yaşandı aynı seremoniler...Bu kez RTÜK bizi tamamıyla susturacağından gayet emin gibi gözüküyordu. Ama büyük bir yanılgı içinde olduklarını 365 gün sonra nasıl olsa anlayacaklardı. RTÜK hakkımızda bu fermanları buyururken, başkaları da bu süreçte boş durmadı.
1999 Şubatı'nda İstanbul'da yayın yapan tüm özel radyolarla ilgili İstanbul polisi DGM'den bir de arama izni çıkarmıştı. Radyomuza gelen polisi, yemek ve temizlik işlerinde çalışan arkadaşımız "yoksa sizi kocam mı gönderdi" diye karşılayınca, bayağı şaşırmışlardı.
Cezaevinde gibi gün saydık
Daha sonra arama işlemi devam ederken bayan polis memuruyla bizim arkadaşımız arasında başlayan sohbet, ikisini de aynı noktada buluşturmuştu. Her ikisinin eşi de kendilerinden ayrılmak için boşanma davası açmıştı ve bizim arkadaşımızın polisi karşılarken gösterdiği ilk tepkinin nedeni de ortaya çıkmıştı...
Tabii bu durum da arama yapmak için gelen polisler için pek anlaşılmazdı. Aramada birkaç tane toplatılmış kitap dışında normal olarak bir şey yoktu. Bu kitaplarla ilgili açılan davada; hakime verdiğim yanıtlar onu kızdırmış olacak ki; 3 aylık bir hapis cezası ve ertelenmeyle sonuçlandı bu hikaye...
Cezaevinde gün, askerde şafak sayanlar gibi bizde dinleyicilerimizle birlikte başladık gün saymaya... Sayılı gün çabuk bitermiş ya; bizim de cezamız bitince yeniden "merhaba" dedik dinleyicilerimize... Yine aynı heyecan, yine aynı coşku...
Ceza yakamızı bırakmadı
Ama sansürün yakamızı bırakmayan çirkin yüzünün korkusu yoldaşımızdı artık bizim...Her programda RTÜK açısından acaba bu bir suç teşkil eder mi? diye mutlaka düşünüyorduk düşünmesine de; biz cezaları istemesek de, sevmesek de, cezalar bizim yakamızı bir türlü bırakmadı.
Bu kez Kızılırmak Grubu'nun "Gidenlerin Ardından" adlı albümünde yer alan "Avusturya İşçi Marşı" ve marşın girişindeki Ape Musa'nın okuduğu, Ataol Behramoğlu'na ait dörtlüğüydü gerekçe... Kesilen ceza ise tam tamına 365 gündü...
"Ya o radyo hala kapanmadı mı?"
Üstelik bu cezanın oylanması sırasında yaptığımız bir görüşmede bazı RTÜK üyelerinin "ya o radyo hala kapanmadı mı?" diye şaşkınlıkla sorduğunu da öğrendik... Aslında bu üyenin sorduğu soru, bir başka şeyin de habercisiydi bizim için.
Verilen cezanın ardından henüz bir ay geçmemişti ki, ikinci 365 günlük bir ceza daha verildi. Gerekçe yine aynı albümde yer alan "Nurhak" türküsündendi.
Bu arada RTÜK mikrofonlarımızın susturulmasını yeterli görmemiş olacak ki, bir de hakkımızda İstanbul DGM'ye suç duyurusunda bulunmuş ve yasadışı örgüt propagandası yapmaktan, 312. maddeye muhalefet etmekten yargılanmamızı istemiş.
Yargı kararı lehimize
RTÜK'ün bu gerekçesi DGM savcısını yalnızca güldürdü ve doğal olarak takipsizlik kararı verildi hakkımızda... Durum böyle olunca yürütmeyi durdurma talebimizi reddeden idare mahkemesi, bizim tam 8 ay kapalı kalmamızın ardından davayı lehimizde sonuçlandırdı.
DGM'nin kararı etkili olunca, RTÜK artık diğer davalarla ilgili DGM'ye suç duyurusunda bulunmaktan da vazgeçti... İdare mahkemesinin hakkımızda verdiği kararlar onlar için yeterliydi...
"Özgür Radyo"nun yayın hayatı RTÜK'ün bu keyfi kapatma cezaları nedeniyle, "aç kapa" misali bir duruma dönüşmüştü.
"AHİM'e gitmeyin, kafayı takarlar"
Biz hem iç hukuk yollarının tüketilmesi, hem de davanın uluslararası mahkemelere taşınması noktasında bir çaba harcarken, diğer radyocu dostlarımızın bir çoğu, aman RTÜK'ü AHİM'e şikayet etmeyin, size kafayı takarlar diye telkinlerde bulunmayı ihmal etmediler.
Dayanışmanın böylesi de her halde bu coğrafyada olur diye düşünmekten de kendimizi alamadık doğrusu. Son 1.5 yıllık kapalı kaldığımız dönemde ise radyoculuk yanında yeni bir meslek daha edindik kendimize.
Ve on line gazete...
Daha doğrusu, radyocuğun yanına ikinci bir işi daha ekledik. İnternet ortamında yayın ve on line gazete... Bu işi de hayli ilerletmiştik ki, burada da RTÜK karşımıza çıkıverdi.
Bu kez de hakkımda yasadışı yayın yapmaktan bir dava açıldı. İnternet yasası ve kurallar yok ama, Özgür Radyo yapınca RTÜK bunu kendine iş ediniyor ve malların müsaderesi de dahil olmak üzere bir soruşturma başlatıyor. Anlayacağınız yayın hayatımız, mahkemeler ve susturulmalar konusunda hayli zengin...
Er geç kazanacağız
Bu alanda da bir hukuk mücadelesi veriyoruz. Bu mücadeleyi er geç bizim kazanacağımıza inanıyoruz.
Bu noktada bizim için en güzel mükafat; gelecekte kitapların, gazetelerin toplatılmadığı ve yakılmadığı; yazarların gazetecilerin cezaevlerine konulmadığı, radyoların mikrofonlarının susturulmadığı, televizyonların karartılmadığı bir ülkede sansürün kaldırılışının tarihi yazıldığında, o tarihin en ak sayfalarında "Özgür Radyo"nun isminin yer almasıdır.